Olanaksızlıkla hem bilimciler hem de filozoflar çok ilgilenir. Bilimciler, olanaksız olduğuna inanılan şeylerin gerçekte tümüyle olanaklı olduğunu göstermekten hoşlanırlar. Filozoflar ise, tam tersine, genellikle akla çok yakın görünen şeylerin gerçekte olanaksız olduğunu göstermeye yatkındırlar. Doğanın güvenilir “yasalarla” yönetildiğine ilişkin tartışma ötesi kanıtlar bizim olanaklı ile olanaksızı ayırdetmemize izin verir. Yalnızca, olanaklı ile olanaksız arasında bir ayırım olduğuna inanan kültürler bilimsel ilerlemeye elverişli doğal ortamı sağlamışlardır. Ne var ki, “olanaksızlık” sadece bilim hakkında söz konusu değildir. Önümüzdeki sayfalarda sanat, edebiyat, politika, ilahiyat ve mantık alanlarındaki olanaksızlıkların, insan aklını beklenmeyen adımlar atmaya teşvik ettiği durumlardan bazılarını ele alacağız. Bu da bize olanaksızlık kavramının, gerçek olanın doğasına ve içeriğine nasıl ışık tuttuğunu gösterecektir. Olanaksızlık düşüncesi çok kişinin aklında alarm zillerini çaldırır. Evrenin insan tarafından anlaşılmasında ya da bilimsel ilerlemenin kapsamında sınırlar olabileceği yolundaki herhangi bir olasılık, bazı kişiler için, bilimsel girişime olan güveni baltalayan tehlikeli bir işa1 Önsöz rettir. Bilinmeyenin sınırsızca araştırılmasının tehlikelerinden korktukları ve amaçlarından kuşku duydukları için bilimin sınırlı olabileceği yolundaki düşünceye heyecanla sarılan kişiler de, aynı ölçüde önyargılıdırlar. Her yüzyılın sonunda, bilimde bir genel değerlendirme yapıldığı görülüyor. Aşağıda göreceğimiz gibi, geçen yüzyılın sonunda, bilimin sınırları konusu çok canlıydı; asla çözülemeyecek problemler bulma girişimleri oldu. Bu problemler ilgiyle okunabilir. Ancak yüz yıl sonra insanlar, bugün bizim ilgilendiğimiz şeyler hakkında acaba ne düşünecekler? 20. yüzyılın sonuna yaklaşırken, geriye baktığımızda, ilerleme dolu olağanüstü bir yüzyıl ve olağanüstü özelliklere sahip bir bilimsel ilerleme görüyoruz. Birçok araştırma alanında bir yeni yaklaşım ortaya çıkmış; bu sayede de bilimsel teori, isabetli öngörülerde bulunmada nicelik ve nitelik bakımından öylesine başarılı olmuştur ki, uygulayıcılar sona erişilip erişilmediğini, teorilerinin kendi alanlarına giren her şeyi açıklayıp açıklayamayacağını sorgulamaya başlamışlardır. Ancak daha sonra beklenmedik bir şey olur: Teori, öngörüde bulunamayacağını öngörmüştür. Bu, kapsadığı alanın sınırlaması değil, teorinin kendi kendini sınırlamasıdır. Bu sonuç çarpıcı biçimde o denli tekrarlanıyor ki, bilimsel teorilerin gelişmişliğinin ‘kendini sınırlama özelliği’ ile saptanabileceği akla geliyor. Bu sınırlar sadece teorilerin yetersiz, uygunsuz ve düşük hassasiyette olmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıyor; bilginin doğası ve evreni kendi içinden araştırmanın sonuçları hakkında da bize derin birşeyler anlatıyorlar. Bilimin sınırları ve sınırların bilimi üzerindeki çalışmalarımız bizi, uygulamadaki maliyet, hesaplanabilirlik ve karmaşıklık gibi sınırlardan alıp; doğanın büyüklük, yaş, ve karmaşıklık görünümünün tam ortasındaki konumumuzda bilebileceğimiz şeylere getirilen kısıtlamalara götürecektir. Olası teknik geleceğimiz konusunda spekülasyonlar yapacağız: Doğanın büyük, küçük ve karmaşık bölgelerinde doğayı manipüle etme olanaklarını gösteren tayfta, şimdiki yeteneklerimizin konumunu saptayacağız. Ancak karşılaştığımız sınırlar sadece pratik gerekçelerden kaynaklanmıyor, insan olmamızın getirdi2 Önsöz ği kısıtlamalar da var olabilir, insan beyni, bilim hatırda tutularak geliştirilmiş değildir. Bilimsel seziler de, sanatsal duyularımız gibi, uzak geçmişlerde karşılaştıkları çevre koşulları ile daha iyi uyum sağladıkları için varlıklarını sürdürmüş bir takım niteliklerin yan ürünleridir. Bu belirsiz kökenler, belki de bizim evreni anlama arayışımızda bazı şeylerden vazgeçmemize yol açacaktır. Daha sonra, olanaklı bilgi konusunu ele alacağız. Evrenin başlangıcı, sonu ve yapısı hakkmdaki önemli kozmolojik soruların çoğunun yanıtlanabilir olmadığını göreceğiz. Evren hakkmdaki çağdaş görüşler, astronomlar tarafından güvenle açıklanmaktadır. Ancak bu açıklamalar öyle basitleştirilmiştir ki, evrenin sonlu ya da sonsuz, açık ya da kapalı, sonlu süreli ya da sonsuz süreli olup olmadığını bilmemizin neden mümkün olmadığı konusu hep karanlıkta kalmıştır. Son olarak da, Gödel’in matematiğin sınırlamaları hakkmdaki ünlü teoremlerinin gizemi üstünde duracağız. Doğru veya yanlış oldukları asla saptanamayacak aritmetik ifadelerin varlığının kaçınılmaz olduğunu biliyoruz. Bunun gerçek anlamı nedir? Bu teoremin gerisinde yatan giz nedir? Bilim bakımından etkileri nelerdir? Bu, hiçbir zaman yanıtlayamayacagımız bilimsel sorular olduğu anlamına mı gelir? Yanıtların beklenmedik olduklarını ve bizi, doğadaki tutarsızlığı, zaman yolculuğu paradokslarını, özgür iradenin doğasını ve aklın işleyişini ele almaya yönelttiklerini göreceğiz. Daha sonra da, bireysel seçimlerden ortak seçimlere geçmeye çalışmanın bazı tuhaf sonuçlarını araştıracağız. Bu bir oylama sonucu ya da birbiriyle yarışan seçenekler karşısında aklın bir karar alması sonucu olsa da, bütün karmaşık sistemler üzerinde yankıları olabilecek derin bir olanaksızlıkla karşı karşıya olduğumuzu göreceğiz. Burada, bu temel sınırların acayip dünyasında, bazı özgünlüklerin açıkça görülebilmesine izin verecek ölçüde karmaşık olan dünyaların açık-sonlu olmaları gerektiğini, bunun da tek bir mantıksal sistemin sınırları içinde kalmaya karşı koyduğunu öğreniyoruz. Bilincin ortaya çıkmasına yetecek ölçüde karmaşık olan evrenler, kendileri hakkında kendi içlerinden bilinebilecek şeylere sınırlamalar koyarlar. 3 Önsöz Yolculuğumuzun sonunda, okuyucunun olanaksızlık konusunda ilk bakışta görülenden çok daha fazlası olduğunu anlayacağını umarım. Bunun, olup biteni anlamadaki katkısı hiç de olumsuz değildir. Hatta bilinmesi, yapılması, görülmesi olanaksız olan şeylerin, giderek evreni, olanaklı olanlardan daha açık, daha tam ve daha kesin olarak tanımladığını yavaş yavaş anlayacağımıza inanıyorum. Bu kitap, ne yazık ki tamamlandığını görecek kadar yaşamayan, Roger Tayler’in anısına adanmıştır. Sussex’deki meslektaşlarına, Ingiltere’deki ve tüm dünyadaki gökbilimcilere verdiği özverili hizmetler, ona, bu bilim insanlarının saygı, hayranlık ve dostluğunu kazandırmıştı. Yokluğu derinden hissedilmektedir. Bana düşünceleri ve öğütleriyle yardım eden, ya da resimler ve referanslar sağlayan birçok kişiye, özellikle David Bailin, Per Bak, Margaret Boden, Michael Burt, Bemard Carr, John Casti, Greg Chaitin, John Conway, Norman Dombey, George Ellis, Mike Hardiman, Susan Harrison. Jim Hartle, Piet Hut, Janna Levin, Andrew Liddle, Seth Lloyd, Harold Morowitz, David Pringle, Martin Rees, Nicholas Rescher, Mark Ridley, David Ruelle, John Maynard Smith, Lee Smolin, Debbie Sutcliffe, Kari Svozil, Frank Tipler, Joseph Traub ve Wes Williams’a teşekkürlerimi sunarım. Eşim, birçok pratik yoldan bana yardım etti ve evin kâğıt yığınlarıyla dolmasını şaşılacak bir hoşgörüyle kabul etti; çocuklarımız David, Roger ve Louise için ise bu kitap, telefonun sınırsız kullanımının gerçekten temel limitleri olabileceği endişesine yol açtı. J.D.B Brighton Kasım. 1997 Olanaksız Sanatı I 5 Eğer yaşlı ve ünlü bir bilimci bir şeyin olanaklı olduğunu söylerse, büyük olasılıkla haklıdır; ama eğer olanaklı olmadığını söylerse, büyük olasılıkla yanılmaktadır. ARTHUR C. CLARKE Negatif düşünmenin gücü Lord Young’ın boşuma giden yanı şudur: Hepiniz bana sorunlar getirirken, o çözümler getiriyor. MARGARET THATCHER Kütüphane rafları aklın ve silikon çip’in başarılarını açıklayan kitaplarla doludur. Bilimin bize neyin yapılabilir olduğunu ve neyin yapılacağını söylemesini bekleriz. Hükümetler yaşam kalitesini iyileştirmek ve bizleri daha önceki “iyileştirmeler” den korumak için bilimcilerden medet umarlar. Fütürologlar insan araştırmasına bir sınır tanımazken sosyal bilimciler bunun yol açtığı problemlerin tükenmeyeceğini düşünürler. Medyanın bilimin gelecekte nereye yöneleceği konusundaki düşüncesi, büyük aşamalar kaydetme beklentimizin etkisi altındadır; genetik kodu çözme, tüm bedensel hastalıkların tedavisi, maddesel evrenin atomlarını manipüle etmek ve en sonunda bizimkileri aşan bir akıl üretmek. İnsan ilerlemesi giderek daha çok, çevremizdeki dünyayı küçük büyük her ölçekte, ustalıkla manipüle etme yarışına benzemektedir. Böyle bir bilimsel başarı öyküsü yazmak kolay olabilir. Ancak anlatacak bir başka öykü daha var; Bilineni değil bilinmeyeni anlatan bir öykü; olanaksız olanın, aşılamayacak engellerin ve sınırların öyküsü. Bu, insana biraz ters gelebilir. Kuşkusuz, bilinmesi olanaksız olan şeyleri ele almadan bile, bilinmeyen şey hakkında söylenecek pek az şey var. Ne var ki, olanaksız olma, güçlü ve inatçı bir kavramdır. Farkına varılmadan, tarihimiz üzerindeki etkisi derin ve kapsamlı olmuştur. Onun, evrenin en derinlerde neye benzediğini gösteren resmimizdeki önemli konumu yadsınamaz. Ancak, ‘olanaksız’ın po7 Olanaksız Sanatı zitif rolü eleştirmenlerin dikkatinden kaçmıştır. Amacımız bilimin bazı sınırlarını açıklığa kavuşturmak, zihnimizin olanaksız hakkındaki farkmdalığının bize nasıl bir yeni gerçeklik perspektifi kazandıracağını göstermektir. Gençliğimizde her şeyi bildiğimizi sanırız. Ancak yaşlandıkça, daha bilge olabilmişsek, sandığımızdan daha az şey bildiğimizi yavaş yavaş anlarız, insanın gelişmesi konusunda ozan W. H. Auden şöyle demiştir: Yirmi ile kırk yaşları arasında kim olduğumuzu keşfetmeye çalışırız. Bu süreç, aşmak zorunda olduğumuz rastlantısal sınırlar ile doğamız gereği var olan ve izin verilmeden ötesine geçemeyeceğimiz sınırlar arasındaki farkı öğrenmeyi içerir.1 Evrenin girdi ve çıktıları hakkındaki toplu bilgimiz de benzer şekilde gelişir. Bazı bilgiler, daha çok olgunun, daha kapsamlı teorilerin ve daha güçlü makinelerden elde edilen ölçümlerin birikiminden ibarettir. Bunun büyüme hızı, her zaman maliyetler ve pratik gerekçelerle sınırlıdır; bu sınırları, sürekli azaltmaya çalışarak, ufak ufak aşabiliyoruz. Ancak bir başka tür bilgi daha vardır: teorilerimiz doğru bile olsalar, sınırları olduğunun bilincinde olmamız. Söz ettiğimiz, alçak gönüllü bir araştırmacının bizim uzamımız dışında olan şeylerin var olabileceğinden kuşkulanması değil. Bilme sürecinin kaçınılmaz bir yan ürünü olan sınırları göz önüne seren bir keşif yolu vardır. Bu sınırları, onların ne olduğunu bulmak, evreni anlamanın çok önemli bir parçasıdır. Bunün anlamı şu: Bilgimizin sınırlarını araştırmak, bilimin keşfetmeyi umduğu bölgenin sınırlarını belirlemenin ötesinde bir şeydir. Bilim adını verdiğimiz kolektif keşfetme eyleminin doğasını anlamamızın can alıcı bir özelliğini oluşturan da budur: Bilemeyeceğimiz şeyleri bilebileceğimizi söyleyen, paradoks türü bir açıklama, insan bilincinin en çarpıcı sonuçlarından biridir bu.

John D. Barrow – Olanaksızlık
PDF Kitap İndir |