Bilimkurgu türünün büyük ustası Isaac Asimov 1920 yılında Rusya’da doğdu. 1923’de ailesiyle birlikte B. Amerika’ya göç etti. Co-lumbia Üniversitesine giderken babasının öngördüğü tıp mesleği yerine, kimyager olmaya karar verdi. Kısa bir süre Amerikan Deniz Kuvvetlerinde görev yaptıktan sonra 1949’da kimya doktorasını alan Asimov, Boston Üniversitesine bağlı Tıp Fakültesinde biyokimya dersleri vermeye başladı. Bir yandan da nük-leik asit alanında araştırmalar yapıyordu. Kimya araştırmalarını yazarlık mesleğiyle birlikte sürdürmenin giderek zorlaşması sonucu, 1958’de tüm zamanını yazarlığa adamak üzere üniversiteden ayrıldı. Böylece bilim kurgu türünün dünyaya yayılmasını sağlayan büyük bir yazar olarak edebiyat alanının unutulmaz adları arasına katıldı. İmparatorluk, Altın Galaksi, Gizli Tanrılar, Galaksi Çöküyor, Ben Robot, Ölü Gezegen ve Çıplak Güneş yazarın en önemli bilimkurgu romanlarıdır. Şafağın Robotları (The Robots of Dawn) adlı son romanı da 6 aydan beri tüm dünyada satış rekorları kırıyor… BİR Elijah Baley masasına eriştiği sırada, R Sammy’nin bir şeyler bekliyormuş gibi kendisine baktığını farketti. Uzun, asık suratmdakî ifade büsbütün sertleşti. «Ne istiyorsun?» «Patron seni görmek istiyor, Lije. Hemen. Gelir gelmez,dedi.» «Pekala » R Sammy hâlâ olduğu yerde duruyordu Baley homurdandı «Pekala, dedim Haydi git!» R Sammy topuklarının üzerinde dönerek görevnin başına gitti. Baley öfkeyle, neden bu işieri insanlara yaptırmıyorlar, diye düşündü Bir an durup kesesindeki tütüne bakarak kafasından bir hesap yaptı. Günde sadece iki pipo içersem tütünüm yeni kotanın verileceği güne kadar vetişir… Parmaklığın arkasından çıkarak büyük odada ilerledi. İki yıl önce parmaklıklı bir kösede oturmaya hak kazanmıştı Baley yanından geçerken, Simpson cıva-banktan başını kaldırdı «Patron seni istiyor, Lije » ISAAC AS I MOV «Biliyorum. R. Sammy söyledi.» Küçük aygıt içindeki parlak cıvanın yüzeyindeki titreşim çizgilerine yerleştirilmiş olan sürüyle bilginin arasından istenileni bulabilmek için «belleğini» araştırır ve analiz ederken, sık şifreyle dolu bir bant dışarı uzandı. Simpson, «Bacağımı kırmaktan korkmasam,» diye söylendi. «R. Sammy’e tekmeyi indireceğim… Geçen gün Vincent Barrett’i gördüm.» «Ya?» «Eski işine girmek istiyor. Ya da bu bölümde herhangi bir işe. Zavallı çocuk çaresiz durumda. Ama ona bir şey söyleyemedim. Ne diyebilirdim? Robot Sammy onun işini yapıyor. Çocuk şimdi maya fabrikasında çalışıyor. Mat teslim bölümünde. Aslında çok zeki. Burada herkes ondan hoşlanırdı.» Baiey omzunu silkti. «Bu hepimizin başına gelebilecek bir şey.» Tavırları istememesine karşın soğuklaşmıştı. Patronun özel bir odası vardı. Kapıdaki dumanlı gibi duran camın üzerine Julius Enderby yazılmıştı. Güzel harflerle ve dikkatle cama ka-zınmış olan bu adın altında şu sözcükler vardı- «New York Kenti Polis Müdürü.» Baiey içeri girdi. «Beni mi görmek istediniz, sayın müdürüm?» Enderby başını kaldırdı. Her zaman gözlük takardı. Çünkü fazla duyarlı olan gözleri kontak lense gelemiyordu. İnsan ancak gözlüğe alıştıktan sonra Enderby’nin yüzünü inceleyebilirdi. Aslında fazla özelliği olan bir yüz değildi bu Baley müdürün kendisine kişilik kazandırdığı için gözlükten hoşlandığına inanıyor, adamın gözlerinin pek de o kadar duyarlı olmadığından kuşkulanıyordu. Müdürün pek endişeli gibi bir hali vardı. Manşetlerini düzelterek arkasına yaslandı. Ve fazla candan bir tavırla, «Otur Lije, otur,» dedi. Baley bir iskemleye dimdik oturarak bekledi. Enderby sordu. «Jessie nasıl? Ya oğlun?» Baley ifadesiz bir sesle, «İyi,» dedi. «Çok iyi. Ya sizin aileniz?» Enderby onun sözlerini bir yankı gibi tekrarladı. «İyi… Çok iyi…» Bu hatalı bir başlangıç olmuştu. Baley, yüzünde bir gariplik var, diye düşündü. Sonra da, «R. Sammy’i bana göndermezse-niz çok sevineceğim,» dedi. «Bu konudaki fikirlerimi biliyorsun, Lije. Ama Sammy’i buraya gönderdiler. Ondan yararlanmam gerekiyor.» «İnsanı rahatsız ediyor, müdür bey. Bana sizin beni istediğinizi söyledi, sonra da orada öylece dikilip durdu. Ne demek istediğimi biliyorsunuz. Sammy’e gitmesini söylemek zorunda kalıyorsunuz. Yoksa orada öyle bekliyor.» «Ah, suç bende, Lije. Ona sana haber vermesini söyledim. Ama ondan sonra işinin başına dönmesini emretmeyi unuttum.» Baley içini çekti. Koyu kahverengi gözlerinin etrafındaki ince çizgiler daha belirginleşti-ler. «Neyse… Beni görmek istemişsiniz.» ISAAC ASIMOV Müdür, «Evet, Lije,» dedi. «Ama kolay bir iş için değil.» Ayağa kalkarak döndü. Masasının arkasındaki duvara doğru gidip dikkati çekmeyen bir düğmeye bastı. Duvarın bir bölümü saydamlaştı. Baley beklenmedik bir biçimde odaya dolan grimsi ışıkta gözlerini kırpıştırdı. Enderby gülümsedi. «Bunu geçen yıl özel yaptırdım, Lije. Sana göstermedim değil mi? Gel de bak. Eski günlerde her odada bunlardan bulunurmuş. Bu açıklıklar, ‘pencere’ diye tanımlanırmış. Bunu biliyor muydun?» Birçok tarihi roman okumuş olan Baley pencerenin ne olduğunu biliyordu. «Onlardan söz edildiğini duydum.» «Buraya gel.» Baley yerinde sıkıntılı sıkıntılı kımıldandı. Sonra da bu isteği yerine getirdi. Bir odanın mahremiyetini dış dünyaya teşhir etmek biraz saygısızlık gibi geliyordu ona. Bazen müdürün ortaçağa özgü davranışlarda fazla ileri gittiğini düşünmekteydi. Gözlük takması da aynı şey, diye aklından geçirdi. Ah, tamam. Müdürün yüzünde o nedenle bir gariplik vardı. «Bağışlayın, müdür bey,» dedi. «Gözlüğünüz yeni sanırım.» Enderby hafif bir hayretle ona bir göz attı. Gözlüğünü çıkararak bir buna, bir memuruna baktı. Gözlüğünü çıkardığı için yüzü daha yusyuvarlak, çenesi de daha sivri duruyordu. Gözlerini bir noktaya dikememesiyse yüzündeki ifadeyi belirsizleştiriyordu. «Evet…» Gözlüğünü burnunun üzerine oturtarak öfkeyle ko- . -J2 __ nuştu. «Eski gözlüğümü üç gun önce kırdım İşim başımdan aşkın olduğu için yenisini ancak bugün alabildim. Şu üç gün boyunca cehennem azabı çektim, Lije.>> «Gözlük yüzünden mi?» «Başka nedenlerle de. Onları sana açıkla-yacağım.» Enderby pencereye doğru döndü. Baley de öyle. Ve hafif bir hayretle yağmur yağdığını farketti. Bir an gökyüzünden dökülen suyun yarattığı görünüme daldi gitti. Müdür-se sanki yağmuru kendisi yağdınyormuş gibi gururla ona baktı. «Bu ay üçüncü kez yağmurun yağışını seyrediyorum, Lije, Şahane değil mi?» Baley istememesine karşın görünümün gerçekten etkileyici olduğunu itiraf etmek zorunda ‘ kaldı. Kırk iki yıllık hayatı boyunca yağmur yağdığını ender görmüştü. Diğer doğa olaylarını da öyle. «Bu kadar suyun kentin üzerine akması bana her zaman ziyankârlık gibi gelir. Yağmur sadece su depolarına yağmalı.» Müdür, «Lije,» dedi. «Sen bir ‘Yenilikçi’sin Derdin de bu işte. Ortaçağlarda insanlar açıklık yerlerde yaşarlardı. Sadece çiftliklerde böyle olduğunu söylemek istemiyorum. Kentlerde de durum aynıydı. New York’ta bile. Yağmur yağdığı zaman kimse suyun ziyan olduğunu düşünmez, bunun zevkini çıkarırlardı. İnsanlar doğaya yakın yaşarlardı. Bu daha iyi ve sağlıklı bir şeydi. Modern çağın bütün dertlerinin kaynağı doğadan uzaklaşılmış olması. Zaman bulunca Kömür Çağıyla ilgili eserler okumalısın.» ISAAC ASIMOV Baley okumuştu bunları. Çok kimsenin atom reaktörünün icat edilmesinden yakındığını duymuştu. Bazı aksilikler olduğu ya da yorulduğu zaman kendisi de şikâyet ediyordu bundan. Böyle sızlanıp yakınmak insan karakterinin bir parçasıydı. Kömür Çağında da insanlar buhar makinesinin icat edilmesinden şikâyet etmişlerdi. Shakespeare’in oyunlarından birinde bir adam barutun icat edilmesinden yakınıyordu. Bin yıl sonra da pozitronik beynin yapılmasından şikâyete kalkışacaklardı. Bunların üzerinde durmaya bile değmezdi. Baley, «Buraya bakın, Julius,» dedi. Aslında iş saatlerinde müdürle samimi br tavıria konuşmak âdetinde değildi. Enderby kendisine kaç kez «Lije» derse desin tavır değiştirmezdi. Ama şimdi durumun özel olduğu anlaşılıyordu. «Buraya bakın, Julius. Beni buraya neden çağırdığınız dışında her şeyden söz ediyorsunuz. Bu do beni endişelendiriyor. Ne oldu?» Müdür, «Konuya gireceğim, Lije,» diye mırıldandı. «Bırak bunu kendi usulümce yapayım. Bir… bir dert kaynağı bu.» «Tabii. Bu gezegende dert kaynağı olmayan bir şey var mı? R.’lerle yine başımız dertte mi?> «Bir bakıma öyle, Lije. Bu eski dünyanın böyle dertlere daha ne kadar dayanacağını düşünüyorum. Bu pencereyi açtırdığım zaman sadece arada sırada gökyüzünün içeri girmesini sağlamakla kalmadım. Bütün kentin içeri süzül-mesine de izin verdim. Kente bakıyor ve yüzyıl sonra New York’un ne hal alacağını kendi kendime soruyorum.» Enderby’nin romantik duyguları Baley’de tiksinti uyandırdıysa da dayanamayarak dışarıya baktı. Bozuk havanın loşlaştirdığı kent yine de görmeye değecek bir yerdi. Polis Bölümü Belediye Sarayının üst katlarındaydi. Saray pek yüksekti. Müdürün penceresinden etraftaki kuleler cüceleşmiş gibi duruyor ve bunların sadece tepeleri gözüküyordu. Kuleler gökyüzüne doğru körcesine uzanan parmaklara benziyor-lardı. Duvarları dümdüz ve penceresizdi. Bu kuleler insanların yaşadığı kovanın dış duvarlarıydı. Müdür, «Bir bakıma yağmur yağdığı için üzgünüm,» dedi. «Bu yüzden Uzay Kentini göremiyoruz.» Baley batıya doğru baktı ama müdürün dediği gibi ufuk bir perdeye dönüşmüştü. New York’un kuleleri sislere bürünerek dümdüz bir beyazlıkta sona eriyorlardı. «Ben Uzay Kentinin nasıl bir yer olduğunu biliyorum.» Enderby, «Uzay Kendinin buradan görünüşü hoşuma gidiyor,» diye açıkladı. «İki Brunswick Kesiminin arasından gözüküyor. Alçak, yaygın kubbeler. İşte Uzaycılarla aramızdaki fark. Biz birbirimize sokularak yükseklere uzanıyoruz. Onlardaysa her ailenin özel bir kubbesi var. Bir aileye bir kubbe… Ve her kubbenin arasından uzanan topraklar… Sen hiç Uzaycılarla konuştun mu, Lije?» Baley sabırla, «Birkaç kez,» dedi. «Bir oy kadar once de buradan sizin iç telefonunuzla bir Uzaycıyla konuştum. «Evet, hatırlıyorum. Ama bugün filozofluğum tuttu… Biz ve onlar. Değişik yaşam tarzları.» Baley’in mide kasları büzülmeye başlamıştı. Enderby konuya gitgide daha dolambaçlı bir yoldan girmeye çalışıyordu. Baley de sonucun çok kötü olacağını düşünüyordu artık. «Pekala. Ama bunda şaşılacak ne var? Sekiz milyar insanı bütün Arza yayamaz, başlarının üzerine birer kubbe oturtamazsınız. Uzaycıların kendi dünyalarında bol yer var. Onun için bırakın bildikleri gibi yaşasınlar.» Müdür masasına doğru giderek koltuğuna oturdu. Gözlüğünün iç bükey camlan yüzünden biraz küçülmüş gibi duran gözlerini hiç kırpmadan Baiey’e bakıyordu. «Herkes kültür değişikliği konusunda bu kadar hoşgörülü değil. Ne biz, ne de Uzaycılar.» «Pekala. Ne olmuş?» «Ne olacak? Üç gün önce bir Uzaycı öldü.» Konuya girmek üzereydiler artık. Baley’nin ince dudaklarının yanlan hafifçe yukarı kalktı. Ama bu gülümseyiş hüzünlü, uzun yüzünün ifadesini pek etkilemedi. «Çok yazık. Onun bu-laşıcı bir hastalıktan öldüğünü umarım. Bir virüs yüzünden. Ya da soğuk aldığı için.» Müdür şaşırdı. «Neden söz ediyorsun sen?» Baley sözlerini açıklama zahmetine katlanmadı bile. Uzaycıların büyük bir dikkatle toplumlarındaki bütün hastalıkları ortadan kaldırdikicin cok iyi bilinen bir gerçekti. Türlü hastalıklara tutulan Arzlılara ellerinden geldiğince sokulmamaya çalıştıkları daha da iyi biliniyordu. Ama Müdür Enderby bu ince alayın pek farkına varmazdı. Baley, «Laf olsun diye söyiedim,» dedi. «Uzaycı neden öldü?» Yine pencereye döndü. Enderby, «Göğüs yokluğundan,» diye açıkladı. «Yani biri atom tabancasıyla göğsünü parçalamış.» Baley kaskatı kesildi. Dönmeden, «Sîz neden söz ediyorsunuz?» diye bağırdı. Müdür usulca cevap verdi. «Bir cinayetten Sen sivil polissin. Cinayetin ne olduğunu bilirsin.» Baley bu kez döndü. «Ama bir Uzaycı! Olay üç gün önce mi oldu?» «Evet.» «İyi ama cinayeti kim işledi? Nasıl oldu bu?» «Uzaycılar katilin bir Arzlı olduğunu iddia ediyorlar.» «Olamaz!» «Neden olmasın? Uzaycıları hiç sevmiyorsun. Ben de öyle. Bu dünyada onları seven var mı? Birinin bu hoşnutsuzluğu sonunda nefret halini almış, işte o kadar.» «Evet ama…» «Los Angeles’teki fabrikalarda çıkan yangınları unutma. Berlin’de R.’lerin parçalanmasını, Shanghai’deki ayaklanmalar!…» «Tamam…» «Bütün bunlar hoşnutsuzluğun gitgide arttığını gösteriyor. Belki bazı kimseler örgütleniyor.» Baiey, «Anlayamıyorum, müdür bey,» dedi. «Bir nedenle beni denemeye mi çalışıyorsunuz?» «Ne?» Enderby’nin gerçekten şaşırdığı belliydi.
Isaac Asimov – Ölü Gezegen
PDF Kitap İndir |