Agatha Christie – Mavi Trenin Esrarı

Adam Concorde Meydanı’ndan geçtiği sırada saatler gece yarısına yaklaşmaktaydı. Zayıf bedenini örten görkemli kürküne rağmen temelde kılıksız ve düşkün bir görünümü vardı. Yüzü fareye benzeyen ufak tefek bir adam. Hiçbir zaman herhangi bir olayda önemli bir rol oynayacağına, herhangi bir yerde ön plana çıkabileceğine inanılmayacak bir adam. Ancak.bu sonuca varan kişinin kesinlikle yanıldığını söyleyebiliriz. Çünkü bu adam, her ne kadar düşkün ve önemsiz görünse de dünyanın kaderinde önemli bir rol oynuyordu. O farelerin yönettiği bir krallıkta, farelerin kralıydı. Tam o sıralarda bir elçilikte onun geri dönüşü beklenmekteydi. Ama onun daha önce halletmesi gereken işler vardı; elçiliğin resmen bilgisi olduğunu açıklamayacağı işler. Ay ışığında yüzünün sert hatları belirginleşmişti. Kemerli, ince bir burnu vardı. Polonya Musevisi olan babası terzi kalfasıydı. Onu gecenin bu yarısında yollara döken de babasının seveceği ‘ türde bir işti. Seine Nehri’ne ulaştı, köprüyü geçti ve Paris’in pek saygın olmayan yörelerinden birine ulaştı.


İnce uzun, bakımsız bir binanın önünde durdu ve sonra dördüncü kattaki bir daireye çıktı. Daha kapıyı çalmasına fırsat kalmadan kapı muhtemelen onu beklemekte olan bir kadın tarafından açıldı. Ancak adam onu selamlamadı. Kadın paltosunu çıkarmasına yardımcı oldu ve önden yürüyerek onu son derece zevksiz döşenmiş bir otur9 Agatha Christie ma odasına götürdü. Elektrik ampulü kirli pembe bir avize ile gölgelenmiş, bu loş ışık kadının yüzündeki maskeyi andıran beceriksizce yapılmış abartılı makyajı gerçi yumuşatıyordu ama gizleyemiyordu. Aynı şekilde Moğol hatları da kapatmıyordu. Olga Demiroff un ne mesleğinde ne de milliyetinde en ufak bir kuşku yoktu. “İşler yolunda mı, küçüğüm?” “Yolunda, Boris Ivanovitch.” Adam başıyla onaylayarak mırıldandı. “İzlendiğimi sanmıyorum.” Ancak sesi endişeliydi. Pencereye giderek, perdeleri araladı ve dikkatle dışarıyı izledi. Sonra birden geriye döndü. “Dışarda iki adam var, yolun karşı tarafında. Bana öyle geliyor ki…” Susarak, sinirli olduğu zamanlarda hep yaptığı gibi tırnaklarını kemirmeye başladı.

Rus kadın yavaş, sakinleştirici bir şekilde başını salladı. “Onlar sen gelmeden önce de oradaydılar.” “Yine de bana bu evi izliyorlar gibi geldi.” “Olabilir,” dedi kadın kayıtsız bir tavırla. “Öyleyse…” “Ne mi olacak? Eğer bir şey biliyorlarsa bile… bundan sonra seni izlemeyecekleri kesin.” Adamın dudaklarında zayıf, huzursuz bir gülümseme belirdi. “Hayır,” dedi. “Bu kesin.” Adam birkaç saniye düşündükten sonra açıkladı. “Şu kahrolası Amerikalı… o da herkes gibi kendisi için endişelense ya.” “Ben de aynı düşüncedeyim.” Yeniden pencereye gitti. “Sıkı herifler,” diye mırıldandı sırıtarak. “Korkarım polisle de iyi ilişkiler içindeler. Neyse, boş ver, sokak serserisi dostumuza iyi avlar dileyelim.

” Olga Demiroff başını salladı. 10 Mavi Trenin Esrarı “Eğer Amerikalı gerçekten söyledikleri gibi bir adamsa onunla başa çıkmak için bir çift alçak sokak serserisinden daha fazlasına gerek olduğu kesin.” Bir an için sustu. “Ama yine de?…” “Ne?” “Hiç, önemli değil. Yalnızca bugün öğleden sonra iki kez aynı adam bu yoldan geçti, beyaz saçlı bir adam.” “Yani?” “Bu ikisinin tam önünden geçerken eldivenin tekini düşürdü. Adamlardan biri de eldiveni alıp, ona geri verdi. Çok eski bir numara.” “Yani beyaz saçlı adamın… onun işvereni olduğunu mu kastediyorsun?” “Bence öyle olabilir.” Rusun yüzünde huzursuz ve endişeli bir ifade belirdi. “Paketin güvende olduğundan emin misin? Kimse ona yaklaşmaya çalışmadı mı? Onun hakkında çok fazla konuşuldu, gereğinden çok fazla.” Adam yeniden tırnaklarını yemeye başladı. “Bunu kendi gözlerinle gördükten sonra emin ol.” Şömineye doğru eğilerek, kömürleri dikkatle iki yana ayırdı. Kömürlerin altında kırıştırılmış kâğıtlar duruyordu; tam ortalarından kirli bir gazete kâğıdına sarılmış uzun paketi alarak adama uzattı.

“Ustaca bir iş,” dedi adam başını beğeniyle sallayarak. “Ev iki kez arandı. Hatta yatağımdaki döşeği bile yarıp aradılar.” “Aynen dediğim gibi,” diye ekledi adam başım sallayarak. “Çok konuşuldu. Fiyat pazarlığına girişmek… yanlış bir işti.” Gazete kâğıdını açtı. Kâğıdın içinde küçük, kahverengi bir kutu vardı. Kutuyu açtı, içindekini kontrol ettikten sonra paketi yeniden sardı. Adam henüz işini tamamlamadan kapının çalındığı duyuldu. “Amerikalı çok dakik,” dedi Olga saatine bir göz atarak. Odadan çıktı. Bir dakika sonra yanında, Atlantik’in öte tarafından geldiği her halinden belli olan iriyarı, geniş omuzlu bir yabancıyla odaya girdi. Amerikalı gerek adamı gerekse kadını sert bakışlarla süzdü. 11 Agatha Christie’ “Bay Krassnine mi?” diye sordu adam nezaketle.

“Evet, benim,” diye yanıtladı Boris. “Sizden buluşma yeri olarak burayı, bu alışılmamış yeri saptadığım için peşinen özür dilemek isterim. Ama gizlilik çok önemliydi. Bu işle ilgim olduğunun anlaşılması riskini göze alamazdım.” Amerikalı nezaketle başını salladı. “Anlıyorum.” “Bu işlemle ilgili en ufak bir bilginin bile dışarı sızmayacağı konusunda sözünüze güvenebilirim değil mi? Alışveriş koşullarından biri de buydu.” Amerikalı başıyla onaylayıp, “Bu konuda anlaşmıştık,” diye ekledi. “Artık bana malı göstermenizi rica etsem?” “Para yanınızda değil mi, nakit olarak?” • , “Evet,” diye yanıtladı diğeri. Ancak parayı göstermek yönünde hiçbir hareket yapmadı. Kısa bir tereddütten sonra Krassnine paketi masanın üzerine bıraktı. Amerikalı paketi alıp ambalaj kâğıdını yırttı. İçindekiyle birlikte ışığın altına gitti ve büyük bir dikkatle inceledi. Paketin içindekinden mutlu olmuşa benziyordu, cebinden kalın deri bir portföy çıkarıp bir deste banknot çıkardı. Paraları Rusa uzattı.

Adam parayı teker teker saydı. “Tamam mı?” “Teşekkürler, mösyö. Tam anlaştığımız gibi, her şey yolunda.” “Aha!” dedi diğeri. Kahverengi kâğıt kutuyu kayıtsızca cebine soktu. Olga’nm önünde hafifçe eğildi. “İyi akşamlar, matmazel! İyi akşamlar, Bay Krassnine!” Dışarı çıkarak kapıyı arkasından kapadı. Odada kalanların bakışları karşılaştı. Adam diliyle kuruyan dudaklarım ıslattı. “Oteline dönüp dönemeyeceğini merak ediyorum.” Sözleşmiş gibi ikisi birden pencerenin önüne gittiler. Tam doğru zamanda hareket etmiş, adamın binadan yola adım attığını görebilmişlerdi. 12 Mavi Trenin Esrarı Adam sola dönerek yavaş adımlarla bir kez olsun etrafına bakınmaya gerek görmeden yol boyunca ilerledi. Karşıdaki evlerden birinin giriş kapısında gizlenen iki gölge sessizce onu izlemeye başladılar. İzleyenler ve izlenen gecenin karanlığında kayboldular.

Olga Demiroff mırıldandı. “Sağ salim evine varacak. Bu konuda endişe duymamalısın ya da bunu umut edebilirsin, artık her neyse.” Krassnine merakla sordu. “Onun güvende olduğundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” “Bu kadar çok parası olan bir adamın akılsız olması olanaksız,” diye yanıtladı Olga. “Tedbirini almıştır. Paradan konuşmuşken…” Kadın Krassnine’ i ısrarlı bakışlarla süzdü. “Evet ?” “Benim payım, Boris Ivanovitch?” Krassnine biraz isteksizce bile olsa kadına iki banknot uzattı. Olga soğuk, duygusuz bir tavır içinde teşekkür ettikten sonra paraları çorabının içine soktu. “İşte bu çok hoş,” dedi mutlulukla. Boris, onu merakla süzdü. “Hiç pişmanlık duymuyor musun, Olga Vassilovna?” “Pişmanlık mı? Niçin?” “Sakladığın şeyler nedeniyle? Kadınlar hatta diyebilirim ki kadınların büyük çoğunluğu, böyle bir şey için deli olurdu.” Olga üzgün bir tavırla başını salladı. “Evet, bunda haklısın. Kadınların birçoğunun böyle çılgınlıkları vardır.

Benim yok. Neyse, bazen ben de kuşkulanıyorum…” . Krassnine merakla sordu. ‘ “Hangi konuda?” “Amerikalı yanında taşıdığı pakete rağmen güvende… bundan kesinlikle eminim, ama ya sonra?…” “Yani? Aklında ne var?” 13 Agatha Christie Olga düşüncelere dalmış bir halde yanıtladı. “Hiç kuşkusuz onları bir kadına armağan edecek. Asıl ondan sonra neler olacağını merak ediyorum…” Kendini toparlayarak pencereye gitti. Birden haykırarak adamı yanına çağırdı. “Bak, işte yine yoldan geçiyor. Hani şu sana bahsettiğim adam.” İkisi birden dikkatle aşağıya baktılar. Zayıf, şık bir adam ağır adımlarla yoldan geçiyordu. Uzun bir palto giymiş, silindir şapka takmıştı. Sokak lambasının altından geçerken ışık bembeyaz, gür saçlarını aydınlattı. 14 Mavi Trenin Esrarı 2. BÖLÜM Mösyö le Marquis Beyaz saçlı adam sakin bir şekilde yoluna devam etti, hiç acelesinin olmadığı, çevreyle de pek ilgilenmediği anlaşılıyordu.

Sağa sonra tekrar sola döndü. Zaman zaman kendi kendine bir şarkı mırıldanıyordu. Birden durarak, çevreden gelen seslere kulak kesildi. Bir gürültü duymuştu. Bu patlayan bir lastikten kaynaklanıyor olabilirdi ya da belki biri ateş etmişti. Dudaklarında tuhaf bir gülümseme belirdi. Daha soma aynı kayıtsız tavır içinde yürümeye devam etti. Bir sonraki köşeden döndüğünde onu şok edecek bir manzarayla karşı karşıya kaldı. Bir kanun adamı elindeki not defterine bir şeyler yazıyordu. Çevresine ise birkaç kişi toplanmıştı. Beyaz saçlı adam onlardan birinden bilgi istedi. “Burada bir şey mi oldu?” “Metis oıu’* ) mösyö! İki sokak serserisi yaşlı bir Amerikalıyı soymaya çalışmışlar.” “Peki adama bir şey olmuş mu?” “Yoo hayır.” Adam güldü. “Adamın cebinde tabancası varmış, daha diğerleri ona bir şey yapmaya fırsat bulamadan adam onları öyle bir kurşun yağmuruna tutmuş ki serseriler korkuyla kaçışmışlar.

Polise gelince her zaman olduğu gibi yine çok geç geldi.” ^Eve^ 15 Agatha Christie “Aha!” diye mırıldandı beyaz saçlı adam. Adamın ruh halinde en ufak bir değişiklik görülmüyordu. Aynı kayıtsız ve sakin gece gezintisine devam etti. Kısa bir süre sonra Seine Nehri’ni geçerek, kentin daha zengin yörelerinden birine ulaştı. Yirmi dakika kadar sonra sakin, seçkin caddelerden birindeki belirli bir binanın önünde durdu. Burası pek dikkat çekmeyen bir dükkândı. Antikacı D. Papopolous reklama asla gereksinim duymayacak kadar ünlü biriydi ve zaten ticari faaliyetlerinin çoğunu, dükkanındaki masasının dışında hallediyordu. Bay Papopolous’un Paris’in ünlü caddelerinden Champs-Elysees’te çok şık ve büyük bir evi vardı. Aslında günün bu geç saatinde dükkânından daha çok orada olması beklenebilirdi ama beyaz saçlı adam neredeyse saklanmış denilecek şekilde monte edilmiş zili çalarken durumun bunun aksi olduğundan emin görünüyordu. Yine de zili çalmadan önce yolun alt ve üstünü hızla, dikkatli bakışlarla gözden geçirdi. Adam kendine güvenmekte haklıydı. Kapı açıldı ve altın küpeli, koyu renk tenli bir adam belirdi. “İyi akşamlar,” dedi yabancı.

“Efendiniz evde mi?” “Burada, ama akşamın bu saatlerinde randevusu olmayan konuklan kabul etmiyor.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir