Huseyn Hilmi Isik – Cevab Veremedi

Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstünü olan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma ve Onun temiz Âline ve Ona Eshâb olmakla şereflenenlerin hepsine, bizlerden selâmlar ve hayrlı düâlar olsun! Allahü teâlâ, ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin senede din sâhibi yeni bir Peygamber vâsıtası ile, insanlara dinler göndermişdir. Bunlar vâsıtası ile, insanların dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşamaları ve âhiretde de sonsuz se’âdete kavuşmaları yolunu bildirmişdir. Kendileri ile yeni bir din gönderilen Peygamberlere (Resûl) denir. Resûllerin büyüklerine (Ülül’azm) Peygamberler denir. Bunlar, Âdem, Nûh, İbrâhîm, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüssalâtü vesselâmdır. Şimdi, dünyâda semâvî kitâbı olan üç din vardır: (Mûsevîlik), (Hıristiyanlık), (İslâmiyyet). Mûsâ aleyhisselâma Tevrât, Îsâ aleyhisselâma İncil kitâbı indirilmiş idi. Mûsevîler, Mûsâ aleyhisselâmın; hıristiyanlar Îsâ aleyhisselâmın getirdiği dîne tâbi’ olduklarını söylerler. Kur’ân-ı kerîm, en son Peygamber olan, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma gönderilmişdir. Kur’ân-ı kerîm, bütün ilâhî kitâbların hükmlerini nesh etmiş, ya’nî yürürlükden kaldırmış ve bu hükmleri kendisinde toplamışdır. Bugün, bütün insanların Kur’ân-ı kerîme tâbi’ olmaları lâzımdır. Şimdi, hiçbir memleketde, hakîkî Tevrât ve İncîl yokdur. Bu kitâblar sonradan tahrîf edilmiş, ya’nî insanlar tarafından değişdirilmişdir. Âdem aleyhisselâmdan, son Peygamber Muhammed aleyhisselâma kadar bütün Peygamberler, hep aynı îmânı söylemiş, ümmetlerinden aynı şeylere îmân etmelerini istemişlerdir. Yehûdîler, Mûsâ aleyhisselâma inanıp, Îsâ ve Muhammed aleyhimesselâma inanmazlar.


Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâma da inanıp, Muhammed aleyhisselâma inanmazlar. Müslimânlar ise, bütün Peygamberlere inanırlar. Peygamberlerin diğer insanlardan ayrılan ba’zı üstün sıfatları olduğunu bilirler. Îsâ aleyhisselâmın hak dîni, az zemân sonra düşmanları tarafından sinsice değişdirildi. Bolüs (Pavlos) adındaki bir yehûdî, Îsâ aleyhisselâma inandığını söyliyerek ve Îsevîliği yaymağa çalışıyor görünerek, Allahü teâlânın indirdiği İncîli yok etdi. Dahâ sonra, Îsevîliğe teslîs (trinite) fikri sokuldu. Baba-oğul-rûhülkuds diye, akl ve mantığın kabûl edemiyeceği bir îmân sistemi te’sîs edildi [kuruldu]. Hakîkî İncîl gayb olduğu için, sonradan ba’zı kimseler, İncîller yazdılar. (m. 325) senesinde toplanan İznik rûhban meclisi, mevcûd olan ellidört İncîlden elli adedini ibtâl etdi. Geriye dört İncîl kaldı. Bunlar, Matta, Markos, Luka, Yuhannânın yazdıkları İncîllerdir. Bolüsün yalanları ve Eflâtûnun ortaya atdığı teslîs (trinite) fikri, bu İncîllerde de yer aldı. Barnabas adındaki bir havârî, Îsâ aleyhisselâmdan işitdiklerini ve gördüklerini, doğru olarak yazdı ise de, bu Barnabas İncîli yok edildi. Büyük Kostantin, putperest iken, (m.

313) de hıristiyanlığı kabûl etmişdi. 325 de, İznikde, 318 papazı toplayıp, bütün İncîllerin birleşdirilerek, bir İncîl yazılmasını emr etmiş ise de, papazlar, dört İncîl bırakmışdı. Bunlara eski putperestlikden de birçok şey sokulmuşdu. Noel gecesinin yılbaşı olmasını da kabûl etmiş, hıristiyanlık resmî bir din olmuşdu. [Îsâ aleyhisselâmın İncîlinde ve Barnabasın yazdığı İncîlde, Allahü teâlânın bir olduğu yazılı idi.] İstanbul piskoposu Atnas, teslîs tarafdârı idi. Aryüs ismindeki bir papaz, dört İncîlin yanlış olduğunu, Allahü teâlânın bir olduğunu, Îsâ aleyhisselâmın, Onun oğlu değil, kulu ve Peygamberi olduğunu söyledi ise de, dinlemediler. Hattâ aforoz etdiler. Aryüs tevhîdi neşr etdi ise de, çok yaşamadı. Yıllarca, Atnas ve Aryüs tarafdârları, birbirleri ile mücâdele etdiler. Sonradan birçok meclisler toplanarak, mevcûd dört İncîlde, yeni yeni değişiklikler yapıldı. 446 [m. 1054] senesinde, Şark kilisesi, Roma kilisesinden ayrıldı. Roma kilisesine bağlı olan hıristiyanlara (katolik), Şark [İstanbul] kilisesine bağlı olanlara (Ortodoks) denildi. Sonra, Alman papazı Luther Martin [m.

1483-1546], İtalyadaki papa onuncu Leona başkaldırdı. 923 [m. 1517] senesinde Protestanlığı kurdu. Bu papaz, İslâm dînine karşı da, çirkin hücûmlarda bulundu. Luther Martin ve Calvin, İncîlleri dahâ da değişdirdiler. Böylece, akl ve hakîkat dışında, bir din meydâna geldi. Endülüs müslimânlarının Avrupalılara tutdukları ışık ile, Avrupada bir rönesans [İslâhât] hareketi başlamışdı. Müslimânlardan aklî ilmleri öğrenen Avrupalı gençler, akl ve mantık dışı olan hıristiyanlığa karşı isyân etdiler. Hıristiyanlığa karşı yapılmış olan hücûmlar, İslâmiyyete karşı yapılamadı. Çünki İslâm dîni, teblîg edildiği günden beri, bütün temizliği ve sâfiyyeti ile durmakdadır. İçinde akla, mantığa ve ilme ters düşecek hiçbir fikr ve bilgi yokdur. Kur’ân-ı kerîm indirildiğinden beri, bir noktası bile değişdirilmeden, aynen muhâfaza edilmişdir. Başda ingilizler olmak üzere, Avrupalılar, hıristiyanlık akîdesini [inancını] yaymak ve başka milletleri hıristiyanlaşdırmak için, misyoner teşkilâtları kurdular. İktisâdî bakımdan, dünyânın en kuvvetli teşkilâtı hâline gelen, kilise ve misyoner teşkilâtları, akl almaz bir fe’âliyyetin içerisine girdiler. Hıristiyanlığı, islâm memleketlerinde yayabilmek için, korkunç bir islâm düşmanlığı başlatdılar.

İslâm memleketlerinin her yerine hıristiyanlığı medh eden, binlerce kitâb, mecmû’a ve câsûslar göndermeğe başladılar. Bugün de, güzel memleketimizde, durmadan, hıristiyanlığı anlatan kitâb, mecmû’a ve broşürler dağıtılmakda, posta ile yurt dışından adreslere gönderilmekdedir. Böylece, sâf zihnleri bulandırmağa, îmânları bozmağa çalışmakdadırlar. İslâm âlimleri, islâm dînine zıd ne kadar görüş, fikr, felsefî düşünce ve akîdeler var ise, hepsine cevâblar vermişlerdir. Bu arada bozulan Îsevîliğin yanlışlıklarını da, açığa çıkarmışlardır. Tahrîf edilen ve hükmleri yürürlükden kaldırılan semâvî kitâblara uymanın câiz olmadığını bildirmişlerdir. Dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşamak, âhiretde de sonsuz se’âdete kavuşmak için, müslimân olmanın lâzım olduğunu açıklamışlardır. Papazlar, İslâm âlimlerinin kitâblarına cevâb verememişlerdir. İslâm âlimlerinin, bâtıl dinleri red için yazdığı kitâblar pek çokdur. Bunlar arasında, hıristiyanlara cevâb veren, arabî ve türkçe (Tuhfet-ül-erîb), (İngiliz câsûsunun i’tirâfları), türkçe (Dıyâ-ülkulûb), arabî ve türkçe (İzhâr-ül-hak), arabî (Es-sırât-ül-müstekîm), türkçe (Şemsül-hakîka) ve (Îzâh-ul-merâm), fârisî (Mizân-ül-mevâzîn), arabî (İrşâd-ülhiyârâ) ve arabî ve fransızca (Erreddül-cemîl) kitâbları meşhûrdur. Bunlardan Harputlu İshak Efendinin [1] hâzırladığı (Dıyâ-ül-kulûb)u, bilhâssa protestan papazlarının İslâmiyyete karşı yazmış oldukları haksız yazılarına ve iftirâ’larına cevâbdır. Birinci baskısı 1293 [m. 1876] senesinde İstanbulda yapılmış olan bu kitâbı, 1987 senesinde, sâdeleşdirerek değerli okuyucularımızın istifâdesine sunduk. Her hangi bir kitâbdan öğrendiğimiz bir bilgiyi ve başka bir kitâbdan araya koyduğumuz ilâveyi köşeli parantez [] içine yazdık. Kitâbın muhtelif yerlerinde görüleceği gibi, papazlar kendilerine sorulan süâllere cevâb verememişlerdir.

Bunun için, kitâbımıza (Cevâb Veremedi) ismini vermeği uygun bulduk. Bugün ellerde bulunan (Kitâb-ı mukaddes)de mevcûd ilm, akl ve ahlâk dışı yazılar meydândadır. Buna karşılık İslâm âlimlerinin akla, ilme, fenne ve medeniyyete ışık tutan yazıları da dünyâ kütübhânelerini doldurmakdadır. Bu hakîkati görmemek, bilmemek, günümüz insanı için özr olamaz. Şimdi, Muhammed aleyhisselâmın getirdiği İslâm dîninden başka din arayanlar, âhiretde sonsuz azâbdan kurtulamıyacaklardır. Kitâbımızda, âyet-i kerîmelerin ma’nâlarını yazarken, (Meâlen buyuruldu) denilmekdedir. (Meâlen) demek, (Tefsîr âlimlerinin bildirdiklerine göre) demekdir. Çünki, âyet-i kerîmelerin ma’nâlarını, yalnız Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” anlamış ve Eshâbına bildirmişdir. Tefsîr âlimleri, bu hadîs-i şerîfleri, münâfıkların, mülhidlerin ve zındıkların uydurdukları hadîslerden ayırmışlar, bulamadıkları hadîs-i şerîfler için, tefsîr ilmine uyarak, âyet-i kerîmelere kendileri ma’nâ vermişlerdir. Arabca bilen, fekat tefsîr ilminden haberi olmayan din câhillerinin anladıklarına (Kur’ân tefsîri) denilmez. Bunun için, hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîme kendi anladığına göre ma’nâ veren, kâfir olur) buyuruldu. Allahü teâlâ hepimizin, dünyâ ve âhiretin efendisi Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmamızı nasîb eylesin! Misyonerlerin ve bilhâssa bunlar arasında (Yehova şâhidleri) denilen sapıkların yanlış düşünce ve propagandalarına aldanmakdan muhâfaza buyursun! Âmîn. Bugün, bütün dünyâdaki müslimânlar, üç fırkaya ayrılmışdır. Birinci fırka, Eshâb-ı kirâmın yolunda olan, hakîkî müslimânlardır. Bunlara (Ehl-i Sünnet) ve (Sünnî) ve (Fırka-i nâciyye) Cehennemden kurtulan fırka denir.

İkinci fırka, Eshâb-ı kirâma düşman olanlardır. Bunlara (Şî’î) ve (Fırka-i dâlle) sapık fırka denir. Üçüncüsü, sünnîlere ve şî’îlere düşman olanlardır. Bunlara (Vehhâbî) ve (Necdî) denir. Çünki bunlar, ilk olarak, Arabistânın Necd şehrinde meydâna çıkmışdır. Bunlara (Fırka-i mel’ûne) de denir. Çünki bunların müslimânlara müşrik dedikleri (Kıyâmet ve Âhıret) ve (Se’âdet-i Ebediyye) kitâblarımızda yazılıdır. Müslimânlara kâfir diyene, Peygamberimiz la’net etmişdir. Herhangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan Cehenneme gidecekdir. Her mü’min nefsini tezkiye için, ya’nî nefsin yaratılışında mevcûd olan, küfrü ve günâhları temizlemek için, her zemân (Lâ ilâhe illallah) ve kalbini tasfiye için, ya’nî nefsden, şeytândan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitâblardan gelmiş olan küfrden ve günâhlardan kurtulmak için, (Estagfirullah) okumalıdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye uyanın düâları muhakkak kabûl olur. Nemâz kılmayanın, açık kadınlara ve avret mahalli açık olanlara bakanların ve harâm yiyip içenlerin, ahkâm-ı islâmiyyeye uymadıkları anlaşılır. Bunların düâları kabûl olmaz. Mîlâdî sene 2001 Hicrî şemsî 1380 Hicrî kamerî 1422 TEVHÎD DÜÂSI Yâ Allah, yâ Allah. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah.

Yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ afüvvü yâ Kerîm, fa’fü annî verhamnî yâ erhamerrâhimîn! Teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn. Allahümmagfirlî ve li-âbâî ve ümmehâtî ve li âbâ-i ve ümmehât-i zevcetî ve li-ecdâdî ve ceddâtî ve li-ebnâî ve benâtî ve liihvetî ve ehavâtî ve li-a’mâmî ve ammâtî ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-üstâzî Abdülhakîm-i Arvâsî ve li kâffetil mü’minîne vel-mü’minât. “Rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în.” —2— BİRİNCİ BASKININ MUKADDEMESİ Hamd ve senâ, vâcib-ül vücûd (varlığı mutlak lâzım olan) Allahü teâlâya lâyık ve ancak Ona mahsûsdur. Kâinâtdaki bütün nizâm, güzellikler, Onun kudretinin eserlerinden, görülebilen birer ışıkdır. Onun sonsuz ilmi, kudreti, muhtelif kâbiliyyetlerine göre, eşyâda ortaya çıkmakdadır. Bütün mevcûdât, Onun ilm ve kudret deryâsından bir damladır. O birdir, şerîki, (ortağı ve benzeri) yokdur. O, sameddir, ya’nî bütün mahlûkâtın kendisine sığınacağı zâtdır. Baba, oğul olmakdan münezzehdir, berîdir. Haşr sûresinin yirmiüçüncü âyetinde meâlen, (Allahü teâlânın ilâhlıkda şerîki, ortağı yokdur. Mülkü hiç de yok olmayan bir melikdir. Noksanlık olan her şeyden münezzehdir. Ayblardan ve kudretsizlikden uzakdır. Mü’minleri sonsuz azâbdan emîn kılmışdır.

Herşey üzerine hâkim ve hâfızdır. Hükmünde gâlibdir. [İnsanlar birşey yapmak isteyince, O da irâde ederse, isterse o şeyi yaratır. Hâlık [yaratıcı] yalnız Odur. Ondan başka kimse, hiçbir şey yaratamaz. Ondan başka kimseye hâlık [yaratıcı] denilemez. İnsanların dünyâda ve âhiretde râhat ve huzûr içinde yaşamalarını, sonsuz se’âdete kavuşmalarını sağlayan, kurtuluş yolunu göstermiş ve bu yolda yaşamalarını emr etmişdir. Azamet [büyüklük] ve Kibriyâ [yücelik] ancak Ona mahsûsdur.] Allahü teâlâ müşriklerin şirklerinden ve iftirâlarından münezzehdir) buyurulmuşdur. Salât ve selâm, şânı yüce olan, âhir zemân Peygamberi, Allahü teâlânın resûlü Muhammed Mustafânın “sallallahü aleyhi ve sellem” Cennet bağçesi olan kabr-i şerîflerine, aşk ile sunulsun. Zîrâ, O server “sallallahü aleyhi ve sellem”, âlemi, cehâlet karanlıklarından kurtarıp, tevhîdi ve îmânı te’sîs için, Kur’ân-ı kerîm ile gönderilmişdir. Âl-i İmrân sûresi altmışdördüncü âyetinde meâlen, (Ey Habîbim! Sen ehl-i kitâb olan yehûdî ve hıristiyanlara söyle! Semâvî kitâblarda ve Resûllerde ihtilâf olmayıp, bizimle sizin aramızda berâber olan kelimeye geliniz ki, bu kelime: “Allahü teâlâdan başkasına ibâdet etmeyiz ve hiçbir şeyi Allahü teâlâya şerîk, ortak koşmayız”dır) buyurulmuşdur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bu ilâhî nidânın hakîkatına uymakla emr olunmuşdur. Selâm ve düâlar, Onun “sallallahü aleyhi ve sellem” Âlinin ve Eshâbının mubârek kalblerine hediyyemiz olsun! Onlar, Allahü teâlânın râzı olduğu, se’âdet ve kurtuluş yolunu gösteren birer hidâyet yıldızlarıdır. Herbiri, dîn-i islâmın yayılması için, mallarını ve cânlarını fedâ etmişlerdir.

(Kelime-i tevhîd) (Allah Birdir) hak sözünü dünyânın her yerine götürerek teblîg etmişlerdir. Akl sâhibi olan herkesin açıkça gördüğü gibi, kâinâta ibret nazarı ile bakıldığında, kâinâtdaki bütün işlerin ve hâllerin bir nizâm [düzen] içinde, değişmeyen kanûnlara bağlı olduğu görülür. O kanûnları koyan ve aynı şeklde hıfz eden bir Hâlıkın [yaratıcının], ya’nî vâcib-ül vücûd olan, Allahü teâlânın lâzım olduğu, akl-ı selîm sâhibi olanlarca hemen anlaşılır. İşte cenâb-ı Hak, bu mebde-i evvel (Her şeyin ilk başlangıcı) ve keyfiyyeti, nasıl olduğu akl ile anlaşılamıyan, ezelî ve ebedî olan, mutlak yaratıcıdır. O, bütün kemâlâtı ve üstünlükleri kendisinde toplamışdır. Ehaddir, ya’nî zâtında, fi’llerinde ve sıfatlarında birdir. Benzeri yokdur.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir