Behçet Çelik – Yazyalnızı İki Deli Derviş

Kaç zamandır aynı sokaklarda dolaşıyorum, bilmiyorum. Işıklı, vitrinli, insanlı sokaklardan daha loş ve sakin olanlarına vardım. İşte, balıkçılar da toplamaya başladılar tezgahlarını. Satıalar, “Buyur ağbi,” demese, hiç ayrılmam şu yeşillikçinin öni,inden. Marul, turp, havuç ve kırmızılahanadaki renk cümbüşü gözlerimden başlayarak her yanımı dinlendiriyor. Alnımı dalayan soğuk da oradan başlıyor masajına. Bir şeyler içsem, o da içerimi kuşatsa. “Buyur ağbi.” “Bakmıştım öyle.” Yanıt vermesem olmaz. İnsan susmayı bilmeli. Ah yeşillikçi, benden renkleri kaçırdığın yetmiyormuş gibi, meyhaneyi de aldın. Susmayı bilmeyenlerin mekanıdır meyhane, çekemem bu gece. Gelir, oturur biri, çan çan anlatır, daha kötüsü, bana da anlattırır. Şöyle ucuz, müşterisi suskun, efendi bir meyhane olsa … Nurhayat’la bazı akşamlar gittiğimiz kafeteryanın karşısında bir tane var”” dı.


Bazen o konuşurken, pencereden bakıp meyhanenin içini görmeye çalışırdım. Hep ç�kerdi beni, balığı ve kalabalığıyla … 17 Güzel. Cama fiyatları yazmışlar. Lüfer on beş, palamut, istavrit on bin. Çarşıda kaçaydı bunlar? Alıp evde mi yapsam yoksa? İçeridekilerin filmlerdeki bilge balıkçılar gibi, gerekmedikçe konuşmayan kimseler olduğunun garantisi yok. Vazgeçsem mi balıktan? Her türlü baş ağrısı; alacaksın, temizleyeceksin, salatası, cartı, curtu … Bir soğuk kaldı, alnımı kuşatmış, beni teselli eden. Hasta olduğum geceler annemin alnımı ovması gibi ya da yine hastayım da, ateşler içindeki alnımı cama dayamışıin. Hastalıktan beter, dayak yemiş gibiyim bu gece. Sanırım, biraz da sürdürmek istiyorum bunu, meyhaneden falan kaçışım ondan. Kendime kızıyorum. İyi de … Ne yesem? Böyle bir akş3:mda yine de yemeği düşündüğüme göre o kadar da etkilenmemiş olmalıyım bugün olanlardan. Şu mezeciden bir şeyler mi alsam? Olmaz, buraya giremem. Bir akşamüstü onunla buradan ekmek arası “mormeze” almıştık. Satıcıya, “Mormeze,” dediğimde nasıl da gülmüştü uzun uzun. Bugün de, benimle konuşurkenki neşesi, gülüşü bir yandan beni sevindiriyordu, günlerdir neşesiz ve solgundu.

Bir yandan da içinde bulunduğum saçma durumu açık seçik hale getiriyordu. İşyerinden birlikte çıkmıştık. Ona söylemeyi tasarladıklarımla ilgili ve suskundum. O ise her şeyle ilgili gibiydi. Daldan dala atlıyordu. Müdürün attığı fırçanın ne kadar haksız olduğunu söyleyip fikrimi soruyordu sıkkın bir sesle. Tam yanıtlayacakken, bir dükkandaki yapma çiçeklere neşeyle saldırıyor, ne kadar güzel olduklarını haykırıyor, malzemesinin ne olabileceğini soruyordu. Ben cama biraz yaklaşıp, çiçeklerin ana maddesini anlamaya çalışırken, o çoktan eski bir anısını anlatmaya başlamış oluyordu. Olsun. Neşeliydi ya. Suskunluğum da anlaşılmıyordu böylece. Sonunda başka bir mezeciye girdim. Geçen gece bir arl�.adaşımla sucuklu yumurta yemiştik. “Kerhane işi,” 18 demiş, ne bulduysa atmıştı içine.

Bu akşam da evde yapıp yiyebilirim. Yapması da kolay. Meyhanedeki balık fiyatı kadar sucuk aldım. Bana üç akşam yeterdi, balıktan daha karlı olmuştu. Bir an dışarıdan baktım kendime. Genç bir adam, bir elinde sucuk, yumurta ve ekmek dolu poşet, ötekinde gazete ve almadan edemediği haftalık mizah dergisi. Lise yıllarımı anımsadım. O yıllarda bu genç adamı görsem, nasıl da imrenirdim. Yalnız yaşadığı eve sucuklu yumurta yemeye giden biri. Ben�e şimdi, lise yıllarını özlüyorum, O zamanlar yaşadığım kentte de akşamlan çarşıyı tavaf ederdim saatlerce. O zamanlar da hoşlandığım bir kız vardı. O da beni reddetmişti. Buraya kadar her şey aynı. Hatta, bugünkü başıma buyrukluğum, akşam gecikeceğim diye kimseye telefon etmem gerekmemesi gibi olumlu gelişmeler de var. (Ah Nurhayat! Belki de kısa bir süre sonra, gecikeceğim akşamlar seni aramam gerekecekti, ne güzel!) Lisede hoşlandığım kız, “Ben senin gibi on tanesini çekip çeviririm, sen kim oluyorsun çocuk,” diyerek gerisin geri göndermişti beni.

Nurhayat, yumruk yemişe çevirdi, darmadağın etti. Yeniden dönsem lise yıllarına, yeniden yaşasam o birkaç geceyi. Arkadaşlarımı esir alıp defalarca o kızı anlattığım geceleri. Şimdi kimseler yok anlatabileceğim. Durakta çok beklemesem otobüsü, zamanında gelse Nurhayat gibi. Her sabah, tam dokuzda nasıl mutlu ederdin beni içeri girişinle. İşe gitmeyi iple çeker olmuştum. Offff! Ne yapacağım yarından sonra işyerinde?! Yüzüne nasıl bakacağım? Şu gelmeyen otobüs gibi geç gelmeni isterim. Sen gelmeden, müdür beni bir yerlere göndersin. Y� da ben geç geleyim. Merak etsin, üzülsün, pişman olsun bugünkü konuşmamıza. Uykusuz bir gecenin yorgunu, gözaltlarım şiş, sakal tıraşı olmamışım … Beni görünce sevinse� “Seni merak etmiştim,” dese. Bir an sevimli görünsem gözüne. Onun için uykusuz kalmış, 19 onun için mutsuz olmuşum, az şey mi? Tabii ki az. Umurundaydı benim uykusuzluğum.

Gelmesem fark etmez bile. Hemen, bugün olanları anlatır ötekilere. Üzülmüş gibi yapar, yapması gerekir, ondan bunu beklerler; reddettiği erkek için üzülmesini. Kısık sesle, sözcüklerin arasına “tıss”lar, “puff”lar yerleştirerek, “Benim için kendisini harcamaz umarım, ben onu üzmek istemem, iyi biri sonuçta,” der. Ona hak verir, ben anlatsam bana hak verecek olanlar. Belki bir bilgiç çıkar, Nurhayat’ı çekemeyen, hatta bana uzaktan göz koymuş biri. (Var mı ki böyle biri? Belki o kızıl saçlı sekreter!) “Yok canım,” dese, “Erdal Bey’ den mecnunluklar beklemem, kaldı mı böyle aşklar?” O zaman, beklesen de, “Beklerim,” diyemezsin Nurhayat, beklemesen de, “Beklemem,” diyemezsin, apışıp kalırsın. O sıra ben dalarım içeri. Sessizlik. Yüzümde gülümseme. “İyi günler herkese!” Otobüs boş sayılır, karşımda oturan kadın fakülteden bir kız arkadaşıma benziyor. Onun biraz yaşlanmışı. Yine de dar siyah kot pantolonu, bol kazağıyla öğrencileri andırıyor. Üzgün bir hali var. Kim bilir neye sıkıldı canı, günün yorgunluğu da olabilir.

Bir an göz göze gelsek. Gülümsesem, gülümsese … Gözü elimdeki poşete takılsa. “Sucuklu yumurta sever misiniz?” “Efendim.” “Sucuklu yumurta dedim, sever misiniz? Severseniz birlikte yiyelim. Üstelik üzgün görünüyorsunuz.” Gelse benimle. Birlikte hazırlasak, yoo, ben hazırlarım, aman ne olacak, ne kadar işi var sucuklu yumurtanın. Yesek, yerken konuşsak ondan bundan. Konuştukça yüzü gülse. Nurhayat uzaklaşsa. Ne memleket ya! Otobüste bir kadına sucuklu yumurta sevip sevmediğini soramazsın. Bir barda olsan, “Cin tonik sever misiniz?” diye söze başlayabilirsin’. Hatta lüks bir barda sucuklu yumurtayı da sorarsın. “Bloody 20 Mary içiyorsunuz, biliyor musunuz, buna en iyi cilayı sucuklu yumurta çeker.” Kadın kalktı, düğmeye bastı, az sonra inecek.

Göz göze gelmeye çalışıyorum. Bakmıyor bana. Gelmeyecek benimle. Hem gelse ne olacak? Yeni bir “şey” mi başlayacak? Bir süre sonra o da Nurhayat gibi; “Sen bittin,” demeyecek mi? Ben bitmişim. Beni hoş bulurmuş bir ara. Şimdiyse tanımış beni. Bitmişim. Tanımış da, kötü bir şeyimi mi öğrenmiş? Hayır. Salt tanımış ve ben bitmişim. Nasıl tanımaksa … Evde spor yaptığımı bilir mi? Bilmez. Dostlarımın bana “feylezof” demelerinin hikayesini bilir mi? Nerde! Çocukluğumun nerde, nasıl geçtiğini, en sevdiğim yemeği, onu niçin sevdiğimi, düşlerimi bilir mi? Bir gün İspanya’ya gitmeyi kafaya koyduğumu, evde İspanyolca çalıştığımı bilebilir mi? Nasıl tanır beni öyleyse? Sevdim mi, nasıl sevdiğimi anlatan mı oldu ona? Eski filmleri, uzak köyleri, koyu renk gözleri, ıspanaklı böreği sevdiğimi bilir mi? Ev işlerinde titiz olduğumu, ama tıraş olmayı sevmediğimi biri mi anlattı? Eski ilişkilerimi mi duydun, işyerindeki bordromu mu gördün? Hem tanıdınsa tanıdın. Bittin ne demek? Ben seni tanıdıkça sevmedim mi? Bir akşamüstü mahallenizdeki yaşlı kadını anlattığında, “Yaşlı kadınları, adamları ne çok severim,” dediğinde daha çok sevmedim mi seni? Daktiloda hep üzerini gördüğüm ellerinin içini ilk gördüğüm gün, beğenmedim mi ellerini? Tanımadan beğenemezdim ki. “Elini tanıdım. Elin bitti artık benim için,” dedim mi? Bir gece rüyama girince, seni daha yakın hissettim. Tırnağın kırılıp ağladığında, doğal buldum seni.

Etek giydiğin günler daha kadınsı oluyordun, öyle günlerde daha çok tutulmadım mı sana? Bittin mi benim için? Bugün yeniden başlayacaktı belki, başlayacaktık. Sen tuttun, “Bittin,” dedin. 21 . ( Bitmiş de olabilirim. Sen bunu bilemezsin. Gerçekten bittim galiba. Tükendim. Canım bir lokma bile istemiyor sucuklu yumurtadan.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir