Halkın hafızası çok zayıftır. IV. Baron Edgvvare George Alfred St. Vincent Marsh’ın ölümünün uyandırdığı o müthiş heyecan ve ilgi artık geçmişte kalmış, unutulmuş bir olay; yerini yeni heyecanlar aldı bile… Dostum Hercule Poirot’nun bu olaya olan ilgisi hakkında hiçbir zaman açıkça söz edilmedi. Bunun, Poirot’nun isteğine uyularak yapıldığını söyleyeyim. Arkadaşım bu olaydaki rolünün açıklanmasını istemedi. Tabii onun yerine birini öve öve göğe çıkardılar. Dostum Poirot da bunu istiyordu zaten. Ayrıca kendisine sorulduğu zaman garip bir ısrarla, bunun başarısızlığa uğradığı olaylardan biri olduğunu iddia ediyordu. Arkadaşım daima, “Bana asıl katili bulduran bir yabancının sokakta söylediği bir söz,” demekteydi. Ne olursa olsun, bu olayın sırrını da yine Poirot’nun o üstün zekâsı çözdü. Eğer Belçikalı dedektif olmasaydı, bence katil hiçbir zaman yakalanamayacaktı. Onun için artık olay hakkında brdiklerimi yazma zamanının gelmiş olduğuna inanıyorum. Bu olayın bilmediğim tarafı yok. Üstelik cinayetleri yazarken çok güzel, geîtş bir kadının arzusunu da yerine getirmiş olacağım. 10 11 Agatha Christie Poirot’nun derli toplu odasında geçirdiğimiz o birkaç saati asla unutmayacağımı biliyorum. Ufak tefek dostum halının üstünde bir aşağı bir yukarı dolaşarak büyük bir ustalıkla bize o şaşılacak olayların içyüzünü anlatmıştı… Hikâyeye Poirot ile birlikte geçen yıl haziran ayında gittiğimiz Londra’daki bir tiyatroyla başlamak istiyordum. O sırada Londra’da herkes Carlotta Adams’a hayrandı. Genç kadın bir yıl önce birkaç matinede sahneye çıkmış ve müthiş bir başarı kazanmıştı. Bu yılsa üç hafta temsil verecekti. Biz de son geceden bir öncekine gittik. Carlotta Adams Amerikalıydı. Makyaj ve dekora ihtiyaç duymadan tek başına oynuyordu. Ayrıca genç kadın birçok dili büyük bir ustalıkla konuşabiliyordu. Özellikle Yabancı Bir Otelde Akşam adlı oyununa hayran oldum. Amerikalı turistler, Alman gezginler, orta tabakadan İngiliz aileleri, sokak kadınları, yoksul düşmüş Rus asilleri, yorgun ve sıkıağızlı garsonlar sırayla tek tek gözlerimizin önünden geçtiler. Carlotta Adams’ın oynadığı oyunlar acıklıdan komiğe dönüştü, sonra tekrar ciddileşti. Hastanede ölmekte olan Çekoslavakyah kadın rolü hepimizin boğazına bir yumruk tıkanmasına neden olurken bir dakika sonraysa bir dişçinin hastasını muayene ederken söylediklerine gülmekten katılıyorduk. Carlotta Adams daha sonra programını “bazı taklitler’le sona erdireceğini söyledi. Bu yönü de şaşılacak kadar ustaydı genç kadının. Makyaj yardımı olmadan sanki yüzünün bütün hatları eriyor, bunun yerine bir politikacının, bir aktrisin ya da sosyete güzellerinden birinin çehresi beliriyordu. Carlotta Adams her karaktere göre de kısaca konuşuyordu tabii. Bu konuşmaların da son derecede zekice olduğunu da söylemek isterim. Sö^ sri seçtiği kişinin bütün zayıf noktalarını ortaya koyuyordu. Lor d Edgware’i Kim Öldürdü? Carlotta Adams sonlara doğru Londra’da çok iyi tanınan genç aktris Jane Wilkinson’ın da taklidini yaptı. Gerçekten görülmeye değer bir gösteriydi. Dudaklarından klişeleşmiş sözcükler dökülüyordu. Ama bunlar öylesine duyguluydu ki, elinizde olmadan, her sözcüğün derin ve etkili bir anlamı olduğunu düşünüyordunuz. Tatlı, hafifçe boğuk sesi insanı sarhoş edecek gibiydi. Her birinin de garip bir biçimde derin anlamı olan ölçülü hareketler. Hafifçe salman narin bir vücut. Carlotta Adams bütün bunları nasıl başarı-yordu bilmiyorum. Hatta o anda onun da Jane Wilkinson kadar olağanüstü güzel olduğu inancına bile kapılıyordunuz. Ben güzel Jane Wilkinson’m hayranlarındandım. Duygulu rollerde onu hayranlıkla seyrederdim. Onun güzel olduğunu kabul eden, ama ısrarla iyi bir aktris olmadığını söyleyenlerle hemen tartışmaya başlardım. Bence genç kadın son derecede yetenekli bir oyuncuydu. Şimdi de Carlotta Adams’ı izlerken hayretten hayrete düşüyordum. O çok yakından bildiğim boğuk, zaman zaman alçalan ve beni daima heyecana sürükleyen tatlı ses. Ellerin yavaşça, insanın içine dokunacak bir şekilde açılıp kapanması… Başın arkaya atılarak saçların yüzden itilmesi… Jane Wilkonson’ın acıklı bir sahnenin sonunda daima böyle yaptığını hatırladım. Jane Wilkinson evlendikten sonra sahneyi terk eden aktrist-lerdendi. Ama birkaç yıl sonra tekrar sanat hayatına dönmüştü. Genç kadın üç yıl önce zengin biraz da eksantrik bir adam olan Lord Edgware’le evlenmişti. Dedikodulardan anlaşıldığına göre, Jane Wilkinson adamı kısa bir zaman sonra da terk etmişti. Her neyse… Genç kadın evliliğinden on sekiz ay sonra Amerika’da film çevirmeye başlamış, bu mevsim de Londra’da çok tutulan bir oyunda oynamıştı. Carlotta Adams’ın zeki ama biraz kindarca taklidini seyrederken, acaba seçtiği kimseler bu skeçleri nasıl karşılıyorlar, diye dü12 13 Agatha Christîe şündüm. Bunu bir reklam olarak düşünüp şöhret olmalarından dolayı memnunluk mu duyuyorlar? Yoksa meslek sırları bu şekilde açığa çıktığı için sinirleniyorlar mı? Carlotta Adams şu anda, “A… Bu eski bir oyun. Çok da basittir. Bak ben, sana bir yenisini göstereyim,” diyen bir hokkabaza benzemiyor mu? Sonra kendi kendime, doğrusu konu olarak beni seçseydi, çok sinirlenirdim, dedim. Tabii bu duygumu gizlerdim, ama böyle bir şey hiç hoşuma gitmezdi. Bir insanın böyle acımasızca teşhir edilişini takdirle karşılaması için hem çok geniş fikirli hem de nükte -dan olması gerek… Ben tam bunu düşünürken sahneden gelen boğuk, tatlı kahkaha arkamda yankılandı. Çabucak başımı çevirdim. Hemen arkamdaki koltukta Lady Edgvvare yani sahne adıyla Jane Wilkinson oturuyordu. Dudakları hafifçe aralanmış, öne doğru da eğilmişti. O zaman tahminlerimde yanılmış olduğumu anladım. Jane Wilkin-son’ın gözlerinde heyecan ve neşe vardı. Taklit sona ererken Jane Wilkinson, Carlotta Adams’ı çılgınca alkışladı. Gülüyor, zaman zaman da yanında oturan, uzun boylu, eski Yunan tanrılarını andıran genç adama dönüyordu. Onu da hemen tanıdım tabii. Sahneden çok, beyazperdenin tanınmış yıldızlarından Bryan Martin’di. O sıralarda İngiltere’de çok ünlüydü. Lady Edgware, “Ne güzel değil mi?” dedi. Genç adam güldü. “Jane, çok heyecanlandın.” “Harikaydı. Ben, onun bu kadar iyi olacağını beklemiyordum.” Bryan Martin’in alaycı cevabını duyamadım. Çünkü Carlotta Adams yeni bir taklide başlamıştı. Ondan sonra olanları daima “garip bir rastlantı” olarak hatırlayacağım. Tiyatrodan çıkınca Poirot’la Savoy’a yemeğe gittik. Tam yanımızdaki masada Lady Edgware, Bryan Martin ve daha tanımadığım iki kişi oturuyordu. Onları Poirot’ya gösterdim. 14 hor d Edgware’i Kim Öldürdü? Tam bunu yaparken bir çift geldi ve Lady Edgvvare’in diğer tarafındaki masaya yerleştiler. Kadının yüzü bana yabancı gelmedi, ama bir an onun kim olduğunu hatırlayamadım. Sonra birdenbire bu dikkatle baktığım genç kadının Carlotta Adams olduğunu fark ettim. Yüzü hemen dikkati çekecek ya da tanınacak bir tip değildi; daha çok mimiğe yakışan, hareketli, hassas yüzlerdendi. Kolaylıkla değişik kişiliklere bürünebilirdi. Aslında kendine özgü, belirli bir özelliği yoktu. Bu düşüncelerimi Poirot’ya anlattım. Beni dikkatle dinledi. Yumurta biçimindeki kafasını hafifçe yana eğmişti, arada sırada sözünü ettiğim masalara çabucak bir göz atıyordu. “Demek bu Lady Edgware? Evet, hatırladım. Onu sahnede gördüm. Güzel bir kadın.” “Çok da iyi bir aktris.” “Belki.” “Buna pek inanmıyormuş gibisin.” “Bence bu daha çok senaryoya bağlı, dostum. Eğer o oyunun merkeziyse, bütün eser onun etrafında dönüyorsa, o zaman rolünü iyi yapabilir. Ama onun küçük bir rolü doğru dürüst oynayabileceğini sanmıyorum. Ya da bir karakter rolünü. Oyunun onun hakkında ve onun için yazılmış olması şart. Jane Wilkinson, bana kendisinden başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen kadmlardanmış gibi geliyor.” Durdu. Sonra da beklenmedik bir şey söyledi. “Böyle insanlar hayatta büyük tehlikelerle karşılaşırlar.” Şaşkınlık içinde sordum. “Tehlikelerle mi?” “Kullandığım sözcüğün seni şaşırttığını görüyorum, mon ami. ivet, tehlikelerle. Çünkü böyle bir kadın sadece bir tek şeyi görür. Kendisini… Bu tip kadınlar etraflarını saran tehlikelerin ve tuzakların farkına bile varmazlar. Hayattaki birbirine zıt milyonlarca ilginin, çıkarın ve ilişkinin varlığını bilmezler. Sadece ileriye doğru uzanan bendi yollarını görürler. Ve ergeç başlarına bir felaket gelir.” 15 Agatha Christie İlgilenmiştim. “Doğrusu böyle bir şey benim aklıma gelmezdi,” diye itiraf ettim. Sonra da sordum. “Ya diğeri?” “Mıss Adams mı?” Bir an o masaya baktı. “E? Onun hakkında ne söylememi istiyorsun?” Gülümsüyordu. “Onun sende ne gibi bir izlenim bıraktığını anlamak istiyorum.” “Mon cher, bu gece falcılık mı yapacağım? Herkesin avucuna bakıp geleceklerini mi söyleyeceğim?” “Bu işi birçok kişiden daha iyi yapabilirsin,” diye cevap verdim. “Bana çok güveniyorsun, Hastings. Doğrusu bu bana çok dokunuyor. Her insanın karanlık bir yönü olduğunu bilmiyor musun? Hepimizin içinde birbirine zıt ihtiraslar, arzular ve yetenekler var. İnsan biri hakkında hüküm veriyor. Sonra da yüzde doksan yanılıyor.” Güldüm. “Hercule Poirot yanılmaz.” “Hercule Poirot bile yanılabilir… Senin, benim kendimi pek beğendiğimi sık sık düşündüğünü biliyorum. Ama bana inan. Aslında ben çok alçakgönüllü bir insanım.” Bir kahkaha attım. “Sen mi alçakgönüllüsün?” “Tabii. Yalnız… bıyığımla bir hayli gururlandığımı itiraf edeyim. Londra’da benimkine benzer bir bıyık, henüz göremedim.” Alaycı ses tonuyla, “Bu bakımdan emin olabilirsin,” dedim. “Göreceğin de yok. Demek Carlotta Adams hakkındaki fikrini söylemeye cesaret edemeyeceksin?” Poirot başım salladı. “O bir sanatçı… Bu da onu tanımlamaya yeter sanırım.” “Herhalde onun da tehlikelerle karşı karşıya olduğunu sanmıyorsun.” Poirot ciddi bir tavırla cevap verdi. “Hepimiz her an tehlikelerle karşı karşıyayız. Felaket belki üzerimize saldırmak için köşe16 Lor d Edgware,i Kim Öldürdü’; de bekliyor. Soruna gelince, bence Miss Adams büyük başarıya ulaşacak. Çok zeki. Bu da bir insanın başarıya ulaşmasına yardım edecek. Ama her zaman bir tehlike ihtimali de yok değil. Bunu, deminden beri tehlikeden söz ettiğimiz için söylüyorum.” “Yani?” “Para hırsı… Para hırsı onun gibi bir kadının yoldan çıkmasına neden olabilir.” “Bu hepimiz için de geçerli,” dedim. “Doğru… Ama hiç olmazsa sen ve ben bu işin tehlikesini görebiliriz. İyi ve kötü yanlarını tartarız. Gelgeldim eğer parayı seviyorsan, ondan başka hiçbir şeyi göremezsin. Diğer ayrıntılar gölgede kalır.” Onun bu ciddi haline güldüm. “Çingeneler Kraliçesi Esmeral-da bugün tam formunda,” diye takıldım. Poirot bu şakama aldırmadı bile. “Kişi psikolojisi çok ilgi çekicidir. Cinayetle ilgilenen bir insan, ister istemez psikolojiye de merak sarar. Bir psikoloji uzmanım öldürme hareketi değil de, bunun arkasındaki gizli olan şeyler çeker. Anlıyor musun, Hastings?” “Gayet iyi anlıyorum.” “Seninle gizli bir olaya karıştığımız zaman beni daima harekele geçirmeye zorlarsın, Hastings. Ayak izlerini ölçmemi, sigara küllerini incelememi, yere yüzükoyun yatarak etrafa bakmamı istersin. İnsan koltuğuna dayanarak gözlerini kapattığı zaman meseleyi çözmeye daha yaklaşır. İşte sen bunu anlamıyorsun. İnsan böyle anlarda aklının gözleriyle görür.” “Ben görmüyorum,” diye mırıldandım. “Ben koltuğumda arkama yaslandığım zaman bir tek şey oluyor. Sadece bir tek şey.” Poirot, “Evet,” dedi. “Bunu fark ettim. Çok garip. Oysa o anda insanın delice bir hızla çalışması gerekiyor, tamamen ağırlaşması değil. İnsanın aklını çalıştırması onu canlandırır. Küçük gri hücreleri çalıştırmak bir kafa keyfidir. Ancak hücreler insanı o manevi sislen kurtarır…” 17 F:2 Agatha Christie Poirot küçük gri hücrelerinden söz ettiği zaman hemen dikkatim dağılıverir. Çünkü bu sözleri daha önce de o kadar çok duydum ki… Bu kez de gözlerim yanımızdaki masada oturan dört kişiye doğru kaydı. Poirot’nun monologu sona erdiği zaman gülerek, “Bir hayran kazandın, Poirot,” dedim. “Güzel Lady Edgware gözlerini senden ayıramıyor.” “Herhalde ona kim olduğumu söylediler.” Poirot alçakgönüllü bir tavır takınmaya çalıştıysa da başaramadı. “Sanırım bunun nedeni şu ünlü bıyıkların. Kadın bıyıklarının güzelliğine hayran oldu.” Poirot yavaşça bıyığını okşadı. “Doğrusu benimki gibisi bulunmaz. Ah, dostum, doğrusu ‘diş fırçası’ adını verdiğin bıyığın korkunç bir şey. Doğanın cömertliğine bile engel olmak bu. Rica ederim, şu bıyığını düzelt.” Poirot’nun ricasına aldırmadım. “Bak, bak. Lady Edgvvare kalkıyor. Galiba gelip bizimle konuşacak. Bryan Martin itiraz ediyor ama aldırdığı yok.” Gerçekten de Jane Wilkinson azametli bir tavırla yerinden kalkarak bizim masaya geldi. Poirot ayağa fırlayarak bir reverans yaptı. Tabii ben de kalktım. Genç kadın, o tatlı ve boğuk sesiyle, “Siz Mösyö Hercule Po-irot’sunuz, değil mi?” diye sordu. “Evet, madam. Emrinizdeyim.” “Mösyö Poirot, sizinle konuşmak istiyorum.” “Emredersiniz, madam. Oturmaz mısınız?” “Hayır, hayır, burada olmaz. Sizinle özel olarak konuşmalıyım. Hemen yukarıya, daireme çıkalım.” O sırada Bryan Martin de genç kadının yanına gelmişti. Çekingen bir tavırla gülümsedi. “Biraz beklemelisin, Jane. Yemeğin ortasındayız. Mösyö Poirot da öyle.” Ne var ki, Jane Wilkinson istediğinden öyle kolay kolay vazgeçecek bir kadın değildi. “Bu o kadar önemli mi, Bryan? Yemeği Lor d EdgıvareH Kim Öldürdü? daireye yollasınlar. Sen garsonlara söyle, olur mu? Ha, Bryan…” Dönüp yürüdü. Genç adam, kadının peşinden gitti. Jane Wilkinson’ın ondan bir şey yapmasını istediği, ama Bryan Martin’in bunu yapmak istemediği belliydi. Kaşlarını çatarak başını salladı. Jane Wilkinson daha da ısrarla konuştu. Sonunda Bryan razı olduğunu belirtmek ster gibi omuzlarını silkti. Aktris, genç adamla konuşurken bir iki ez Carlotta Adams’a doğru bakmıştı. Acaba sözleri Amerikalı kamla mı ilgili, diye düşündüm. Jane ise istediğini yaptırdığına çok memnun olmuştu. Neşeyle anımıza geldi. Göz kamaştırıcı bir gülümseyişle hem Poirot’ya em de bana baktı. “Hemen yukarı çıkalım.” Bu teklifini kabul etek istemeyeceğimiz ihtimali aklına bile gelmemişti. Hiç özür dilemeden bizi dışarı çıkardı. Asansöre giderken, “Çok şanslıyım, Mösyö Poirot,” diyerek gülümsedi. “Bu akşam burada size rastladım. Her şeyin hep istediğim gibi olması ne güzel! Orada oturmuş ne yapacağımı düşünüyordum. Birdenbire başımı kaldırdım. Bir de ne göreyim? Siz yandaki masada oturmuyor musunuz? O zaman kendi kendime, Mösyö Poirot bana ne yapmam gerektiğini söyleyecektir, dedim.” Asansör görevlisine döndü. “İkinci kat.” Poirot, “Eğer size yardım edebilirsem…” diye başladı. “Bundan eminim. Sizin dünyanın en iyi insanı olduğunuzu duydum. Beni birinin bu içinden çıkılmaz durumdan kurtarması gerekiyor. Bu işi de ancak siz yapabilirsiniz.” İkinci katta asansörden çıktık. Genç kadının peşi sıra koridorda ilerledik. Kapılardan birinin önünde durdu, sonra da bizi Sa-voy’un en lüks dairelerinden birine soktu. Beyaz kürk etolünü bir sandalyeye, parlak taşlarla süslü gece çantasını da masaya bırakarak bir sandalyeye çöken aktris, “Mösyö l’oirot,” diye bağırdı. “Bir çaresini bulup kocamdan kurtulmalıyım.” 18 19 Agatha Christie Bölüm 2 Akşam Yemeği Poirot bir anlık şaşkınlık yaşadıktan sonra kendini topladı. Gözlerinde muzipçe bir pırıltıyla, “Ama, madam,” dedi. “Kadınları kocalarından kurtarmak benim uzmanlık alanıma girmiyor.” “Bunu biliyorum, tabii.” “Sizin bir avukata ihtiyacınız var.” “İşte bunda yanılıyorsunuz. Avukatlardan sıkıldım. Dürüst avukatları da, dürüst olmayanlarını da tuttum. Ama bana hiçbirinin yararı olmadı. Avukatlar kanunlardan başka bir şeyden anlamıyorlar.” “Ve benim anladığımı sanıyorsunuz öyle mi?” “Sizin gibi birinin daha dünyada bulunmadığını biliyorum.” “Madam, ben akıllıyım ya da değilim. Aslında akıllıyım. Alçakgönüllü rolü yapmanın bir anlamı yok. Yalnız bu küçük işiniz bana göre değil.” “İşte bunu anlamıyorum. Neden? Bu da bir sorun.” “Ah!… Bir sorun!…” Jane Wilkinson, “Üstelik zor bir sorun,” diye devam etti. “Sizin zorluklardan kaçacak bir insan olduğunuzu da sanmıyorum.” “Anlayışınızdan dolayı sizi tebrik ederim, madam. Ama ne olursa olsun ben boşanma davaları için araştırma yapmam. Hiç de hoş bir durum değildir.” 20 Lord Eclgvare’i Kim Öldürdü?
Agatha Christie – Lord Edgrawe’i Kim Oldürdü
PDF Kitap İndir |