Baudrillard’ın, 1996 yılında yayınlanan ve çağdaş sanat diye bir şeyden söz edilemeyeceğini ileri sürdüğü Sanat Dünyasının Kurduğu Komplo başlıklı makalesi uluslar arası sanat camiasında büyük bir şaşkınlığa yol açmıştı. Baudrillard’ın kendini sanata adamış biri olduğu söylenemeyeceği gibi bu konuda bir yeni yetme olduğu da söylenemezdi. 1983 yılında yeri göğü inleten Simülakrlar ve Simülasyon1 başlıklı metnin İngilizce versiyonu onu New York sanat dünyasında bir idole dönüştürmüş ve Artforum adlı çok etkili uluslar arası bir sanat dergisinin yıldızlarından biri yapmıştı. Bu kitap çok kısa bir süre içinde kendine saygı duyan her sanatçının mutlaka (must) okuması gereken bir metine dönüşürken, herkes onunla hemen aynı düşünceleri paylaşmaya başlamıştı. O günden sonra her yerde bu kitaptan söz edilmeye başlanmış ve kimi sanatçılar sergiledikleri enstalasyon çalışmalarında bu kitaptan alıntılara yer vermişlerdi. Daha sonra bilim-kurgu türünde bir kült film haline gelen The Matrix’in de aynı metnin tanıtımına katkıda bulunduğu görülmektedir. Bu filmde Neo adlı kahramanın bir bakıma Baudrillard’ı canlandırdığı söylenebilir. 1987 yılında New York’taki Whitney Museum of American Art’da Andy Warhol üstüne yaptığı yankı uyandıran konuşmayı dinlemeye gelenler yerlerini aylar öncesinden ayırtmışlardı. Aynı dönemlerde neden söz edeceklerini bilemeyen kimi sanatçılar yönlerini onun düşünceleri sayesinde bulduklarını söyleyeceklerdi. Bu durumda 1996 yılında aniden yaptığı ağır eleştirilere şiddetle karşı çıkılmasında şaşılacak bir şey olduğu söylenemez. Sanatla ilgilenen insanlar bu sözler karşısında kitlesel bir şekilde Baudrillard’ın gizli bir sözleşmeyi çiğneyerek kendilerine ihanet ettiklerini düşünmüşlerdir. Kanadalı bir sanat eleştirmeni: “Bu ifşaatlar sanat dünyasında bir tokat etkisi yaptı 2 ” dedikten sonra: “Bu metin onun yasal bir görünüm kazanmış kültür eleştirmenliği konumunu kesinlikle yitirmesine neden olacaktır” sözlerini ekleyecektir. Baudrillard’ın asla böyle bir konuma sahip olmak gibi bir sorunu olmamıştır. Yazdığı metinlerde onun da sitüasyonistler gibi kültüre karşı çok saygın bir tavır takınmış olduğu söylenemez. Lafı ağzında eveleyip gevelemeyi seven biri değildir. Komplo’da: “Sanatçılar… sıradanlığı, artıkları ve pespayeliği bir değer ve ideolojiye dönüştürüp kendi hesaplarına geçirmeye çalışıyorlar” dedikten sonra çağdaş sanatın yalnızca anlamsız değil aynı zamanda beş para etmez bir şey olduğunu eklemektedir. Burada kullandığı “beş para etmez” (nul) deyimi hoş bir anlama sahip değildir, zira Petit Larousse sözlüğü bu deyim konusunda: “bir varlığa sahip olmayan, hiçe indirgenebilen, herhangi bir sonuca yol açmayan” gibi ifadeler kullanmaktadır. Sanat dünyasını kışkırtmak için elinden geleni yapan Baudrillard’ın sonuçtan mutluluk duyması gerekirdi. Oysa bir yıl sonra yayınladığı (Fransa’daki demokratik sistemi Le Pen gibi birine kaptıran politikacılardan söz ettiği) “Ahmaklar koalisyonu3 ” başlıklı makaledeki ağır eleştirilerin hiçbir tepkiye yol açmaması oldukça ilginçtir. Politikacılar kendilerine yapılan bu tür bir muameleden herhalde bıkmış usanmışlardı. Öyleyse bunun sanat dünyasından kaynaklanan özel bir nedeni olmalıydı; başka bir deyişle bu camianın birileri tarafından ciddi bir şekilde eleştirilmeye ihtiyacı vardı. Sanat dünyasını yerden yere vurmak gerçek anlamda bir değişikliğe yol açabilecek miydi? Bazı eleştirmen ve konservatörler bu saldırıyı ciddiye alarak Baudrillard ismini adres defterlerinden sildiler. Olayı bilenlerse mükemmel bir şekilde “tezgahlanan” bu skandalı 1 Jean Baudrillard, Simulations, İng. Çeviri: Paul Foss, Paul Patton ve Philip Beitchman, editör: Sylvère Lotringer. New York: Semiotext(e), Foreign Agents Series, 1983. Fransızca özgün metin, Simulacres et simulation (Simülakrlar ve simülasyon) başlığıyla Editions Galilée tarafından 1981 yılında Paris’te yayınlanmıştır 2 Corinna Ghaznavi ve Felix Stalder, “Baudrillard: Contemporary Art is Worthless” in LOLA, Toronto. Bu yazarlar bu makaleyi ne yazık ki ya yanlış bir çeviriden yola çıkarak yazmışlar yada metni anlamamışlardır. Baudrillard’ın ifşaatları onun ve sanat hakkında benzer eleştiriler yapan diğer insanların otomatik bir şekilde “gerici, irrasyonel, faşist bir düşünce sahibi…” olmakla suçlanmasına yeterken bu yazarlar bu düşünceyi tersine çevirerek sanata karşı bir saldırı olarak sunmuşlardır. 3 Önce 1997 yılında Libération gazetesinde, 1998 yılındaysa aynı başlıkla Sens & Tonka tarafından yayınlanmıştır. Daha sonra 2002 yılında Libération gazetesinin Rebonds bölümünde Körler Krallığı başlığı altında yayınlanan bir başka makaleyle birleştirilmiştir (Fr. Editörün notu). zevkten dört köşe olmuş bir şekilde izlediler. Zira onlar için önemli olan sanat hakkında neler söylendiği değil, sanat hakkında konuşuluyor olmasıydı. Baudrillard’ın makalesi 1996 Mayıs’ında Libération gazetesinde yayınlanır yayınlanmaz Internet aracılığıyla dünyanın pek çok ülkesine ulaştırıldı ve yazar ardı arkası kesilmeyen etkinlik, konferans ve katalog metinlerine katılma davetleri almaya başladı. Dünyadaki Yeni Sanat Düzeninin sürüp gidebilmesinin yolu açıkça yıldızlara ve tanınmış isimlere sahip olabilmekten geçiyordu yoksa düşünce üretiminden değil. Sanat, kendisine karşı yöneltilecek her türlü olası tehdidi etkisiz kılabilecek, tehditçilerin dikkatlerini tamamıyla kendi üstüne çekip, onları kandırabilecek bir büyüleme gücüne sahiptir. Sanat alanında parlak bir kariyer yapmak isteyenler için sanat eleştirmenliği ideal bir başlangıca benziyordu; başka bir deyişle bu istisnai bir durum değil genel bir kuraldı. Sanat Dünyasının Kurduğu Komplo başlıklı makalesinde Baudrillard’da tam olarak bundan söz ediyordu. Zaten bu makalenin yol açtığı tepkiler onun yirmi beş yıl önce Tüketim Toplumu4 başlıklı kitabında öngördüklerini doğrular nitelikteydi. Çünkü sanat eleştirisi bir sanat eleştirisi kandırmacasına, tüketim düzeni içinde yer alan bir karşı söyleve dönüşmüştü, tıpkı Pop Art’taki “cool gülüşün” ticari bir anlama sahip olması gibi. İki yıl sonra yayınlanan Gösterge Ekonomi Politiği Hakkında Bir Eleştiri5 başlıklı kitabında daha da ileri giden Baudrillard, çağdaş sanatın açıklanması zor bir konuma sahip olmasının nedeni saldırgan bir sanat eleştirisi ile kültürel entegrasyon denilen şey arasına sıkışıp kalmasıdır dedikten sonra konuyu, sanat, bundan böyle gizli anlaşma yapma sanatına dönüşmüştür şeklinde bağlamaktaydı. Günümüzde bu gizli anlaşma toplumun tamamını içerdiğinden, sanat, yaşamda artık ayrıcalıklı bir yere sahip olamaz. Varlığını sürdürmeye çalışan bir sistem yaşamın her alanında engeller ve direnişlerden yararlanabilir. Chris Kraus, Videogreen başlıklı metninde bu yüzden: “Sanat, özgünlük ve yaratıcılığını büyük ölçüde yitirmiştir. Sanat alanında artık rastlantı ve sürprizlere yer yoktur. Sanatçı yaşantısı denilen şeyin artık bir önemi kalmamıştır. Ne yaşam ama6 ” demektedir. Günümüzde sanatçı olmanın sağladığı avantajlar dışında, sanat karlı bir yatırım alanı, sanat eserleri denilen şeyler de çok değerli tüketim nesneleridir. Sanatla ilişkisiz ne varsa artık hepsi sanatsal bir niteliğe sahip olmuştur. Roland Barthes, Amerika’da cinsel ilişki hariç her yerde cinsellikle karşılaşabilirsiniz demişti. Günümüzdeyse her yerde sanatla karşılaşabilirsiniz hatta sanat alanında bile. Simülakrlar ve Simülasyon başlıklı kitabında Baudrillard, Disneyland, sanki tüm Amerika’nın devasa bir tematik park olduğunu gizlemek amacıyla inşa edilmiştir demekteydi. Sanatın da aynı şekilde bundan böyle tüm toplumun estetik ötesi bir aşamaya geçmiş olduğunu gizlemeye yönelik bir caydırma mekanizması, bir vitrin, bir dış yüzeye benzediği söylenebilir. Sanat sahip olduğu ayrıcalığı yitirmiş olup ona yeniden sahip olabilmesi olanaksızdır. Sanatla her yerde karşılaşmamızın nedeni belki de budur. Sahip olduğu estetik ilkeyi yitiren sanat, yok olup gitmek yerine tüm toplumsal katmanlara yayılmıştır. Gerçeküstü akımına özgü çok anlamlılık sonunda moda, reklam ve iletişim araçları tarafından sıradan bir şeye dönüştürülerek tüketicinin bilinçaltının da zevksizleşmesine neden olmuşlardır. Günümüzde sanat ekonomi, iletişim araçları, politika kısaca her yere girme ve kanserli hücreler gibi hızla üreme özgürlüğüne sahiptir. Faşizmin politikayı estetize etme ayrıcalığını yitirmesi gibi; estetiğin politize edilmesi de bir devrime yol açmamaktadır. 4 Jean Baudrillard, La Société de consommation (Tüketim Toplumu), Paris, Le Point, Denoel, 1972. 5 Jean Baudrillard, Pour une critique de l’économie politique du signe (Gösterge ekonomi politiği hakkında bir eleştiri), Paris, Les essais Gallimard, 1972. 6 Chris Kraus, Videogreen: Los Angeles, of the Triumph of Nothingness, New York, Semiotext(e), 2004, s.17. Bütün bunlar metalaştırılan sanatın ayrıcalıklı bir yere sahip olmasının mümkün olamayacağını göstermektedir. Sanat dünyası tüketim adlı bulaşıcı hastalıktan korunmak amacıyla kendini bilinçli bir şekilde devasa bir balon içine kapatmaya çalışmaktadır. Oysa tüketim düzeni çoktan onun da içine sızmıştır. Bunun farkına varabilmek için tüm sanat meraklılarının kızarmış yanaklarına bakmak ve oradan oraya heyecanla koşuşturmalarını izlemek yeterlidir. Büyük bir hızla büyüyen balonun kısa bir süre sonra patlama noktasına geleceği ve tam kusursuz bir biçime sahip olduğu anda bir sakız gibi patlayacağı söylenebilir, tıpkı 1987 yılında Borsalarda yaşanan çöküş gibi. 1960’lı yıllarda kendi çabalarıyla toplumbilimci olmaya çalışan Baudrillard’ın entelektüel açıdan sitüasyonistlere yakın durduğu ve “kültür” konusunda duydukları kuşkuları paylaştığı görülmektedir. 1980’li yılların sonuyla 1990’lı yılların başı arasında sorgusuz sualsiz bir şekilde tam tüm benliğiyle teslim olacağı sırada, tarihin bir cilvesi olsa gerek, radikal sitüasyonist düşünceye sahip çıkan sanat yitirdiği saygınlığı yeniden kazanabilmek amacıyla çok çabalamıştır. O dönemde bu entelektüel cambazlıkları; başka bir deyişle, sanatın, “avant-garde akımların sona erişini” ilan ettikten uzun bir süre sonra yeniden “avantgarde” anlayışına sahiplenmeye çalışmasını büyük bir keyifle gözlemlemiştim. Daha da ilginç olan bir şey varsa o da bu konuda başvurulan yöntemdi. Bu yöntem sitüasyonistlerin mimarlıkla ilgili olarak yaptıkları açıklamalar ve çektikleri eleştirel ideolojik söylevler üstüne oturtulmuş olup, amaç, mahkum ettikleri sanat ve sanat eleştirisi hakkındaki kafa karıştırıcı düşünceleri saf dışı etmekten ibaretti. Baudrillard: “Günah çıkartan bir politikacı ve entelektüeller kuşağının Prensin çevresinde oluşturulan bir ahmaklar koalisyonuna katılmasını izlemekten daha keyif verici bir şey düşünemiyorum 7 ” diyordu. Sanat dünyasının dışındakiler de komplo kurabilirler. Sitüasyonistler gösteri sanatlarına yönlendirdikleri eleştiride : “Siz sanat eleştirmenleri, yarım akıllı ahmaklar…sanat adı altında eleştirisi yapılan şeyler, bölük pörçük sanat eleştirileri toz olun, gözümüz sizi görmesin…Sizin söyleyebileceğiniz hiçbir şey yok” diyerek anında burjuvazinin yönlendirdiği yaratıcılık komedisine katılan tüm sanatçıları gruplarından dışladılar. Bu hesaba göre Guy Debord ve yoldaşları, bugün, herhangi bir ideolojik ayrım yapmadan tüm sanatçıları dışlamak zorunda kalabilirlerdi. Debord kesinlikle çok paranoyak bir insan olmakla birlikte yüzde yüz haklıydı. Sanat dünyasının bir komplo kurduğu belliydi, ancak bu komployu görebilmek için çok zeki olmak gerekiyordu. Günümüzde bu ikiyüzlülüğü fark etmemek olanaksız hale geldi. Düşüncelerinden ödün vermediğini söyleyerek bununla hâlâ övünen kaç kişi tanıyorsunuz? Debord çağının ötesini görebilen biriydi, bu yüzden onun gibi birine bugün de çok ihtiyacımız var ama hadım etmeme koşuluyla. İşin doğrusu bugün aramızda olsaydı herhalde bambaşka birine benzerdi. Baudrillard’ın hiddetli ve şiddetli eleştirileri acaba sitüasyonistlerin eleştirilerinden çok mu farklı? Bir yazısında: “Düzeysizliğin katmerlisine sanat deniliyor. Ben beş para etmem, “bir hiçim” diye söylenip duran bir sanat gerçekten de beş para etmez bir şeydir” diyen Baudrillard yanılmaktadır, zira sanat bir hiç olmayı bile becerememektedir. Sanat dünyası tarafından kurulan komplo “baskı altında tutulan düşüncelerin ortaya dökülmesine” neden olmuştur. Farklı bir görünüme bürünmüş olsalar da semptomlar hâlâ oldukları yerde durmaktadırlar. Bu konuda yanılabilmek olanaksızdır. Bu konuda hiç kimse – 7 Jean Baudrillard, Cool Memories II, Paris, Editions Galilée, 1990, s.131. özellikle Freud’un ismini dillerinden düşürmeyenler- neler olup bittiğini anlayamamıştır. Başka bir deyişle Baudrillard’ın sanat dünyasına hak ettiği yanıtı vermiş olduğu söylenebilir. Skandala benzeyen bir şey varsa o da Baudrillard’ın sanat dünyasına yaptığı saldırı değil, sanat dünyasının bu saldırıyı bir skandal olarak nitelendirmesidir. Baudrillard’ın sitüasyonistlerden farkı gösteri toplumunun dışında kalamayacağını düşünmüş olmasıdır. Ancak kışkırtıcı düşüncelerinin doğru ve sitüasyonistlerin bilinçli bir şekilde zaman zaman ara verdikleri öznel düşünceleriyle uyum içinde olduğu söylenebilir. Oysa Baudrillard’ın kışkırtma sürecinde tek başına gerçekleştirdiği duraksamalar ne bilinçlidir ne de sanatın var olması yada yok olmasıyla ilgilidir. Onun tek derdi yakasını sanattan kurtarabilmektir. Baudrillard’ın en önemli özelliklerinden biri hiç kimsenin fark edemediği bir durumu tüm ayrıntılarıyla açıklayabilmesidir. 1987 yılı New York sanat dünyası için gerçek anlamda bir değişim yılıydı. Sanat dünyasını dolduran binlerce genç sanatçı kendilerine yol gösterecek bir lider, “usta bir düşünür”, bir “guru”, bir çıkış noktası arıyorlardı. Baudrillard’ın aslında antropolojik gözlemler içeren Simülakrlar ve Simülasyon kitabını belki de bu yüzden estetik bir manifesto gibi algıladılar ve alelacele bir şekilde bir yön veremedikleri sanat anlayışlarını o andan itibaren yönlendirebileceğini düşündüler. Bu ani ve abartılı hayranlık alametleri karşısında şaşkınlığa düşen Baudrillard duruma tepki gösterdi. Çünkü onun için “simülakr” bir şey değildir. Tek başına ele alındığında hiçbir şey ifade etmez. Bu kavramı ortaya atmasının nedeni güncel kültürde artık özgün/orijinal çalışmalar yerine kopyaların kopyalarıyla karşılaşılmasıdır. New York’ta: “Simülakr bir sanat eseri olarak kabul edilemez yada ona modellik yapamaz” demiştir. Simülakr olsa olsa sanata karşı bir meydan okuma biçimi olabilir. Yönlendirme hareketi bir karmaşayla sonuçlanınca herkes kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırarak kendi köşesine çekildi. On yıl sonra Baudrillard yeniden harekete geçti. Sanat Dünyasının Kurduğu Komplo başlıklı makalede yalnızca resim satışlarında görülen artış ve gayrimenkul dünyasında yeniden patlayan alımların yol açtığı sanat eserleri ticareti değil aynı zamanda kural tanımayan ve çökme sinyalleri gönderen neoliberal bir finans pazarında gezegen boyutlarına varan çılgınca spekülasyonlar eleştirilmekteydi. Baudrillard’ın bu metinde şiddetle eleştirdiği şey artık sanat dünyasının saflığı değil, sanatın sanatsal olmayan ve onu ciddiye almayan amaçlar doğrultusunda sömürülmesiydi. Venedik Biennale’ine yaptığı kısa ziyaretten hemen sonra Baudrillard patladı. Bu kadarı da fazlaydı. Hiç bekletmeden meydan okudu ve sanat dünyasının bir “komplo” kurmuş olduğundan söz etti. Bu komplonun kimler tarafından kurulduğunu söylemek mümkün olmamakla birlikte varlığını yadsıyabilmek olanaksızdır dedi. Ayrıca kurulan komplo hakkında kısa bir kuramsal açıklama yapma arzusuna da direnemedi. Yazmış olduğu alaycı ve ağır eleştiri düşünce sistemine saygısızlık eden tüm yaklaşımlara karşı bir eylem ve bilinçaltında birikenleri dile getirdiği duygusal bir tepkiye benziyordu. Baudrillard’ı ciddiye alan ve söylediklerine inanan Fransız bir kadın sanatçı Baudrillard’ın bu eleştirilerine hiç bekletmeden Libération gazetesinde bir yanıt verdi ve: “Baudrillard, çağdaş sanat dünyasının paranoyak düşünceler üretmesine neden oluyor” dedi.
Jean Baudrillard – Sanat Dünyasinin Kurduğu Komplo
PDF Kitap İndir |