Jean-Marie Laclavetine – Usulca

Yumuşak huylu bir insan olan Vincent Artus, karısından başka kimseyi öldürmüş degildi. Hoş, Beatrice yasal eşi de degildi, ama bu ayrıntı, Hayra ormanındaki acıklı olayı anımsadıgında duydugu tedirginliği ortadan kaldırmıyordu. O dönemde Artus henüz bir kamyonda yaşamaya başlamamıştı. Onu, o siyah saçlı, canlı, ufak tefek kadınla ve pembe kuyruklu beyaz papaganıyla birlikte oturdugu Butte-aux-Cailless’da, Cinq-Diamand Sokagı’ndaki aparıman dairesinde görmeniz mümkündü. Oysa bugün geride, isminin hoş tınısından başka bir şey kalmamıştı, Beatrice’den. Roncevaux yakınlarında, Pyrenees Dagları’nın ıssız ve sevimsiz bir uçurumunda, her cinsren leş yiyici larva, böcek, kuş ya da sürüngen, etlerini büyük bir coşkuyla yiyip bitirmişlerdi bile. Bcatrice’in bakışlarında, gelişmekte olan olayların gerçekliği karşısında anlamı kalmayan bir kuşku ışığı yansımıştı 5 birkaç saniye boyunca. Patikanın kenarında, gözleri Vincent’a dikili halde, bir an havada asılı kalmıştı. Şaşkınlıktan, leylak rengi lekeler belirrnişti yüzünde, ve sanki uçacakrnış gibi kollarını çırprnıştı. Oysa uçrnadı. Bedeni, düşüşüne eşlik eden taşların tangırtısı arasında, bir sitem gibi giderek ağırlaşarak, zıplaya zıplaya yuvarlandı hayırdan aşağı. Anus kimseyi Beatrice kadar sevrnemiştİ ve sevrneyecektL Vücudunda henüz cılk yaralar ve kan oturması yüzünden oluşan şişlikler belirrneden birkaç saat öncesine kadar, kendisini keyiile bırakıp sarmaş dolaş olduğu, o bembeyaz, esnek, anason kokan, güzel kokulu tenden geriye kalan şu şekilsiz ve tozlu paçavraya bakarken, gözlerinden yaşlar boşalrnak üzere o lduğunu h issetrnekteydi. Ve şimdi, aşağı doğru fırlattığı, iri, ağır, kesici ve mika pırıltılı taşların kaçınılmaz bir şekilde, Beatrice’in henüz yumuşaklığını yitirmemiş olan bedenine doğru yönderek hayır aşağı yuvarlanışlarını ağlayarak izlernekteydi. Kısa bir süre sonra, aşkından geriye, kala kala, rüzgarla dalgalanan siyah bir saç demetiyle, taş yığınının arasından tuhaf bir biçimde dışarı fırlarnış olan yumuşak, çaput parçasına benzeyen bir şey kalmıştı: onun, okşayışlarını ömür boyu özleyeceğinden emin olduğu, yumuşak ve becerikti eli. Artus isterneye istemeye yürüdü kendi -geleceğine doğru.


Bulutlar, dağların dorukları arasında kayboluyordu; yamaç boyunca, Bask bölgesine özgü bir yabani rnidilli sürüsü, gri gök kubbenin tam altında, koşuşturup durrnaktaydı. 2 Tepedeki dört köşe aydınlatma penceresinde toplaşan berrak su damlacıkları, yağmurun, sac v:e camlar üzerinde, 6 klavsen sesini andıran çiseleyişine ayak uydurarak dans etmekteydiler. Kapı kenarlanndan sızan rüzgar, ıslık çalarak dolaşıyordu buz kesmiş odacığın üstünde. Yattığı yerin tepesinde, siyah plastikten bir rafın üstüne konulmuş olan çalar saat, aldırışsız, bangır bangır Çalıp duruyordu. Pumblechook, tüneğine yapışmış, kafasını kanadının altına sakmuş, titriyordu. Kuyruğundan ensesine doğru esen hava akımından rahatsızdı. Artus uykusunu alamamıştı; ama görmekteyken uyandığı son rüya, artık tarazlanarak, parça parça kaybolmaktaydı. Haydi, kalkma zamanı. Günler birbirini izliyor. Kalktı, çalar saatin üzerine çaydanlığın pamuklu bez asıarlı kılıfını geçirerek susturdu; uzun uzun gerindi, bir süre kolları açık vaziyette kaldı, nemli soğuğun içinde. Dünkü gibi diyordu sanki, kılıfının altındaki saatin tiktakı. Evet, Vincent, yine dünkü gibi, yemi teneke kaba yerleştirdi, ama hamurdanan papağan ona dokunmakta acele etmedi. Yağmur. Şoför mahallinin üstünde sevimsiz notalar çalan yağmur. Ve bugün pazardı.

Vinccnt Anus gözlerini açtı ve yaşamına doğru şöylece bir göz attı: kirli aynalarda sonsuza dek yansıyıp giden bir sürü yağmurlu pazar günü. Buna da yaşamak mı diyorsun diye homurdandı Pumb. Anus, pantolonunu giydi, parkasını sırtına geçirdi, arka kapıyı açtı ve kamyonun birkaç metre ötesinde, bir duvarın üstüne işedi. Döndüğünde, papağan, ayçiçeği tanelerini halının üstüne teker teker dökmekle mcşguldü. Vincent, bu hakareti görmezden gelerek, kaloriferi yaktı, c,;aydanlığı ocağın üstüne koydu ve bidondaki suyla elini yüzünü yıkayarak traş olmaya başladı. 7 Şimdi artık camlar buğulanmış olduğundan , dışarıdaki manzara hakkında fikir yürütmek, fazlasıyla iddialı bir çaba olacaktı. Mazot kokuyordu; nemli toz, kauçuk ve birçok kez cvrilip ı,;cvirilmiş düşünceler … Kuşetin üzerine bağdaş kurmuş olarak oturan Artus, finc.:anın kokusunu iı,;ine çekti. Acıkmıştı. Teneke kaptan, sivri gagasını parmağının dolgun yerine batırınaya niyedenen Pumblechook’a fırsat vermcden bir ayçiçeği tanesi yürüttü, taneyi dişleyerek, kahvalulık bir şeyler aramaya çıktı. 3 llcaıricc’in anısının sabah sabah kendisini tedirgin elmesinden h iç hoşlanınıyordu Vincent. Gece gördükleriyle gündüz gördüğü kabuslar arasında bir mala verebilıneyi çok isterdi; ne var ki, böyle bir soluklanmaya pek nadir olarak imkan bulabiliyordu ve Pumblechook’un yusyuvarlak vr kırmızı gözü tasalarını yatışllrmasına hiç de yardımcı olmuyordu. Bu arada Tolbiac.: Sokağı’nda yağmur hızını artırıyor ve arada sırada yoldan geçen insanlar, buzluktan çıkmış birer balığa dönüşüyariard ı. Pazar.

kişinin, geri dönüşsüz lanetlenmişliğinin tüm boyutlarını algılayabildiği tek gündü. Artus, diğerlerinden farksız bir pazar gününün dondurucu somutluğu iı,·indc yürümekteydi. Binaların cepheleri, gözlerini kırpmadan onu gözleınliyorlar, bulutlar, onu izlemek için, çatıların arasından süzülüyorlardı. Bir kahvehanenin -örneğin Le Petil Pompon’un- canılı kapısından içeri girmek ve daha sabahın köründe havayı hira ve sigara kokusuyla ağırlaştırmış olan insan kardeşlerimizin böğürtülü samimiyetieri arasına yerleşmeyi göze ala8 bilrnek için, gerçekten çok acıkmış olmak gerekiyordu. O da kahramanca yerleşti tezgahın önüne ve bir ayçöreğine dişlerini geçirdi; barmen onun bir şey ısrnarlamasına fırsat vermeden. içinde çaytozu keseciği yüzen sıcak su dolu fincanı önüne sürdü. Hiçbir zaman düş kırıklığına yolaçmayan tek dostluk, sarhoşların dostluğudur. Onlar da Vincent Artus’a yanaştılar, sırtını sıvazladılar, fıkralardan oluşmuş sıcak bir palto ilc sarıp sarmaladılar. Neredeyse o da Calvados’larını ya da Stella Artois biralarını onlarla paylaşacak, pazar günlerinin yokolması şerenne kadeh tokuşturacaktı. Kır saçları, gri renkli gözleri ve garip kılıktı görünümüyle, kırk yaşlarındaki doktor Artus\ı iyi tanırlardı; çay içtiğini, sabahları gencllilde langırtın yanında, dipteki bir masaya yerleşerek, rnekLUp olduğunu tahmin ettikleri bir şeyler çiziktirdiğini ve tüm öğleden sonralarını, Esperance Sokağı’nın dispanserinde, bilimsel yeteneklerini konuşturarak geçirdiğini bilirlerdi. Onun hakkında daha ne bilinebiiirdi ki? Adam gibi bir adamdı, diğer adamlar gibiydi, onlardan aşağı kalmaz, kimse de ondan aşağı kalmazdı: kahvehanderin sade ve sağlam fclsefesiydi bu. Sabahları, cildinin kırışıklıkları ve koyulaşmış gözaltı tarhacıklarının dağımklığı arkasına gizlenmiş gözleriyle ve yastığının izlerini taşıyan bir suratta çıkıp gelmesine alışmışlardı. Günün birinde artık gelrneyecekti, ancak Buucaux-Caillcs, bundan ötürü dostluğu çağrışnrmal<Lan vazgeçmeyecek, biranın eskisi gibi köpürmesine ve pazar günlerinin sürüp gitmesine engel olmayacaktı. Bir başka adam gibi bir adam, Anus’un yerine tezgahın kenarına, diğer i<;­ kicilerin hizasına ihşecek, sütsüz bir kahve ya da bir bira ısmarlayacak, kır saçlı adamın çay fincanları kısa bir süre sonra unuıulup gidecekti. Vincent’ın parkası kahvedeki sıcaklığın etkisiyle buhar 9 saçıyordu.

lçsel nitelikli bu düşüncelerle avunuyordu. Dünyanın akışını sağlamada bu denli vazgeçilebilir olmaktan dolayı mutluyclu ve sıcak suyunu yudumlarken, kardeşlik ve iyi yüreklilik dolu tatlımsı bir duygunun içini doldurmasına izin veriyordu. Çevresini izlerken, bir tanesi ileri derece bir siroz vakası olmak üzere, birçok karaciğer bozukluğu, bir sinüzit, bir anroz ve iki kansızlık tanısı koydu. Aklından bir iki reçete yazdı ve nihayet, pazar gününün defterini dürrnek niyetiyle oradan ayrılmaya karar verdi. Ancak sokağa adımını atar atmaz, soğuk bir yağmur fırtınası ve boğucu bir hava baskısı ile bodoslamasına saldırıya geçen pazar günü ile burun buruna geldi. Artus, bu saldırıya kahramanca direnerek, zaman zaman rüzgarlı kapı eşiklerine sığına sığına kamyona doğru koştu ve sonunda ona ulaştı. Akşam olana kadar uzayacaku bu savaş. Sonunda, nemin engellemesine karşın motoru çalıştırmayı başardı ve düşmanı kuşatma stratejisini uygulayarak, Paris çevresinde, çevre yolunda yörüngeye oturmayı başardı. Deposu doluydu ve müziğin yardımıyla, birkaç saat menzil dışı kalabilirdi. Kuşun itirazları, Vincent’ı Arvo Part’ın bir kaseelini koymaktan alıkoyamadı. Pumb, Tabula Rasa’ya tahammül edemiyordu; bu müzik Beatrice’i anımsatıyor ve onu sancılı, yaralı ve sahibine karşı giderek artan bir hında dolu melankolik bir ruh haline sürüklüyordu. 4 Her pazarın bir sonu vardır. Anus, aslında tartışma götürm<!z bu söz , lerin doğruluğundan sık sık şüphe etse bile sonunda, geceyi geçirmek üzere hazırlanması gereken an gelip çatu. Küçük Lahire Sokağı’nda park edecek bir yer buldu; kısa bir yürüyüşten sonra döntip yatağa girdi, sokakta, 10 bir sıranın üzerinde bulduğu rami des jardins* dergisine göz attı, ve doğmakta olan pazartesiye doğru sıkıntılı bir uykuya daldı. Geceleri, tavana asılı mavi bir çarşaftan bir çeşit cibinliğin korumasındaki Pumb, kafasını kanadının altına sokmuş, pazartesi sabahının dinginliğine hazırlıyordu kendisini: gün boyu şoför mahallinde tek başına düşüncelere datacak ve şarkılar söyleyecekti, çünkü hafta başlarında sahibinin programı yüklü oluyordu.

Vincent, Hayra’dan beri, elde edilmesi hayli pahalıya malolan düzeninde en ufak bir sarsıntıya neden olabilecek her türlü değişiklikten uzak kalmaya yemin etmişti. Bu bahar pazartesisindeki karşılaşmayı ve bunun yaşamında aynayacağı önemli rolü üngörebiimiş olsa, herhalde uyarımamayı yeğlerdi. Ne var ki, çalar saatin o sabahki tepinmeleriııde onu uyaran hiçbir belirti yoktu; saati rafın öbür ucuna fırlatan tokatı da alışılagelmiş tokatlardan biriydi: sıradan bir hafta başıydı bu. Aylar önce bir daha değiştirmernek üzere saptamış olduğu ve güneşliğin iç kısmına yapışurdığı bir kağıt parçasına, haftanın öteki beş günününkileric birlikte kayelettiği (pazar günü kuşkusuz haftanın günlerinden sayılmazdı) pazartesi programına titizlikle uydu. Artus bu şekilde, bir panik ya da kuşku anında, şaşmaz bir programa başvurma olanağına sahip oluyordu:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir