Çerkes Ethem – Anılarım

“Genel Savaş’ın sonucu olarak en ağır şartlarla Mondros Ateşkesini kabul ettirmesine rağmen, galip devletler ateşkes hükümlerini bozmaya başlayınca, Osmanlı Devleti ve halkı adına özgürlük ve bağımsızlığı korumak amacıyla İzmir’de kurulan gizli cemiyetin kararıyla ben ilk isyan bayrağını tam iki buçuk yıl önce açmıştım. Ve şimdiki müfrezeme yakın bir maiyetle halkı önce fikren hazırlamaya buralarda başlamıştım. Aradan çok zaman geçti. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine milleti, İzmir’e doğru sevk ve tahrik ile işgalci orduya karşı vatanı savunmaya giderken yine bu köyden geçmiştim. O zamandan beri bin türlü zorluklarla ve engellerle, genel kurtuluşu sağlayacak o haklı davamızı başarıyla sona erdirmek üzere bulunduğum bir sırada, manen ve maddeten perişan bir halde yine bu muhite düşmüş bulunuyordum. Evet, talih ile ihanet el ele verince neye muktedir olmazlardı. Ben görüyordum ki, mücadele müddetimin son ayları zarfında dava ve vatan arkadaşlarım diye yıllardan beri bütün varlığımla koruduğum bazı siyasi rakiplerimin amansız husumetine maruz, kalmış bulunuyordum. Uğursuz hastalığım da bunun üzerine binmişti. Bilemiyordum, talih bana niye küsmüştü? Neden yüz çevirmişti?” Çerkes Ethem Ben Kimim? Ben kimim? Ben emlak ve arazi sahibi, mesut ve müreffeh yaşayan ve aynı zamanda “Ekmeğinin hasmı” denecek kadar cömert bir ailenin evladıyım. Merhum babam Ali Bey, malikanesinin bulunduğu Bursa vilayetinde şeref ve haysiyeti ile tanınmış kimseydi. Ben, babamın çok sevdiği en küçük oğlu, ağabeyimin de evlatlarına tercih ettiği bir kardeşiydim. Subay ve kurmay değilim. Askerlik mesleğine girmeyi çocuklukta çok istedimse de rahmetli babam iki büyük kardeşimin asker olmalarını yeter görmüş olacak ki, beni bu şereften mahrum etti. Bununla beraber ben aynı hevesle on dokuz yaşımda babamın bedel-i nakdi vermesine meydan bırakmadan İstanbul’a kaçmış, nefer olarak süvariliğe girmiş, okur yazar olduğumdan pek de zorlanmadığım halde talimhanelerde staj görmüştüm. Terhis tezkeremi başçavuş olarak aldım.


Daha sonra Balkan Savaşı sırasında İstanbul’a geçerek Bakırköy’de bulunan süvari subay mektebine ayrılmış ve bir müddet geçince de süvari subay vekili olarak Çürüksulu Mahmut Paşa kolordusunun karargah muhafız bölüğünde bulunmuştum. Bu kolordunun Bulgarlarla Çongri’de yaptığı savaşı yakından görerek o kargaşalık arasında mensup olduğum karargahla Çatalca’ya dönmüştüm. Daha sonra bölüğümle tekrar tatbikat mektebine gittim. Orada birkaç ay kalarak Bandırma’da ailemin yanına geldim. Fiili olarak askerlik hayatım bundan ibarettir. Teorik olarak ise iki büyük kardeşim Harbiye mektebinden her sene izinli olarak geldiklerinde beraberlerinde getirdikleri askerlik kitaplarını, çiftlikte okurdum. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk senesinde büyük kardeşim Reşit Bey’in kendi başına askeri ve politik bir amacı olan, Kürtlerden ve başka milletlerden toplanmış “Teşkilat-ı Mahsusa” kuvvetleri ile Ruslara karşı, daha sonra İran’ın güneyinde İngiliz bölgesinde ve Efgan sefer heyetinde bulundum. Pek uzun sürecek olan bu maceralardan bahsetmeyeceğim. Ben kuvvetlerim için talim ve terbiye fırsatı bulamadım. Fakat onları kahramanca döğüştürmeye alıştırdım. Ve devamlı olarak silah elimde yaşadım. Askerlerim de her zaman silahlı idiler. Hele Birinci Dünya Savaşı bozgunundan sonraki milli bölünme, fikir 7 değiştirme, silah azlığı dikkate alınırsa, şahısları seçmekte ne kadar isabetli olmak gerektiği meydana çıkar. Bana karşı iki itham ileri sürülmüştür. İdam cezalan vermek ve haraç almak.

Kuvvetlerimin bulunduğu yerlerde irtikap, rüşvet, gasp, hırsızlık pek az olurdu. Bunun sebebi, suçluları ara sıra sehpay-ı adalete havale etmekliğimdir. Ne gibi hallerde nasıl cezalar verdiğimi, Yozgat ve Düzce isyanı hareketleri sırasında anlatacağım. İsyan olan yerlerde göreve yolladığım bazı müfreze komutanları uygunsuzluk yapmış olabilirler. Bunu da kaydederim. Seyyar haldeki kuvvetlerimin iaşelerini kendi yöntemlerimle temin ederdim. Bir yerde kaldığımız zamanlarda da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden önce Müdafaa-i Hukuk, ve işgalden sonra da Redd-i İlhak ve daha sonraları Müdafaa-i Milliye cemiyetleri vasıtasıyla askerlerimi besletirdim. Maaşlarımı da bu cemiyetler vasıtasıyla verirdim. İşgalden önce Yunan tehlikesi belirdiği zaman İzmir Valisi Rahmi Bey’den elli bin lira ve isyanları bastırma sırasında Adapazarı tüccarlarından Arapzade bilmem kimden elli bin lira, bir de Karacabey eşrafından birisinden beş bin lira almıştım. Cepheleri teşkil etmek, kuvvetlerimi tutmak, itilaf devletlerinin işgalindeki Afyon ve Kütahya mühimmat depolanndan gizlice cephane alabilmek için bana para lazımdı. Kütahya-cephaneliğinin kaçırılması mücadelemiz için büyük kayıp olmuştur. Hafız Bey komutasında Akhisar ve Salihli’den yolladığım bir süvari birliğinin nümayişi ile Kütahya’daki İngilizleri ürküterek cephaneliği kendi nezaretimiz altına almıştık. Fakat Hafız bana lazım olduğundan kendisini geri aldım. Bir müddet sonra cephaneliğin İngilizler tarafından İzmit’e taşındığını haber alarak beynimden vurulmuşa döndüm. Bana bu haberi veren alay komutanı “Gebeş” lakaplı Haydar bir ay süren nakil işini bizden gizli tutmuştu.

Bu cephanelik böylece elden gitti. Birgi: 1919 Kasım sonlarına doğru Sivas’tan Ankara’ya gelen Heyet-i Temsiliye’nin de tamimi ile İzmir milli cephesi merkezlerinde ve bütün Anadolu vilayetlerinde milletvekili seçimlerine başlanmış8 tı. Yunan ordusu da tam bu sırada Ödemiş’den kuzeye doğru Bozdağ yaylalarını hedef tutan bir askeri harekete girişmişti. Yunanlıların bu taarruzdan maksatları Nazilli’den idare edilen güney cephesi ile merkezi Salihli olan batı ve merkez cephesi arasındaki dağlık ve az meskun yerleri elde ederek hem Kuva-yı Milliye aleyhine kışkırtmak, hem de bir seneden beri süren savaşlar sonunda Avrupa ve Yunan gazetelerinde tek tük görülen başarısızlık haberlerinin tesirini gidermekti. Yunanlılar Bozdağ’ı işgal edecek olurlarsa Yunan ordusu gerilerini tehdit eden akıncı kollarımızı desteksiz bırakacaklar, kendilerini de O görünmez tehlikeden kurtarmış bulunacaklardı. Yunanlılar Ödemiş’in kuzeydoğusunda Birgi nahiye merkezini iki piyade taburu ile işgal ettiler. Zaten Ödemiş ilk zamanlarda Yunan eline düşmüş bulunuyordu. Birgi, merkezi Salihli olan batı cephesi ile güney cephesinin birleşme noktasını teşkil eden bir yerde olup Bozdağ yaylasına yakındır ve Demirci Efe’nin adamlarından Mestan Efe’nin idaresinde bulunuyordu. Demirci Efe ile muhabere ederek Yunan birliklerine karşı ortak bir harekete geçmeyi kararlaştırdık. Ben Salihli’den dört yüz mevcutlu bir müfreze yolladım. Bu müfrezenin başına tecrübeli arkadaşlardan Gavur Ali’yi tayin ettim. Harekete o zamana kadar Kuva-yı Milliyeci görünen Alaşehirli Mustafa Bey de katılacaktı. Bozdağ grup komutanı Sarı Efe(Albay Edip Bey) Ödemiş’in kuzeyindeki Salihli cephesinin sol kanadına hücum eden bir başka Yunan kolu ile çarpışıyordu. Birgi üzerine taarruz eden birliklerimiz ilk baskında Yunanlılan kovmayı başardılarsa da geriden yetişen imdat kuvvetlerine karşı yenilerek çekildiler. Birgi Savaşı’nda şehit olanlardan başka Gavur Ali Bey de dahil olmak üzere on beş kadar arkadaşımız yaralı olarak esir düşmüşlerdi.

O günlere kadar Yunanlıların eline esir düşen subay ve askerlerimiz İzmir’e götürülür, basit bir soruş – turmadan sonra kurşuna dizilirdi. Biz de doğal olarak birliklerimizin esir ettiği Yunan subay ve askerlerini öldürürdük. Ben iki taraf için de insanlık dışı olan bu duruma engel olmak için adını hatırlayamadığım, Salihli’ye kontrol için gelen ve İzmir’e serbestçe seyahat edebilen bir Fransız subayı vasıtasıyla Yunan olağanüstü komiseri İskirkiyadis’e haber yollamıştım. Fransız subayı, olağanüstü komiserin Yunan başkomutanlığı ile muhabere ederek mübadele usulünü kabul ettirmeye çalışacağını vaadettiğini söyledi. Fakat bu teşebbüs hayli zaman önce olmuştu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir