Bediuzzaman Said Nursi – Kucuk Sozler

Bismillah her hayrın başıdır.2 Biz de önce onunla başlarız. Bil ey nefsim! Şu mübarek kelime, İslam’ın nişanı olduğu gibi bütün varlıkların da hal diliyle daimî virdidir. “Bismillah”ın ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle: Eskiden bedevî Arap çöllerinde bir adamın rahatça seyahat edebilmesi ve eşkıyanın şerrine uğramadan ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için bir kabile reisinin ismini alması ve onun himayesine girmesi gerekirmiş. Yoksa o adam tek başına, ihtiyaçlarıyla, sayısız düşman karşısında perişan olurmuş. İşte böyle bir seyahat için iki adam çölde yola çıkmışlar. Onlardan biri mütevazı, diğeri gururluymuş. Mütevazı olan, bir reisin ismini almış; öteki almamış. Reisin ismini alan, her yerde selametle gezmiş. Ne zaman biri yolunu kesse, “Ben filan reisin ismiyle geziyorum.” der, eşkıya da ona ilişemezmiş. Bir çadıra girdiğinde o reisin namıyla hürmet görürmüş. Mağrur olan ise seyahati boyunca öyle belâlar çekmiş ki, tarif edilemez. Daima titremiş, dilencilik etmiş; hem zelil hem rezil olmuş. İşte ey mağrur nefsim! Sen, o yolcusun.


Şu dünya ise bir çöldür. Aczin ve fakrın sınırsızdır. 3 Düşmanların ve ihtiyaçların sonsuzdur. Madem öyle, bütün kâinata dilencilik etmekten ve her hadise karşısında titremekten kurtulmak için şu çölün Ebedî Mâlik’inin ve Ezelî Hâkim’inin ismini al! Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki, sınırsız aczin ve fakrın ile seni sonsuz kudrete, rahmete bağlayıp Kadîr-i Rahîm’in dergâhında aczi ve fakrı en makbul bir şefaatçi yapar. Bu kelime ile hareket eden, askere kaydolup devlet adına iş gören ve hiç kimseden korkusu olmayan adama benzer. “Kanun namına, devlet namına” der, her işi yapar ve her şeye karşı dayanır. Başta demiştik ki: “Bütün varlıklar hal diliyle ‘Bismillah’ der.” Öyle mi? Evet, nasıl ki, bütün şehir ahâlisini zorla bir yere sevk eden ve çalıştıran bir adam görsen onun kendi adına, kendi kuvvetiyle hareket etmediğini, bir asker olduğunu şüphesiz bilirsin. O adam, devlet namına hareket eder ve bir padişahın kuvvetine dayanır. Aynen öyle de, her şey, Cenâb-ı Hakk’ın namına hareket eder. Zerre kadar tohumlar ve çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşır, dağ gibi yükleri kaldırır. Demek ki, her bir ağaç “Bismillah” diyerek rahmet hazinesinin meyveleriyle ellerini doldurur, bize tablacılık eder. Her bir bostan “Bismillah” der, içinde çeşit çeşit pek çok leziz yiyeceğin beraber pişirildiği, Cenâb-ı Hakk’ın kudret mutfağından bir kazan haline gelir. İnek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlardan her biri “Bismillah” diyerek rahmetin feyzinden birer süt çeşmesi olur. Bize hoş, temiz, âbıhayat gibi bir gıdayı Rezzak namına takdim eder.

Her bir bitkinin, ağacın, otun ipek gibi yumuşak kök ve damarları, “Bismillah” diyerek sert taş ve toprağı deler geçer. “Allah namına, Rahman namına” der, her şey ona itaat eder. Evet, dalların havada büyümesi ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve toprağın altındaki köklerin kolayca yayılması ve yer altında yemiş vermesi, hem o nazik, yeşil yaprakların, sıcaklığın şiddetine karşı aylarca yaş kalması da her şeyi tabiata bağlayanların ağzına şiddetli bir tokat vuruyor. Kör olası gözlerine parmağını sokuyor ve diyor ki: “En güvendiğin sertlik ve sıcaklık bile bir emirle hareket ediyor ve o ipek misali yumuşak damarlar, Hazreti Musa’nın (aleyhisselam) asâsı gibi, 4 َ اْل َح َجر uyarak emrineَ ـا ْن ُل َفق ِ ْب ا ْضـر ا َك َِع َص ب taşları yarıyor. O sigara kâğıdı gibi ince, nazenin yapraklar ise Hazreti İbrahim’in (aleyhisselam) azaları gibi, ateş saçan sıcaklığa karşı 5 إِ ر ِھی َم ب َعل ْ ٰ ٰ ْد بَر َ ًما َو َسلا ۤى نَار ُكونِي ًا ُ “.okuyor ayetini يَا Madem her şey mânen “Bismillah” der, Allah’ın nimetlerini O’nun namına getirip bize verir. Biz de “Bismillah” demeliyiz. Allah adına vermeli, Allah adına almalıyız. O’nun namına vermeyen gafil insanlardan bir şey almamalıyız.6 Soru: Tablacı hükmündeki insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi Cenâb-ı Hak bizden karşılık olarak ne istiyor? Cevap: Evet, nimetlerin asıl sahibi olan Allah, o kıymetli nimetlere, mallara karşılık üç şey istiyor: Zikir, şükür ve fikir. Başta “Bismillah”, zikirdir. Sonda “Elhamdü-lillah”, şükürdür. Ortada bu kıymetli, sanat harikası nimetlerin, Ehad ve Samed bir Zât’ın kudretinin mucizesi ve rahmetinin hediyesi olduğunu düşünmek ve anlamak ise fikirdir. Bir padişahtan kıymetli bir hediye getiren miskin bir adamın ayağını öpüp hediyenin sahibini tanımamak ne kadar ahmaklık ise, nimetlerin görünüşteki sahiplerini yüceltip sevmek ve asıl sahibi olan Allah’ı unutmak, ondan bin derece daha büyük bir ahmaklıktır.

Ey nefis! Böyle ahmak olmak istemezsen, Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle7 vesselam. 2 Cenâb-ı Hakk’ın ismi zikredilmeyen bir işin eksik kalacağına dair bkz. İbn Mâce, nikâh 19; Müsned 2/359; en-Nesâî, es-Sünenü’lKübrâ 6/127-128; Abdurrezzak, el-Musannef 6/189; İbn Hibbân, es-Sahîh 1/173, 174. 3 Bkz. Nisâ sûresi, 4/28. 4 “(Bir zaman da Musa, kavmi için su arayıp Allah’a yalvarmıştı.) Biz de ‘Asanı taşa vur!’ demiştik.” (Bakara sûresi, 2/60). 5 “(Ateşe şöyle ferman ettik Biz:) Ey ateş! Dokunma İbrahim’e! Serin ve selamet ol ona!” (Enbiyâ sûresi, 21/69). 6 Bkz. “Allah adına kesilmeyen hayvanın etini yemeyin!” (En‘âm sûresi, 6/121); “Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, incitmek suretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Allah’a da ahirete de inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan kimsenin durumuna düşmeyin.” (Bakara sûresi, 2/264). 7 Bu tür fiilleri Allah için yapanın imanının kemâle ermiş olacağına dair bkz. Tirmizî, sünnet 15; Ebû Dâvûd, kıyâmet 60; Müsned 3/438, 440.

İ İkinci Söz ح الر َّ َّ ْحم الر ِی ِم ن ٰ ِ اللّ ٰ ِ ْس ب ـ ِم ِه َّ ِذي َن َ ُون ْ ِمن ُؤ ي ْ ِب اْل َغی ِب 8 اَل manda ne kadar büyük bir saadet ve nimet, ne kadar büyük bir lezzet ve rahatlık bulunduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle: Bir vakit iki adam, hem keyif hem de ticaret için seyahate çıkarlar. Bunlardan kendini beğenmiş ve talihsiz olan bir tarafa, hakkı, hakikati tanıyan ve bahtiyar olansa diğer tarafa gider. Kendini beğenmiş adam, sadece kendini düşünmesinin, bencilliğinin ve her şeyi kötü görmesinin cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Her yerde aciz biçarelerin, zorba ve dehşetli adamların elinden ve zulmünden feryat ettiğini duyar, hazin, elemli bir hal görür. Bütün memleket, baştan başa bir matem yurduna döndüğünden, o adam şu elemli ve karanlık hali hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü ortalıkta dehşet verici cenazeler ve ümitsizce ağlayan yetimler görür, herkes ona düşman ve yabancı görünür. Vicdanı azap içinde kalır. Hakkı tanıyan, daima hak düşünen ve güzel ahlâklı olan adam ise nazarında pek güzel bir memlekete düşer. İşte bu iyi adam, gittiği her yerde büyük bir şenlik, her tarafta bir sevinç, bir eğlence, cezbe ve neşe içinde zikir meclisleri görür. Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürlerle umumi bir terhis şenliği vardır. O adam, sevinçli bir şekilde asker alımı için tekbir ve kelime-i tevhid nidalarıyla bir davul sesi, bir mûsikî işitir. Evvelki bahtsız adam hem kendisinin hem de bütün halkın elemiyle acı çekerken şu bahtiyar, hem kendisinin hem de herkesin sevinciyle mutlu olur, ferah bulur. O ticaretten güzel bir kazanç elde eder, Allah’a şükreder. Sonra döner, öteki adama rastlar.

Onun halini anlayınca şöyle der: “Yahu sen divane olmuşsun! İçindeki çirkinlikler dışına aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisi soymak ve talan etmek zannetmişsin. Gözünden şu musibetli perdenin kalkması ve hakikati görebilmek için aklını başına al, kalbini temizle! Zira son derece adil, merhametli, idaresi altındakilerin hukukunu gözeten, kudretli, intizamı seven, şefkatli bir Melik’in, göz önünde bu derece terakki ve mükemmellik eserlerinin sergilendiği bir memleket, senin zannettiğin gibi olamaz.” Sonra o bedbahtın aklı başına gelir. Pişman olur ve “Evet, ben sarhoşluktan divane olmuştum. Allah senden razı olsun, beni cehennem gibi bir vaziyetten kurtardın.” der. Ey nefsim! Bil ki, temsildeki birinci adam kâfir veya Allah’a isyan eden gafildir. Şu dünya onun gözünde baştan başa bir matem yurdudur. Bütün canlılar, ayrılık ve yokluk tokadıyla ağlayan birer yetimdir. Hayvanlar ve insanlar ise ecelin pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük varlıklar, ruhsuz, dehşet verici cenazeler hükmündedir. Küfründen ve dalâletinden kaynaklanan daha bunun gibi pek çok elemli, ezici, dehşetli vehim ona manevî bir azap verir. Diğer adam ise mümindir. Cenâb-ı Hâlık’ı tanır, tasdik eder. Onun gözünde şu dünya Rahman’ın bir zikir meclisi, insan ve hayvanların talim yeri, insanlarla cinlerin imtihan meydanıdır.

Bütün hayvan ve insanların ölümü ise bir terhistir. Hayat vazifesini bitirenler, yeni vazifelilere yer açılsın ve onlar gelip çalışsınlar diye bu fâni diyardan, manevî bir sevinç içinde, derdi, sıkıntısı olmayan başka bir âleme giderler. Hayvanların ve insanların doğumu ise askere, silah altına, vazife başına alınmaktır. Bütün canlılar vazifeli, sevinçli birer asker; işini doğru yapan, halinden memnun birer memurdur. İşitilen bütün sedâlar ise ya vazife başlangıcındaki zikir ve tesbihler, ya paydos esnasında duyulan şükür ve ferahlama nidaları veya çalışma neşesinden doğan nağmelerdir. O müminin nazarında bütün varlıklar, Seyyid-i Kerîm’inin ve Mâlik-i Rahîm’inin sevimli birer hizmetkârı, dost birer memuru, şirin birer kitabıdır. O talihli adamın imanından bunun gibi daha pek çok hoş, yüce, leziz ve tatlı hakikat tecelli eder, ortaya çıkar. Demek, iman cennetteki Tûbâ ağacının9 manevî bir çekirdeğini taşıyor. Küfür ise cehennemdeki Zakkum ağacının10 manevî bir tohumunu saklıyor. Demek ki, selamet ve emniyet yalnız İslamiyet’te ve imandadır. Öyleyse daima,

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir