En iyi performansımı daima kapanış duruşmasında göstermişimdir. Öncesinde pek bir şey düşünmeksizin mahkeme salonuna girebilir, jürinin karşısına çıkabilir, onları adalet isteğiyle yakıp tutuşturacak bir konuşma yapabilirim. Yarım kalmış işler beni çılgına çevirir; her şeyi geride bırakıp bir sonraki davaya geçebilecek şekilde düzenlemem gerekir. Patronum herkese önceki hayatında garsonluk yapmış savcıları falan (yani bir koltukta iki karpuz taşımaya alışık olan kişileri) işe almayı tercih ettiğini söylüyor. Ben de hukuk fakültesini bitirebilmek için bir mağazanın hediye paketi bölümünde çalışmıştım; bu sanırım her şeyi açıklıyor. Bu sabah bir tecavüz davasının son duruşmasına ve bir de yeterlik duruşmasına gireceğim. Öğleden sonra, enkaza dönmüş bir arabanm içinde bulunan kan lekesiyle ilgüi olarak bir DNA uzmamyla buluşacağım. Lekede ne dikkatsizlik nedeniyle ölüme sebebiyet verdiği iddia edilen sarhoş şoföre ne de ölen kadın yolcuya ait beyin parçacıkları var. Caleb banyonun kapısından kafasını uzattığında aklımdan bunlar geçiyor. Caleb’in yüzü geceye merhaba diyen ay gibi aynada beliriyor. Nathaniel nasıl oldu? Suyu kapaüp havluya sarmıyorum. “Uyuyor,” diyorum. Caleb bir süredir garajda kamyonetini yüklüyordu. Kocam taş işleri, briket patikalar, şömineler, granit merdivenler, taş duvarlar yapıyor. Teni kış kokuyor; yöreye özgü elmalar olgunlaştığında Maine’i saran bir koku bu. Flanel gömleği çimento torbalarının dışındaki tozdan çizgi çizgi olmuş. Ateşi düştü mü? diye soruyor lavaboda ellerini yıkarken. Oğlumun ateşini kontrol etmemiş, hatta onu bu sabah henüz görememiş olmama rağmen, “Düştü,” diyorum. Yeterince istersem bunun gerçek olacağını düşünüyorum. Nathaniel dün gece o kadar da kötü değildi, ateşi 37 dereceyi geçmedi. Pek iyi görünmüyordu, ama bu onu (özellikle de duruşmaya gireceğim bir günde) okula göndermeme engel değildi. Her çalışan anne öyle çıkmazlar yaşar kalmıştır. İşim nedeniyle kendimi yüzde yüz evime veremiyorum, evim nedeniyle kendimi yüzde yüz işime veremiyorum ve ikisinin de alarm verdiği bu gibi zamanlardan korkarak yaşıyorum. Evde kalmak isterdim, ama bu toplantıyı kaçıramam. Fred müşterileri planlara bakmaya davet etmiş; hepimiz orada olup iyi bir gösteri yapmalıyız. Caleb saatine bakıyor ve bir inilti koyuveriyor. “Şimdiden on dakika geç kalmışım.” , Çoğu taşeron gibi onun günleri de erken başlayıp erken bitiyor. Şu an içinde bulunduğumuz durum, Caleb kamyonetle ilgilenirken Nathaniel’i okula götürme işinin bana kaldığı anlamına geliyor. 141 Caleb yanımdan geçip cüzdanını ve kepini alıyor. “Hastaysa okula gönderme…” Elbette, diyorum, ama bedenimi ateş basıyor. İki Tylenol bana zaman kazandırır; Bayan Lydia beni arayıp oğlumu almamı söyleyene kadar tecavüz davasını bitirmiş olurum. Bunu düşünüyorum, üzerinden daha iki saniye geçmeden düşündüğüm için kendimden nefret ediyorum. Nina. Caleb kocaman ellerini omuzlanma koyuyor. Bana patlamak üzere olan bir baloncukmuşum gibi dokunan, ama aynı zamanda dağılmak üzereyken beni bir arada tutacak kadar da güçlü olan o eller yüzünden âşık oldum Caleb’e. Ellerimi onunkilerin üstüne koyuyorum. “O iyi olacak,” diyorum ısrarla ve olumlu düşünmenin verdiği güçle. Ardından yüzümde ikna derecesi yüksek bir savcı gülümsemesi beliriyor. “Hepimiz iyi olacağız.” Caleb duyduklarına inanmak için bir süre duraksıyor. () zeki bir adam, aynı zamanda yöntemli çalışan ve dikkat biri. Yeni bir projeye geçmeden önce elindekini büyük bir titizlik ve kesin bir ustalıkla bitirir, kararlarını da aynı şekilde verir. Hayatımın yedi yılını, her gece yanında yatmamın onun temkinliliğinin birazım alıp götüreceğini, birlikte geçirilecek bir ömrün ikimizin de aşırılıklarını törpüleyeceğini umarak geçirdim. Saat dört buçukta Nathaniel’i alırım, diyor Caleb. Ebeveynlik dilinde bu, bir zamanlar ‘Seni seviyorum,’ cümlesinin verdiği anlamı karşılık geliyor. Eteğimin arkasındaki kopçayı kapamaya çalışırken dudaklarının hafifçe başımın tepesine değdiğini hissediyorum. Altıda evde olurum. Ben de seni seviyorum. Kapıya doğru yürüyor, başımı kaldırıp baktığımda onun görüntüsüyle çarpılıyorum: Omuzlarının genişliği, gülümserken dudak kenarlarının oluşturduğu kavis, ayak parmaklarının kocaman botlarının içinde kımıldaması. Caleb kendisini izlediğimi fark ediyor. “Nina,” diyor, gülümsemesi yüzüne iyice yayılırken. “Sen de geç kaldın.” Komodinin üzerindeki saat 07.41’i gösteriyor. Oğlumun karnmı doyurmak, onu giydirmek, çocuk koltuğuna oturtup arabanın arka koltuğuna yerleştirmek, Biddeford’dan geçip okuluna götürmek ve geride saat 09.00’da Alfred’deki üst mahkemede olmama yetecek kadar süre bırakmak için on dokuz dakikam var. Oğlumun uykusu ağırdır, çarşafları yatağından kasırga geçmiş gibi karmakarışık olur. San saçları da çok uzadı, geçen hafta kestirmemiz gerekiyordu. Yatağın kenarına oturuyorum. Bir mucizeyi izlemek için iki saniye daha harcamışım, ne fark eder? Beş yıl önce hamile kalmamış olmam gerekiyordu. Aslına bakılırsa, yirmi iki yaşımdayken yumurtalığımdaki kisti alan kasaptan bozma kadın doğum uzmanı yüzünden hayatım boyunca hiç hamile kalamamam gerekiyordu. (. en iyice düşüp haftalarca kusma nöbetleri geçirince bir iç hastalıkları doktoruna gitmiştim, korkunç bir parazit yüzünden öleceğimden veya bedenimin organlarımı artık reddettiğinden emindim. Ne var ki kan testleri kötü bir şeyim olmadığını söylüyordu. Aksine o kadar iyi bir şey vardı ki, banyodaki ilaç dolabının içine bantladığım laboratuar sonuçlarmı bir mucizenin kanıtı olarak o günden sonra aylarca çıkarmadım. Nathaniel uyurken daha da küçük görünüyor; bir eli yanağının altında, diğeriyle oyuncak kurbağasını sımsıkı tutmuş. Bazı geceler onu izleyip beş yıl önce şu an olduğum kişiyi hiç tanımıyor olmama hayretler ediyorum. Beş yıl önce sorsanız, bir çocuğun gözlerinin akının yeni yağmış kardan daha beyaz olduğunu, küçük bir oğlanın vücudundaki en tatlı kıvrımın boynu olduğunu size söyleyemezdim. Bir elbezini korsan bandanası niyetine kullanacağım ve korsanm hazinesini bulmak için köpekle arama yapacağım ya da yağmurlu bir Pazar günü hazır kekin mikrodalgada ısınmaI sının kaç saniye süreceğine dair deney yapacağım aklımın ucundan geçmezdi. Dünyaya baktığım yüzümle Nathaniel’e baktığım yüzüm aynı değil: Dünyaya yıllarca kesinliklerin gözlüğünden baktıktan sonra o bana en ufak ihtimali bile dikkate almayı öğretti. Çocuk sahibi olabileceğimi bilseydim ne hukuk fakültesine gider, ne de savcı olurdum (şeklinde bir yalan söyleyebilirdim). Bu çok meşakkatli bir iş; her akşam eve götürmek zorunda olduğunuz, futbol maçlarına ve anaokulunda düzenlenen Noel törenlerine hiç de uygun olmayan bir iş. Gerçek şu ki, mesleğimi hep sevdim; işim artık kendimi tanımlama şeklime dönüştü: Merhaba, ben Nina Frost, bölge savcı yardımcısıyım. Ama aynı zamanda Nathaniel’in annesiyim ve bu unvanı dünyalara değişmem. İki unvanımdan hiçbiri çoğunluk hisselerime sahip değil; tam ortadan ikiye bölünmüş durumdayım; yüzde elli-yüzde elli. Ancak gecelerini çocuklarının başına gelebilecek dehşet verici şeyleri düşünerek endişelere kapılıp uykusuz geçiren çoğu anne babanın aksine, benim bu dehşet verici düşüncelere karşı bir şey ler yapma fırsatım var. Ben beyaz bir şövalyeyim, Nathaniel büyüyene kadar Maine eyaletini temizlemekten sorumlu elli hukukçudan biriyim. Şu anda oğlumun alnma dokunuyorum -soğuk- ve gülümsüyorum. Parmağımla hafif kavisli yanağını ve dudaklarının birleştiği yeri usulca okşuyorum. Uykusunun içinde elimi itiyor, yumruklarını yatak örtüsünün altına sokuyor. Hey! diye fısıldıyorum kulağına. “Kalkma vakti geldi.” Umursamaymca üzerini açıyorum ve yataktan idrarın yoğun amonyak kokusu yükseliyor. Hayır. Bugün olmaz! Yine de üç yıldır tuvalet eğitimi alan beş yaşındaki oğlum Nathaniel öyle küçük kazalara uğradığında doktorun yapmamı söylediği gibi gülümsüyorum. Gözlerini açıyor. Tıpkı Caleb’in gözleri gibi onunkiler de ışıl ışıl ve kahverengi. Öyle çekiciler ki, o kucaktayken insanlar sokakta beni durdurup bebeğimi sevmek isterdi. j jy Cezalandırılacağından korktuğunu görüyorum. Nathaniel, diye iç çekiyorum, “Olur böyle şeyler.” Yataktan çıkmasma yardım ediyorum ve ıslak pijamasını adeta derisinden soyarak çıkarıyorum; ciddi ciddi karşı koyuyor. Şakağıma sıkı bir yumruk iniyor, geriye doğru sendeliyorum. Tanrı aşkına Nathaniel! Kelimelerin dudaklarımdan dökülmesini engelleyemiyorum, ama geç kalmam da, yatağını ıslatması da onun hatası değil. Derin bir nefes alıp pijamayı bacaklarından çıkarıyorum. “Üzerini temizleyelim, olur mu?” diyorum daha nazikçe. Yenilgiyi kabul ederek elimi tutuyor. Oğlum inanılmaz derecede neşelidir. Trafiğin boğucu seslerinde kendince bir müzik bulur, kurbağa dilinde konuşur. Asla düzgün yürümez, inşam sürekli bir yere çekiştirir. Dünyaya bir şair gibi huşuyla bakar. İşte bu yüzden, küvetin kenarmdan dikkatle bana bakan bu çocuk benim tanıdığım çocuk değil. Sana kızmadım. Nathaniel utanarak başını eğiyor. Herkesin başına böyle kazalar gelebilir. Geçen sene arabayla bisikletini nasıl ezdiğimi hatırlıyor musun? Üzülmüştün, ama isteyerek yapmadığımı biliyordun. Değil mi? Oğlumla mı yoksa Caleb’in granit bloklarından biriyle mi konuşuyorum, bilmiyorum. “Peki, sessizlik tedavisi uygula bakalım.” Bu bile işe yaramıyor, onu yanıt vermesi için kızdıramıyorum. Haa! Seni neyin daha iyi hissettireceğini biliyorum… Disney VVorld svveatshirt’ünü giyebilirsin, iki gün üst üste giymiş olacaksın. Seçme şansı olsa Nathaniel o şeyi her gün giyerdi. Odasındaki tüm çekmeceleri altüst ediyorum, sweatshirf ü kirli çarşafların arasında buluyorum. O sırada beni takip eden Nathaniel giysiyi elimden kapıyor ve başından geçirmeye çalışıyor. Dur bakalım, diyorum sweatshirt’ü elinden alarak. Biliyorum, söz verdim, ama bunun her yeri çişli, Nathaniel. Okula böyle gidemezsin. Önce yıkamamız gerek. 181 Nathaniel’in alt dudağı titremeye başlıyor ve ben – yetenekli arabulucu- pazarlığa başlıyorum. Tatlım, yemin ederim bu akşam yıkayacağım bunu. Bütün hafta giyebilirsin. Hatta önümüzdeki hafta boyunca da. Ama şimdi bana yardımcı olman lazım. Hemen bir şeyler yemeliyiz ki, vaktinde çıkabilelim. Anlaştık mı? Tamamen teslim olmam sayesinde on dakika sonra anlaşmaya varıyoruz. Nathaniel elde çabucak sudan geçirdiğim, kurutma makinesinde alelacele kuruttuğum ve evcil hayvan spreyiyle kokusunu giderdiğim o saçma Disney VVorld svveatshirt’ünü giyiyor. Umarım Bayan Lydia’nın kokuya alerjisi yoktur. Ve belki Mickey’in kocaman gülümsemesinin üzerindeki lekeyi kimse farketmez. İki tahıl gevreği kutusunu birer elime alıyorum. “Hangisini istersin?” Nathaniel omzunu silkiyor; o an itibariyle sessizliğinin sebebinin utançtan çok beni sinirlendirmek olduğuna karar vermiş durumdayım. Ve işe bakın ki, bunu ba Eline bir kâse tahıl gevreği verip onu tezgâha oturtuyorum. İçinde olduğu büyük korkudan kurtarmak adına neşeyle, Erişte, diyorum. “Veee… Vaay! Dün akşam yemeğinden kalma bir tavuk budu! Üç tane kremalı bisküvi… Ve kereviz saplan; böylece Bayan Lydia beslenme piramitleri yüzünden anneye bağıramayacak. İşte burada.” Hava geçirmez poşetin fermuarını çekip Nathaniel’in çantasına koyuyorum, kendime kahvaltı olarak bir muz alıyorum ve mikrodalga fırının saatine bakıyorum. Nathaniel’e (bu sefer canını yakmayacak ve Caleb’in de haberi olmayacak) iki Tylenol daha veriyorum. “Tamamdır,” diyorum. Şimdi gitmemiz lazım. Nathaniel yavaşça spor ayakkabılarım giyiyor ve bağcıklarını bağlayabilmem için küçük ayaklarını sırayla bana uzatıyor. Yün ceketinin fermuarım kendisi çekebiliyor, dengesini kurmakta bazen zorlansa da, çantasını sırtına kendisi takabiliyor. Çanta o incecik omuzlarda kocaman duruyor; bu haliyle bazen bana dünyanın yükünü sırtında taşıyan Atlas’ı hatırlatıyor: 119 Arabada giderken Nathaniel’in en sevdiği kaseti (Beatles’m The YJhite Albüm) teybe koyuyorum, ama ‘Rocky Raccoon’ bile onu içinde bulunduğu ruh halinden çıkaramıyor. O sabah yatağın ters tarafından kalktığı kesin… ‘Daha doğrusu ıslak tarafından/ diye düşünüyorum iç geçirerek. Beynimdeki cılız bir ses, on beş dakika sonra bunun başka birinin sorunu olacağı için şükretmem gerektiğini söylüyor. Dikiz aynasından Nathaniel’in sırt çantasının sallanan askısıyla oynadığını görüyorum; önce ortadan ikiye, sonra da dörde katlıyor. Tepenin dibindeki dur işaretine geliyoruz. Nathaniel, diye fısıldıyorum, sesim motor gürültüsünden ötürü güçlükle duyuluyor. Bana bakınca gözlerimi kısıp dil çıkarıyorum. Tıpkı babası gibi hafifçe gülümsüyor. Arabanın ön konsolundaki saatin 07:56 olduğunu görüyorum. Planladığımın dört dakika önündeyim. Düşündüğümden çok daha iyi performans sergiliyoruz.
Jodi Picoult – Yapboz
PDF Kitap İndir |