Bediuzzaman Said Nursi – Otuz Uc Pencere

Apaçık bir şekilde görüyoruz ki: Her şeyin, bilhassa canlıların çok çeşitli ihtiyaç ve arzuları vardır. O arzuları, o ihtiyaçları ummadıkları, bilmedikleri ve ellerinin yetişmediği yerden uygun bir vakitte karşılanıyor, imdada yetiştiriliyor. 9 Halbuki o hadsiz arzuların en küçüğüne bile o muhtaçların gücü yetmez, elleri ulaşmaz. Mesela kendine bak: Görünen ve görünmeyen duyu ve duygularının ihtiyaç duyduğu şeyler gibi elinin yetişmediği ne kadar çok şeye muhtaçsın. Bütün canlıları kendine kıyasla… İşte bütün bunlar, birer birer, Cenâb-ı Hakk’ın varlığının vücûbiyetine şahitlik ve birliğine işaret eder. Hem güneşin ışığı güneşi gösterdiği gibi, bu hal ve keyfiyet bütünüyle, gayb perdesi arkasında bir Vâcibü’l-Vücud’u, bir Vahid-i Ehad’ı; Kerîm, Rahîm, Mürebbi (besleyip büyüten, terbiye eden), Müdebbir (hikmetle idare eden, çekip çeviren) unvanları içinde akla gösterir. Şimdi ey cahil inkârcı, gafil günahkâr! Her şeyin görerek, tam bir şefkat ve merhametle yapıldığı bu hikmetli faaliyeti neyle izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, aciz ve cansız sebeplerle mi?. 9 Bkz. Talâk sûresi, 65/3. İkinci Pencere Her şey, vücuda gelişi ve kendine has bir suret edinmesi esnasında, sonsuz ihtimaller içinde kararsız, şaşkın ve şekilsiz bir haldeyken, ona birdenbire gayet muntazam, hikmetli öyle bir şahsî yön veriliyor ki, mesela her insanın yüzünde, hemcinslerinin her birine karşı ayırt edici hususiyetler bulunur. O küçük yüz, iç ve dış duygularıyla tam bir hikmetle donatılır. İşte bu, o yüzün gayet parlak bir ehadiyet mührü olduğunu ispat eder. Her bir sima, yüzlerce yönden bir Sâni-i Hakîm’in varlığına şahitlik ve birliğine işaret ettiği gibi, bütün yüzlerde birden görünen mühür her şeyin, Hâlık’ına mahsus olduğunu akıl gözüne gösterir. Ey inkârcı! Hiçbir şekilde taklidi mümkün olmayan, yüzlerdeki şu tek tek imzaları ve bütününün gösterdiği parlak Samediyet mührünü hangi tezgâha havale edebilirsin? Üçüncü Pencere Yeryüzünde dört yüz bin farklı topluluktan 10 HAŞİYE oluşan bütün hayvan ve bitki türlerinin ordusu, apaçık görüldüğü gibi, ayrı ayrı erzakları, suretleri, silahları, elbiseleri, talimat ve terhisleriyle, tam bir ölçü ve düzen içinde, hiçbir şey unutulmadan, şaşırılmadan idare ve terbiye edilir.


Bu öyle bir mühürdür ki, o Vahid ve Ehad Zât’ın güneş gibi parlak bir mührü olduğu şüphe kabul etmez. Sınırsız bir kudret, kuşatıcı bir ilim ve sonsuz bir hikmet sahibinden başka kimin haddine ki, şu son derece harika idareye karışsın. Çünkü birbiri içine girmiş, karmaşık olan türlerin, milletlerin hepsini birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birine bile karışsa elbette karıştıracaktır. Halbuki لَ ْھ ال ِع فَا ْرج بَ َص َر ْ ِ 11 ُطُـور ف ِمن ٍ َرى ْ َت ayetinin sırrıyla, kâinatta hiçbir karışıklık alâmeti yoktur. Demek ki hiçbir parmak karışamıyor. 10 HAŞİYE Hatta o canlı türlerinden bir kısmı var ki, bir senedeki fertleri, Hazreti Âdem zamanından kıyamete kadar yaratılan bütün insanların sayısından fazladır. 11 “Çevir de bak gözünü, görebilir misin bir kusur?” (Mülk sûresi, 67/3) Dördüncü Pencere Kabiliyetlerinin diliyle bütün tohumlar, fıtrî ihtiyaç diliyle bütün hayvanlar ve çaresizlik diliyle bütün çaresizler tarafından edilen duaların makbul oluşudur. 12 İşte bu sonsuz duaların her birinin, açıkça görüldüğü üzere kabulü ve cevaplanması, O’nun vücûbiyetine ve birliğine şahitlik ve işaret ettiği gibi, hepsi birden, büyük bir ölçekte, apaçık şekilde, sonsuz merhamet ve kerem sahibi, bütün dualara cevap veren, Rahîm, Kerîm ve Mucîb bir Hâlık’ın varlığını gösterir, O’na baktırır. 12 Bkz. En’âm sûresi, 6/63; İsrâ sûresi, 17/67; Nemlsûresi, 27/62. Beşinci Pencere Görüyoruz ki, eşya, bilhassa canlılar, birdenbire olur gibi ani bir şekilde vücuda gelir. Bununla beraber, basit bir maddeden aniden çıkan şeylerin gayet basit, şekilsiz ve sanatsız olması gerekir. Halbuki her şey çok maharet isteyen güzel bir sanatla, çok zamana muhtaç ihtimam gösterilen nakışlarla donatılmış olarak, pek çok âlet gerektiren hayret verici sanatlarla bezenmiş ve çok maddeye muhtaç bir surette yaratılıyor. İşte birdenbire olan bu harika sanatın ve güzel suretlerin her biri, bir Sâni-i Hakîm’in varlığının vücûbiyetine şahitlik ve rubûbiyetinin birliğine işaret ettiği gibi, hepsi birden gayet parlak bir tarzda sonsuz kudret ve hikmet sahibi bir Vâcibü’l-Vücûd’u gösterir. Şimdi, ey sersem inkârcı! Haydi, bunu neyle izah edersin? Senin gibi sersem, aciz, cahil tabiatla mı? Veyahut sonsuz derecede hata ederek o mukaddes Sâni’ e “tabiat” ismini verip, O’nun kudret mucizelerini isimlendirmek bahanesiyle her şeyi tabiata dayandırıp bin derece muhali birden mümkün kabul etmek mi istersin? Altıncı Pencere ِمن ال َّسم ْ َ ّالله ِمنَ ا ِء ۤ ٰ ُ أ َم َ َل ْز نَ الن وَ ا ۤ یَن ا َس َّ ُع ْ َبم فَ ِر ِ ا ال ْ ال َو َّت ال ِي ِي تَ ْجر فِي بَح ْ ف ْ ْك لُ َار َّھ الن ِ ِ الل وَ اخ َو ِ ْیل َّ َلا ِف ْ ِض تِ الأ َو ْ ْ ْق ل ا ِت َ ال َّس ٰمو ر َ ِ ِن إ فِي خَ َّ ْوم َلا َا ٍت ٍ لِقَ ٰ الأ َو ي ْ ْرض َ ِ َم ّ ا ِء ۤ ال بَ ْی َن السَ َّر ُم َسخ ْ ال ِّریَاح ال َّسح َو َا ِب ِ تَ ْصر ِ َد وَ ی ِف ِ ِمن ِّ ُكل ابَّ ٍة۞ ۤ بَث َو فِیھَا ْ َمو َّ الأ بَعْ َد ْ تِھَا ْ ب َ ْرض َ َم َح فَأ ْیَا ِھ ِ ا ٍء ۤ 13 ُون یَ ْعقِل َ Şu ayet, Cenâb-ı Hakk’ın varlığının vücûbiyetini ve birliğini gösterdiği gibi, bir ism-i âzama da işaret eden gayet büyük bir penceredir. Ayetin özünün özü şudur: Kâinatın yüksek ve aşağı tabakalarındaki bütün âlemler ayrı ayrı dillerle bir tek neticeyi, yani bir tek Sâni-i Hakîm’in rubûbiyetini gösteriyor.

Şöyle ki: Nasıl göklerde –hatta astronominin de itirafıyla– gayet büyük neticeler için gayet muntazam hareketler, bir Kadîr-i Zülcelâl’in varlığına, birliğine ve kusursuz rubûbiyetine işaret eder. Aynı şekilde, yeryüzünde apaçık görülen –hatta coğrafyanın da şahitliği ve kabulüyle– gayet büyük faydalar için mevsimlerdeki gibi gayet muntazam değişimler de o Kadîr-i Zülcelâl’in vücûbiyetini, birliğini ve mükemmel rubûbiyetini gösterir. Hem nasıl ki, karada ve denizde rızıkları tam bir rahmetle verilen, tam bir hikmetle çeşitli şekiller giydirilen ve kusursuz bir rubûbiyet altında türlü türlü duygularla donatılan bütün hayvanlar, tek tek yine o Kadîr-i Zülcelâl’in varlığına şahitlik ve birliğine işaret eder. Bununla beraber, bütün bir cins olarak gayet geniş bir ölçekte O’nun ulûhiyetinin büyüklüğünü ve rubûbiyetinin kemâlini gösterirler. Aynen öyle de, bağlardaki muntazam bitkiler, onların ziynetli çiçekleri , çiçeklerin gösterdiği ölçülü meyveler ve meyvelerdeki süslü nakışlar birer birer yine o Sâni-i Hakîm’in varlığına şahitlik ve birliğine işaret eder. Hem külliyetleriyle gayet şaşaalı bir surette O’nun rahmetinin güzelliğini ve rubûbiyetinin kusursuzluğunu gösterirler. Hem nasıl ki, mühim hikmetler, gayeler, lüzumlu faydalar ve neticeler için vazifelendirilen ve gökyüzündeki bulutlardan gönderilen damlalar, sayıları adedince yine o Sâni-i Hakîm’in vücûbunu, birliğini ve rubûbiyetinin kemâlini gösterir. Aynen öyle de , yeryüzündeki bütün dağların ve onların içindeki madenlerin ayrı ayrı hususiyetleriyle beraber ayrı ayrı faydalar için hazırlanması ve depolanması, dağ kadar sağlam bir delille yine o Sâni-i Hakîm’in vücûbunu, birliğini ve rubûbiyetinin kemâlini gösterir. Hem nasıl çöl, ova ve dağlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmesiyle her biri bir Sâni-i Hakîm’in vücûbuna şahitlik ve birliğine işaret eder; bununla beraber, onların hepsi birden o Zât’ın saltanatının haşmetini ve rubûbiyetinin mükemmelliğini gösterir. Aynen öyle de, bütün ot ve ağaçlardaki yaprakların türlü türlü, muntazam şekilleri, ayrı ayrı halleri ve cezbeli, ölçülü hareketleri, yapraklar sayısınca yine o Sâni-i Hakîm’in varlığının vücûbiyetini, birliğini ve rubûbiyetinin kusursuzluğunu gösterir. Hem nasıl ki, gelişip büyüyen bütün canlılar, büyüme zamanında düzenli hareketleri, türlü türlü uzuvlarla donatılmaları ve çeşit çeşit meyveye şuurlu bir şekilde yönelmeleriyle, tek tek yine o Sâni-i Hakîm’in varlığının vücûbiyetine şahitlik ve birliğine işaret eder. Ve nasıl ki, onların hepsi birden gayet büyük bir ölçekte O’nun kudretinin enginliğini, hikmetinin kuşatıcılığını, sanatının güzelliğini ve rubûbiyetinin kemâlini gösterir. Aynen öyle de, bütün hayvanların bedenlerine nefisleri ve ruhları tam bir hikmetle yerleştirmek, onları türlü türlü donatmak, tam bir intizamla silahlandırmak, çeşit çeşit hizmetlere noksansız bir hikmetle göndermek; hayvanlar adedince, belki onların uzuvları sayısınca yine o Sâni-i Hakîm’in varlığının vücûbiyetine ve birliğine şahitlik ve işaret ettiği gibi, hepsi birden gayet parlak bir surette O’nun rahmetinin güzelliğini ve rubûbiyetinin kemâlini gösterir. Hem nasıl ki, bütün kalblere, insan ise her çeşit ilim ve hakikati bildiren, hayvan ise her türlü ihtiyacını karşılamayı öğreten, gayb âleminden gelen bütün ilhamlar bir Rabb-i Rahîm’in varlığını hissettirir ve rubûbiyetine işaret eder. Aynen öyle de, kâinat bostanındaki manevî çiçekleri toplayan gözlerin feri gibi, iç ve dış bütün duyguların, duyuların ayrı ayrı âlemlere birer anahtar olması yine o Sâni-i Hakîm’in, Fâtır-ı Alîm’in, Hâlık-ı Rahîm’in, Rezzak-ı Kerîm’in varlığının vücûbiyetini, birliğini, ehadiyetini yani her varlıkta ayrı ayrı görülen birlik tecellisini ve rubûbiyetinin kemâlini güneş gibi gösterir.

İşte yukarıda geçen şu on iki ayrı ayrı pencereden on iki yöne, on iki renkli bir hakikat ışığı ile Cenâb-ı Hakk’ın ehadiyetini, birliğini ve rubûbiyetinin kusursuzluğunu gösteren büyük bir pencere açılıyor. İşte ey bedbaht inkârcı! Yeryüzü dairesi kadar, belki onun senelik yörüngesi kadar geniş olan şu pencereyi neyle kapatabilirsin? Ve güneş gibi parlak olan şu nur madenini nasıl söndürebilir, hangi gaflet perdesinde saklayabilirsin?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir