David Eagleman – Ve; Sonraki Hayattan Kırk Öykü

Ölümden sonra tüm deneyimlerinizi yeniden yaşarsınız ama bu defa olayların dizilimi farklıdır: belli bir niteliği paylaşan tüm anlar biraraya toplanır. İki ayınızı evinizin önünden geçen caddede araba sürerek, yedi ayınızı seks yaparak geçirirsiniz. Gözlerinizi hiç açmadan otuz yıl uyursunuz. Tam beş ay dergi karıştırarak tuvalette oturursunuz. Tüm acılarınızı bir defada, yirmi yedi saatlik yoğun bir süreç içinde yaşarsınız. Kemikler kırılır, arabalar çarpışır, deri kesilir, bebekler doğar. Bunları atlattıktan sonra ölüm sonrası yaşamınızın geri kalanı acısız geçer. Ama bu hep keyifli geçeceği anlamına gelmez. Altı gününüzü tırnak keserek geçirirsiniz. On beş ayınızı kayıp eşyalarınızı arayarak. On sekiz ay kuyrukta beklersiniz. İki yılınızı sıkılarak, otobüs penceresinden dışarı bakmakla, havaalanı terminalinde oturmakla geçirirsiniz. Bir yıl kitap okursunuz. Gözleriniz acır ve kaşınırsınız çünkü iki yüz günlük yıkanma maratonu zamanınız henüz gelmemiştir. İki haftanızı öldükten sonra ne olacağını düşünerek geçirirsiniz.


Bir dakika boyunca düştüğünüzü hissedersiniz. Yetmiş yedi saatinizi akıl karışıklığıyla geçirirsiniz. Bir saat boyunca birinin ismini unuttuğunuzu fark edersiniz. Üç hafta boyunca yanıldığınızın farkına varırsınız, iki gününüzü yalan söyleyerek geçirirsiniz. Altı hafta yeşil ışığın yanmasını beklersiniz. Yedi saatinizi kusarak geçirirsiniz. On yedi dakika boyunca katıksız bir sevinç yaşarsınız. Üç ay çamaşırlarınızı yıkarsınız. On beş saat imza atarsınız, iki gün ayakkabı bağlarsınız. Altmış yedi gününüzü kırık kalple geçirirsiniz. Beş hafta yolunuzu kaybetmiş halde araba kullanırsınız. Üç gün restoran bahşişlerini hesaplarsınız. Elli bir gün ne giyeceğinize karar verirsiniz. Dokuz gün neden söz edildiğini biliyormuş gibi davranırsınız. İki hafta para sayarsınız.

On sekiz gün buzdolabının içine bakarsınız. Otuz dört gününüzü özlem içinde geçirirsiniz. Altı ay reklam seyredersiniz. Dört hafta boyunca vaktinizi daha iyi geçirmenin bir yolu olup olmadığını düşünerek geçirirsiniz. Üç yıl yemek yersiniz. Beş gün düğmelerle, fermuarlarla uğraşırsınız. Dört dakika boyunca olayların sırasını değiştirseniz neler olacağını düşünürsünüz. Ölüm sonrası yaşamın bir bölümünde ise dünyevi hayatınıza benzer, son derece keyifli bir şeyi hayal edersiniz. Yaşamsal kesitlerin kolayca yutulabilir, küçücük parçalara ayrıldığı, dakikaların akıp gittiği, kızgın kumda hoplaya zıplaya ilerleyen bir çocuk misali bir olaydan diğerine atlamanın mutluluğunu deneyimlediğiniz bir yaşamdır bu hayaliniz. Egaliter Ölüm sonrası yaşamda Tanrı’nın aslında hayatın karmaşıklığını anladığını keşfedersiniz. Diğer tanrılar gibi O da başlangıçta akranlarının baskısına boyun eğerek evrenini, iyi ve kötü insanlardan oluşan ikili bir kategoriye göre yapılandırmıştır. Ne var ki insanın pek çok açıdan iyi, ama aynı zamanda başka bazı açılardan yoz ve kötü niyetli olabileceğini anlaması uzun sürmemiştir. Peki kimin cennete, kimin cehenneme gideceğini hakça nasıl belirleyecektir? Bir insanın aynı zamanda hem zimmetine para geçirip, hem de hayırseverlik yapması mümkün değil mi, diye düşünmüştür. Bir kadın zina yapıyor olsa da, her iki erkeğin de yaşamına zevk ve güven katamaz mı? Bir çocuk farkında olmadan ailesini parçalayacak sırları ifşa edemez mi? Toplumu -iyi ve kötü diye- iki kategoriye ayırmak henüz gençken Ona daha mantıklı bir iş gibi görünmüş ama tecrübeyle birlikte bu kararlar giderek zorlaşmaya başlamıştır. Yüzlerce faktörü göz önüne alan karmaşık formüller geliştirmiş, upuzun kağıt şeritler üstüne sonu gelmez karar çıktıları alan bilgisayar programları üretmiştir.

Ancak hassas yapısı bu otomasyona isyan etmiş ve bilgisayar, aklına hiç yatmayan bir karar ürettiğinde konumundan istifade ederek öfkeyle fişi çekmiştir. Ve işte o gün savaşan iki ulusun ölülerinin dertlerine kulak verir. Her iki taraf da acılar çekmiştir, her iki tarafın da haklı yakınmaları vardır, her ikisi de gerekçelerini açık gönüllülükle ortaya koyar. O ise kulaklarını kapatır ve kederle inler. İnsanlarının çok boyutlu varlıklar olduklarını ve gençken yaptığı esneklikten uzak karar mekanizmasıyla daha fazla idare edemeyeceğini bilmektedir. Bu durum bütün tanrılara üzüntü vermez. Aslında bizler, öldükten sonra, yarattığı varlıkların çapraşık yüreklerine karşı derin bir hassasiyet sergileyen bir Tanrı’nın karşısına çıkacağımız için kendimizi şanslı saymalıyız. Tanrı aylar boyu cennetteki evinin salonunda, boynu hasırotu gibi bükük, üzgün üzgün dolanır durur. Kuyruk uzadıkça uzar. Danışmanları Ona karar verme işini devretmesini önerir ama O insanlarını, başkasına teslim edemeyecek kadar sevmektedir. Bir karamsarlık anında aklından, meseleleri kendi aralarında halledene dek herkesi berlirsiz bir süreliğine kuyrukta bekletmek geçer. Ancak neden sonra cömert yüreği daha iyi bir fikirle aydınlanır. Bu fikre gücü yetmektedir: herkese, her bir insana cennette bir yer bahşedecektir. Ne de olsa herkesin içinde iyi bir şeyler vardır; insanın temel tasarım özelliklerinden biridir bu. Yeni planıyla birlikte morali düzelir, yanaklarına renk gelir.

Cehennem operasyonlarını sonlandırır, Şeytan’ı işten çıkarır ve tüm insanları yanına, cennete alır. Yeni gelenler ve eskiler; menfurlar ve faziletliler… yeni sistemin çatısı altında herkes Onunla konuşmak için eşit vakit hakkına sahip olur. Birçokları Onu biraz lafazan ve fazla vesveseli bulsa da, kimse tarafından umarsızlıkla suçlanmaz. Yarattığı yeni sistemin en önemli özelliği, herkese eşitçi davranılmasıdır. Artık kimilerine ateş, kimilerine sazlı sözlü sefalar reva görülmemektedir. Ölüm sonrası yaşam artık su yataklarına karşılık ağıllar, suşilere karşılık çiğ patatesler, şampanyaya karşılık kaynar sular biçiminde tanımlanmamaktadır. Herkes herkesin kardeşidir ve dünya üstünde bir türlü yeşeremeyen bir kavram, ilk defa hakikate dönüşür: gerçek eşitlik. Komünistler şaşkınlığa düşer ve sinirlenirler çünkü kusursuz toplumlarına nihayet ulaşmışlardır ama bu, inanmak istemedikleri bir Tanrı’nın yardımıyla olmuştur. Meritokratlar, sonsuza dek bir avuç solcuyla, liyakatsiz bir sistem içine sıkışıp kaldıkları için incinmişlerdir. Muhafazakârlar hor görebilecekleri çulsuzlardan; liberaller terfi ettirebilecekleri mağdurlardan mahrum kalmıştır. Tanrı bir gece yatağının kenarına oturur ve ağlamaya başlar, zira herkesin hemfikir olduğu tek konu, cehennemde olduklarıdır. Yakın Çevre Öldüğünüzde belli belirsiz bir değişiklik hissedersiniz ama her şey size aşağı yukarı aynı görünür. Yataktan kalkar, dişinizi fırçalarsınız. Eşinizi ve çocuklarınızı öperek, işinize gidersiniz. Trafik normalden biraz daha azdır.

Ofis binanızın geri kalanı tatil günüymüş gibi biraz daha sakindir ama ofisinizdeki herkes oradadır ve hepsi de sizi nezaketle karşılar. Nedense çok revaçtasınızdır. Rastlaştığınız herkes tanıdığınız biridir. Bir noktada bunun ölüm sonrası yaşam olduğu kafanıza dank eder: yalnızca tanıdığınız insanlardan ibaret bir dünya. Dünya nüfusunun küçük bir parçasıdır bu -yaklaşık yüzde 0,00002’si- ama size yeterince kalabalık görünür. Sonradan anlarsınız ki yalnızca hatırladığınız insanlar buradadır. Dolayısıyla asansörde bir an için gözgöze geldiğiniz kadın orada olabilir de, olmayabilir de. ikinci sınıf öğretmeniniz, sınıfın büyük bölümüyle birlikte buradadır. Anne babanız, kuzenleriniz ve yıllara yayılan arkadaş tayfanız da öyle. Tüm eski aşklarınız. Patronunuz, büyükbaba ve büyükanneleriniz, her öğlen yemek servisinizi yapan garson kız. Birliktelik yaşadıklarınız, yaşamanın eşiğine geldikleriniz, yaşamayı diledikleriniz. Öyle ya da böyle bir temasınız olmuş binlerce insanla nitelikli vakit geçirmek, zayıflayan bağları güçlendirmek, hayatınızdan çıkanlarla arayı kapamak için muhteşem bir fırsattır bu. Kendinizi terk edilmiş hissetmeye, ancak bu şekilde geçen birkaç haftanın ardından başlarsınız. Yanınızda bir iki arkadaşla uçsuz bucaksız, sakin parklarda gezinirken nelerin farklı olduğunu düşünmeye koyulursunuz.

Parkın boş banklarını şereflendiren yabancılar yoktur. Ördeklere yem atan ve kahkahalarıyla sizi de gülümseten tanımadığınız aileler yoktur. Sokağa adım attığınızda hiçbir yerde kalabalıkların olmadığını, işçilerle dolup taşan binaların, uzaklardaki telaşlı kentlerin, yaşamını yitiren hastaları ve koşuşturan görevlileriyle yedi gün yirmi dört saat açık hastanelerin, evlerine gitmekte olan balık istifi yolcularıyla gecenin içine doğru uluyan trenlerin olmadığını fark edersiniz. Çok az yabancı vardır çevrenizde. Size alışılmadık gelen her şeyi düşünmeye başlarsınız. Lastik yapmak için kauçuğun nasıl vulkanize edileceğini bilmediğinizi fark edersiniz. O fabrikalar şimdi bomboştur. Kumdan silikon çip üretmeyi, atmosfer dışına roket göndermeyi, zeytin çekirdeği çıkarmayı ya da demiryolu rayı döşemeyi hiç öğrenmemişsinizdir. Şimdi ise o endüstrilerin tümü işlemez durumdadır. Kayıp kalabalıklar sizde yalnızlık duygusu uyandırır. Tanışmış olabileceğiniz insanları düşünerek yakınmaya başlarsınız, ama kimse size kulak vermez ya da anlayış göstermez çünkü bu, hayattayken yaptığınız seçimin ta kendisidir. Türler Basamağında İniş Ölümden sonra size cömert bir fırsat sunulur: bir sonraki yaşamınızda ne olmak istediğinizi seçebilirsiniz. Karşı cinsin bir üyesi mi olmak istiyorsunuz? Kraliyet ailesinden biri olarak mı doğmak istiyorsunuz? Sonsuz bilgeliğe sahip bir filozof mu yoksa zafer dolu savaşlara katılan bir asker mi? Kim bilir belki de çok zor geçen bir yaşamın ardından döndünüz buraya. Belki sizi kuşatan sorumlulukların muazzamlığı altında ezildiniz. Şimdiyse tek bir şeyin hasreti içindesiniz; sadelik.

Caizdir. Bunun üzerine bir sonraki seferde bir at olmayı seçersiniz. Sade bir yaşamın mutluluğuna imrenirsiniz: yemyeşil çayırlarda otlayarak geçen ikindiler, iskeletinizin yakışıklı yapısı, kaslarınızın belirginliği, ağır ağır sallanan kuyruğun ya da karlı ovalarda eşkin giderken burun deliklerinizden püsküren buharın verdiği huzur. Kararınızı ilan edersiniz. Efsunlar yapılır, bir değnek havada sallanır ve bedeninizin bir ata doğru metamorfozu başlar. Kaslarınız şişer, kışın bedeninizi bir battaniye gibi koruyacak kalın kıllar fışkırır. Boynunuzun kalınlaşması ve uzaması hemencecik size normal gelmeye başlar. Şahdamarlarınızın çapı genişler, parmaklarınız toynağa dönüşür, dizleriniz katılaşır, kalçalarınız güçlenir ve bu arada iskeletiniz yeni biçimine göre uzar. Beyninizde bir değişimdir gider; beyinciğiniz büyürken, beyin zarınız küçülür, homunkulus insanı ata dönüştürür, nöronlarınız yeniden yönlenir, sinapslar ayrılıp ata göre yeniden birleşir ve at olmanın nasıl bir şey olduğuna dair hayaliniz, uzaklardan size doğru dörtnala gelir. İnsan ilişkilerine dair kaygılarınız azalır, insan davranışına ilişkin sinizminiz erir, hatta insani düşünme tarzı tümden uzaklaşmaya başlar sizden. Aniden ve bir anlığına, görmezden geldiğiniz sorunun farkına varırsınız. Ne kadar ata dönüşürseniz, ilk baştaki dileğinizi o kadar unutursunuz. At olmanın nasıl bir şey olduğunu merak eden bir insan olmanın nasıl olduğunu unutursunuz. Bu berraklık anı uzun sürmez ama bir işlevi yerine getirir; Başlangıç noktasını bilmeden varış noktasını takdir etmenin, ya da alternatifleri anımsamadıkça sadeliğin tadına varmanın imkansız olduğu bilgisine vakıf olarak yarı insan, yarı at biçiminde eğilmiş dururken, günahlarınızın bir cezası; Prometeusvari bir iç organ gagalanmasıdır o anın işlevi. Üstelik yaşadığınız aydınlanmanın en kötü yanı bu da değildir.

Kalın at beyninizle buraya bir dahaki dönüşünüzde yeniden insan olmayı talep edecek kapasiteye sahip olmayacağınızı fark edersiniz. Bir insanın ne olduğunu anlayamayacaksınızdır. Zeka merdiveninden iniş seçeneğinizin geriye dönüşü yoktur. Son insanî yetilerinizi yitirmenizden hemen önce, kim bilir hangi dünyadışı muhteşem varlığın, daha sade bir yaşam arayışıyla son raundda insan olmayı seçtiğini büyük bir kederle düşünürsünüz. Devanası Ölüm sonrası yaşam her şeyiyle yumuşacık. Kendinizi kocaman, pofuduk bir mekanda buluyorsunuz. Her şey sanki sükûnet ve konfor sağlayacak biçimde düzenlenmiş. Ayaklarınız sessizce minder kaplı yere iniyor. Duvarlar yastıklı. Yankılanma, köpükten yapılma tavan kaplamalarıyla bastırılmış. Etrafta sert bir zemin bulmak imkansız, her şeyin içi tüylerle doldurulmuş. Büyük salona girdiğinizde dikkatinizi çeken ilk şey, irikıyım, gösterişli bir adam. Tıpkı bir tanrıdan bekleyeceğiniz bir görünüme sahip ama tek fark, belirgin çekingenliği ve göz çevresindeki kaygı dolu gerginlik. Muhtemelen yerküre üstünde nükleer silahlanmanın yayılması karşısında duyduğu muazzam rahatsızlık bunun sebebi. Size sık sık kulaklarında müthiş patlama sesleriyle, kan ter içinde uyandığını söylüyor.

”Açık konuşmak gerekirse,” diyor, “ben senin Tanrın değilim. Aslına bakarsan biz galaktik komşularız; ben sizin Terzan Dört diye adlandırdığınız yıldızla bağlantılı bir gezegendenim. Dolayısıyla hepimiz aynı karmaşanın içindeyiz.” “Ne karmaşası?” diyorsunuz. “Lütfen bu kadar yüksek sesle konuşma,” diye, yumuşak bir tavırla çıkışıyor size. “Bizler uzun süredir komşularımızı, yani siz dünyalıları ve otuz yedi gezegeni daha inceliyoruz. Gezegenlerinizin gelecekteki gelişimini ve sosyal yönelimlerini öngörebilen hayli hatasız bazı denklem sistemleri geliştirdik.” Bu noktada gözlerini gözlerinize dikiyor. “Görünüşe bakılırsa siz dünyalılar en huzursuz ve tatminsiz olanların arasındasınız. Tahminlerimize göre savaş silahlarınızın gürültüsü giderek artacak. Uzay araştırma programlarınız binlerce gürültülü araç üretecek ve bu araçlar kulakları sağır eden roket güçleriyle göklerde gürleyerek dolaşacak. Siz dünyalılar tıpkı kaşifiniz Cortez’e benziyorsunuz; bir dağın tepesinde dikilmiş, Pasifik’in kıyılarındaki her bir kumsalı mahvetmeye hazırlanıyorsunuz.” “Sözünü ettiğin karmaşa, yayılmacılık mı?” demeyi güç bela başarıyorsunuz.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir