J. D. Salinger – Franny ve Zooey

Pırıl pırıl güneşli olmakla birlikte, Cumartesi sabahı yine palto havası vardı ortalıkta; bütün hafta boyunca olduğu gibi ve herkesin de büyük haftasonuna, yani Yale maçının haftasonuna da sarkacağını umduğu gibi sırf ceket havası değil. Çıktıkları kızların on-elliiki treni ile gelmesini istasyonda bekleyen yirmi küsur delikanlıdan, en fazla altı yedisi soğuk, açık peronda duruyordu. Geri kalanlar, ısıtılmış bekleme salonunda, şapkasız ve duman içinde ikili, üçlü, dörtlü gruplar halinde ayakta bekleşiyor, hemen hiç istisnasız hepsi de üniversiteye özgü bir dogmatizmi yansıtan sesleri e konuşuyorlardı; öyle ki, bu delikanlılardan her biri, kendi tiz ve keskin sohbet sırası geldiğinde, dışarıdaki, üniversite-dışı dünyanın yüzyıllardır, ister kışkırtıcı biçimde ister başka şekilde boğuşup yüzüne gözüne bulaştırdığı hayli tartışmalı bir konuyu tek bir kerede açıklığa kavuşturuyormuş gibiydi. Lane Coutell, içine yünlü bir astar iliklendiği besbelli Burberry yağınurluğu içinde, açık peronda bekleşen altı yedi delikanlıdan biriydi. Daha doğrusu, hem onlardan biriydi hem de değildi. On onbeş dakikadır, sırtını Christian Science’ın bedava yayınlarının durduğu rafa dayamış, eldivensiz ellerini ceket ceplerine sokmuş, kendini kasten öteki delikanlıların sohbet menzilinin tam dışında tutarak bekliyordu. Bollaşıp boynundan yukarı kaymış kestane renkli kaşmir atkının onu soğuktan koruyacak hali yoktu. Lane, aniden ve oldukça dalgın bir edayla sağ elini ceketinin cebinden çıkardı ve atkıyı düzeltmeye girişti, ama daha düzeltme işlemi tan1amlanmadan fikrini değiştirdi ve aynı elini pardösüsünün içine kaydırıp ceketinin iç cebinden bir mektup çıkardı. Ağzı pek de kapanmamış bir halde, mektubu hemen okumaya koyuldu. Mektup açık mavi bloknot kağıdına -daktiloyla- yazılmıştı. Daha önce birkaç kere zarfından çıkarılıp okunmuş olduğu hissini verecek şekilde, kullanılmış ve tazeliğini yitirmiş bir görüntüsü vardı: 9 Galiba Salı Çok Sevgili La ne, Hiç biln1iyorum bunu çözebilecek misin, çünkü yatakhanede bu gece öyle gürültü patırtı var ki gerçekten inanılmaz ve ne düşündüğümü bile zar zor duyuyorun1. Onun için herhangi bir imla yaniışı yaparsam nazikçe bunu görn1ezden gelme nezaketini göster olur mu. Bu arada senin tavsiyelerini tutup son zamanlarda sözlüğe sık sık başvurdum, bu yüzden yazıp çizdiklerim kabızlaşıyorsa bunda seninde suçun var. Her neyse o güzelim mektubunu şimdi aldın1 ve seni parçalanasıya, dağıtasıya vesaire seviyorum ve haftasonunun gelinesini dörtgözle bekliyorum. Benim Croft House’ta kalışımı n ayarlanan1ayışı kötü olmuş tabii ama nerde kalacağım umrumda bile değil, yeter ki sıcak olsun, böcek ınöcek olmasın ve seni de arada sırada görebileyim, demek ki her saniye.


Son zamanlarda “demek ki”ye takmış duruındayıın. Mektubuna resmen tapıyorum, özellikle de Eliot’la ilgili bölümüne. Galiba, Sappho dışındaki bütün şairlere burun kıvırmaya başladım. Onu deliler gibi okuyup duruyoruro ve bu konuda adice yorumlar isteıniyorum, lütfen. Hatta, iftihar listesine oynamaya karar verirsem ve başıma danışman diye getirdikleri salağı da buna razı edebilirsem, sömestr ödev şeyini bile Sappho üzerine yapabilirim. “Narin Adonis ölüyar Cytherea, ne yapacağız? Memelerinizi dövün bakireler, parçalayın entarilerinizi.” Mulzteşenı değil mi? Ve bunu hep yapıyor. Beni seviyor musun? O kor- •• kunç mektubunda bir kere olsun söylemiyorsun. Olesiye süper-erkek ve kettum (imla?) olduğun da senden nefret ediyorum. Aslında nefret etmiyorum tabii de, güçlü ve suskun erkeklere yapı olarak karşıyım ben. Yani güçlü olmadığından filan değil de, ne demek istediğimi anlıyorsun işte. Burada gürültü öylesine arttı ki ne düşündüğümü bile zar zor duyuyorum. Her neyse seni seviyorum ve bu tımarhanede bir pul bulabilirsem eğer bu mektubu özel ulakla göndermek istiyorum ki eline geçecek zamanı rahat rahat bulası n. Seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum. Onbir ayda sadece iki kere dans ettiğimizin farkında mısın acaba? Vanguard’da senin o kadar sarhoş olduğun seferi saymıyorum tabii.

Herhalde deli gibi kendi kendimin farkında olacağım orada. Bu arada, orda karşılama töreni filan gibi bir şey olursa seni öldürürüm. Cumartesiye, gülüm. lO Tüm aşkımla, Franny XXXXXX XX XXXXXX XX NOT: Babiş röntgen filimlerini hastaneden aldı ve hepimiz öyle rahatladık ki. Bir ur çıktı ama habis değilmiş. Dün gece telefonda annemle konuştum. Bu arada sana selam söyledi, yani o Cuma gecesi hakkında kesin rahatlayabilirsin. Eve girerken bizi duyduklarını bile sanmıyorum. NOTUN NOTU: Sana yazarken son derece durgun ve geri zekalı bir halim oluyor. Neden acaba? Bunun çözümlemesini yapınana izin veriyorum. N’ olur bu haftasonu harika vakit geçirelim. Yani bir kez olsun her şeyi öldüresiye çözümlerneye çalışmayalım mümkünse, özellikle de beni. Seni • sevıyorum. Frances (alameti farikası) Lane, bu okuyuşu sırasında mektubun hemen yarısına gelmişti ki, Ray Sorenson adlı iri yarı bir delikanlı onu engelledi – onun alanına tecavüz etti, fuzuli işgalde bulundu – ve Lane’e bu Rilke denen hergelenin hayatta ne numarası olduğunu bilip bilmediğini sordu. Lane de Sorenson da (yalnızca son sınıflarla master ve doktora öğrencilerinin alabildiği) Modern Avrupa Edebiyatı 251 dersini alıyorlardı ve Pazartesiye Rilke’nin “Duino Ağıtları”nın Dördüncüsünü ödev olarak hazırlamakla yükümlüydüler.

Sorenson’ı hayal meyal tanıyan, ama onun gerek suratına gerekse tavırlarına karşı belli belirsiz, kategorik bir hoşnutsuzluk duyan Lane, mektubunu ortadan kaldırdı ve Rilke’nin ne numarası olduğunu bilmediğini ama şiiri büyük ölçüde anladığını sandığını söyledi. “Şanslısın,” dedi Sorenson. “Talihli bir adamsın sen.” Sesinde canlılıktan eser yoktu, sanki Lane’le konuşmaya gelmesi sıkıntıdan ya da sabırsızlıktan dolayıymış, herhangi bir insani iletişim kurmak için değilmiş gibi. “Vay canına, amma soğuk,” dedi ve cebinden bir paket sigara çıkardı. Lane, Sorenson’ın devetüyü paltasunun yakasında solmuş ama insanın dikkatini dağıtacak kadar da belirgin bir ruj izi olduğunu fark etti. Bu iz sanki o yakada haftalardır, hatta aylardır duruyormuş gibiydi, ama Lane Sorenson’ı bundan söz edecek kadar iyi tanımadığı gibi, bu onun zerrece urourunda da değildi. Ayrıca, tren de geliyordu. Delikanlıların ikisi birden, perona girmekte olan lokomotifi görmek için şöyle yarım sola döndüler. ll Hemen hemen aynı anda bekleme salonunun kapısı paldır küldür açıldı ve içerde ısınma k ta olan delikanlı lar, çoğu her iki elinde de en azından üçer tane yanan sigara tuttukları izlenimini vererek, tren i karşılamak üzere dışarı çıkmaya başladılar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir