John Godolphin Bennett – Tanik, Bir Arayisin Hikayesi

Tanık ilk defa 1962 senesinde basıldı, iki yeni bölüm eklenerek hazırlanan genişletilmiş basımıysa, yazarının ölümünden az önce, 1974 senesinde yapıldı. O günden bu yana kitap, sonuncusu 1997 senesinde olmak üzere iki baskı daha yaptı. Pek çok öngörü sahibi insanda olduğu gibi, J.G. Bennett’in mesajı, hayatta olduğu dönemden ziyade bugün daha hayati bir önem taşıyor belki de; bu nedenle biz de bu kitabın, İnsanoğlu’nun yeni bir dünya kurma arayışında yeni bir bilinç kazanma yolunda yürüttüğü yaşamsal mücadelenin bir parçası olarak yeniden basılıyor olmasından büyük memnuniyet duyuyoruz. Okurun bu kitaba, pek çok kanaldan birini seçerek yaklaşmasının mümkün olduğu söylenebilir: Örneğin Bennett’in tarihsel rolü veya bilim dünyasına yaptığı katkılar nelerdi gibi sorularla. G.İ. Gürciyev ve P.D. Uspenski gibi büyük hocalarla yaşadığı tecrübeler nelerdi? Subud adı verilen Doğu kökenli pratiği neden önce benimseyip sonra terk etti? Hayatını kişisel bir arayışa vakfetmiş olanlara nasıl bir rehberlik sunuyor? Bennett’in İnsanoğlu’na verdiği mesaj nedir? Geçtiğimiz yıllarda şimdi adını hatırlayamadığım bir Türk gazetesinde şu başlık altında bir yazı çıktı: “Bu İngiliz İşgal Subayı Nasıl Derviş Oldu?” Yazı, Nezih Uzel’in 1972 senesinde Bennett ile Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi’nde yaptığı bir dizi röportaja dayanarak kaleme alınmıştı. Bennett bu sohbetler sırasında, o hatasız Osmanlı Türkçesiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde yaşadığı tecrübeleri uzun uzun anlatmış, bugün tarihçiler tarafından bile bilinmeyen bazı çarpıcı gerçekleri dile getirmiş ve hayatının ileri aşamalarında onu dervişliğe götüren olaylardan söz etmişti. Yedigün’deki yazının çıktığı dönemde Türk medyasında Yüzbaşı Bennett hakkında bazıları tartışmalı ve düşmanca olan başka şeyler de söylendi, dolayısıyla Bennett’in kendi ağzından anlattığı hikâyesinin, sonunda Türk okurlarla buluşuyor olması sevindirici. İstanbul ve Anadolu, babamın hayatının en önemli bazı olaylarını yaşadığı yerlerdi. Pek çok Türk tarihi öğrencisi, her ne kadar Yüzbaşı Bennett’in 1920’li yılların İstanbulu’nda geçirdiği günlere ait bazı olguları biliyor olsa da, bu olaylar olup biterken onun hayatını kökünden değiştirecek Gürciyev ve Uspenski gibi kişilerle görüşmekte olduğunu, bugün İstiklâl Caddesi denen yerin göbeğinde, karşısına Sonsuzluğa dair bir görü çıktığını pek azı bilir; ki bu görü, daha sonra kitaplarında, özellikle de The Dramatic Universe’te [Dramatik Kâinat] açıklayacağı devrimci felsefesinin merkezinde duran fikir olacaktı. Bundan kırk sene sonra, gizemli derviş Hasan Şuşut’la da İstanbul’da tanışmış, bu kişi babamın son yıllarında en yakın dostu ve akıl hocası olmuştur. J.G. Bennett hayatının erken dönemleri hakkında pek konuşmamıştır, o nedenle Tanık ilk defa yayımlandığında, onu tanıdığını düşünen pek çok kimseyi şaşırtmıştı; onun, siyasette, casuslukta ve bilimsel araştırma alanlarında böyle aktif bir hayatı olduğunu bilmiyorlardı. Babamın, otobiyografisini yazarken kendi reklamını yapmayı değil, düşüncelerini belli bir bağlama oturtmayı, yapıp ettiği ve yazdığı şeylerin ardında yatan nedenleri açıklamayı amaçladığına inanıyorum. Bennett, yazdıklarının çoğunun, o yaşarken okunmayacağını ve okunanların da anlaşılmayacağını biliyordu. Fakat ölümünden otuz bir sene sonra bugün dünya, ivmelenen bir hızda değişime zorlanıyor ve İnsanlığı şu kaçınılmaz sonuca iten sorular soruluyor: İleriye gitmek için, şu ankinden farklı bir şekilde yaşamayı öğrenmeliyiz. Bennett, içinde bulunduğumuz yüzyılın hem fiziksel anlamda köklü değişimlere maruz kalacağını hem de sosyoekonomik statükonun büyük altüst oluşlar yaşayacağını tahmin etmişti. İnsanoğlu’nun büyük değişimlere kendini nasıl hazırlayacağına dair pek çok öneriler sunmuştu, sadece onun normalde tek tek öğrenciler ve topluluklarla yaptığı çalışmaların bir uzantısı olan bireysel düzeyde değil, ulusal ve siyasal sınırların da ötesinde büyük nüfuslar düzeyinde de uygulanabilecek önerilerdir bunlar. Hocaları Gürciyev ve Uspenski’nin yanı sıra Haşan Şuşut’tan, hayatının ve çalışmalarının en büyük temasını, “Dördüncü Yol” diye bilinen öğretisini yarattı. Bu öğreti basitçe şunu söyler: İster çevresel bir felaket olsun, ister savaş, işgal veya ekonomik çöküş, bir tehditle yüz yüze gelen kişiler, yapabiliyorlarsa, daha az birikimli olanları destekleme, onlara rehberlik etme sorumluluğunu üstlenmelidir; fakat bunu, bilinen yönetim, hatta din nosyonlarına dayanarak değil, yeni fikirler, yaklaşımlar, esinler ve ruhsal rejenerasyon düzeyinde yapmalıdırlar. Bennett, pek çok Sufi hocanın yaptığı gibi, maddi dünyadakilerden çok farklı yasaların işlediği bir tecrübeler dünyasına göndermeler yapardı, bazen de bunun tam tersini. Bu bulmacayı çözebilenler, kendilerini kaçınılmaz olarak insanlığa ve dünyanın geleceğine adamak zorundadırlar. G.İ. Gürciyev, Beelzebub’s Tales to his Grandson [Beelzebub’dan Torununa Hikâyeler] adlı başeserinin daha en başında, okurlarını uyarır: Bu kitabı okuyanlar, “en sevdikleri yemeğe karşı iştahlarını kaybetme” tehlikesiyle karşı karşıyadır. Söylemek istediği, ellerinde tuttukları eserin kaçınılmaz olarak rahatsız edici olduğudur. Bennett, Gürciyev’den biraz daha ileri gider ve üstlendiğimiz işi yaparken hiçbir ödül beklemeden çalışmayı istemek zorundayız ve yapacağımız şeylerin kişisel olarak bizi sorunlarla ve güç durumlarla karşı karşıya bırakacağının kesinlikle bilincinde olmalıyız, der. Çalışmamız, takdir edilmeyecektir ve üzerimize düşmanlık oklarını yöneltecektir. Gürciyev’in, “bilinçli emek ve isteyerek acı çekme” dediği şey budur. Bu kimseye çıktığı yolculukta bir motivasyon sağlayacak bir şiar değildir, fakat yolculuk boyunca kavrama gücü geliştikçe, yolculardan bazıları, o anki çıkarlarının peşinden koşmak yerine, insanlığın geleceğine hizmet etme yükünü üstlenmeye hazır, istekli ve bunu yapabilecek yeteneklerle donanmış hale gelecektir. Bennett sözlerini bu insanlar için söylemiştir, bu insanlara hocalık yapmış, kendi hayatını onlara örnek göstermiştir. Babamın hayat hikâyesine yazdığım bu kısa önsözü, onu okuyacak olan herkese karşı hissettiğim iyi dilekler eşliğinde kaleme aldım ve ihtiyacı olan herkese yardım etmeye hazırım. Petersham, Massachusetts 17 Nisan 2006 [email protected] Önsöz George Bennett-Ben Bennett Tanık’ın bu yeniden basımında, “John Bennett’in Otobiyografisi” altbaşlığı yerine kendisinin orijinal baskıya koyduğu altbaşlığa, yani “Bir Arayışın Hikâyesi”ne dönüş yaptık. Zira kitabın konusu, bir otobiyografide pek görülmeyen bir şekilde, yazarın kendisi değil, onun “amacı”. JGB’nin ilk öğretmeni G.I. Gürciyev’in fikirleri hakkında gelişigüzel bir malumata sahip herhangi biri, bir amaca sahip olmanın, dönüşümün en önemli ön şartı olarak görüldüğünü takdir edecektir. Ancak, çok azımız bu amacı tüm hayatımız boyunca aklımızda bulundurmayı başarabiliriz; ama JGB bunu başaranlardan biridir, bu kitap da bunun sonuçlarının hikâyesidir. Tanık çeşitli düzeylere yayılmış bir kitap. En başta, baştan sona okuru sarıp sarmalıyor. İkincisi, pek çok başka düşünürün yanı sıra, Gürciyev, Şivapuri Baba, Pak Subuh ve J.G. Bennett’in fikirlerine bir giriş niteliğinde. Üçüncü olarak da olağanüstü bir adamın ruhsal hayatının içten bir anlatımı. Bir hayat hikâyesi olarak küçük küçük hikâyelerden oluşuyor; ne bir kariyer çizgisi ne de bariz bir devamlılık var hikâyede. JGB ruhsal hayatında bir öğretmenden diğerine dolaşmış gibi görünüyor: Gürciyev, Uspenski, Bayan Uspenski, yeniden Gürciyev, Muhammed “Pak” Subuh, Şivapuri Baba. Bu durumu kimi meslektaşları ve dostları, saçmalıktan ihanete değişen bir yelpaze içinde değerlendirdi. Ancak bu değişimlerin ardında, JGB’nin amacında alışılmadık bir süreklilik yatıyordu: JGB’nin, kitabın ancak son sayfalarında, o da satır aralarında bahsettiği Mutlak Özgürleşme arayışı. Tanık sırf “bir arayışın hikâyesi” olduğu için, kitapta olağan bir otobiyografide olabilecek pek çok şey söylenmeden geçilmiş. JGB’nin dünyevi işlerle alakası, temel olarak, iç dünyasının yanında ikincil önem taşıyan bir unsur olarak tasvir edilmiş. Kendine paye vermek için şöhretli isimlerden bahsetme gibi bir tarzdan kaçınılmıştır; her ne kadar kimi ilginç tarihi figürlerden bahsediliyorsa da, JGB’nin tanıdığı pek çoğunun da adı zikredilmemiştir. Ailesinden ona yakın fertler bile önemsiz bir rol oynar kitapta. JGB’den iki yaş küçük, dikkate değer bir kadın olan kız kardeşi Winifred, buruk bir şekilde, bu hayat hikâyesinin yirmi bir yaşında başladığını söylemiş; sanki çocukluğu hiç iz bırakmamış gibi. Aslında ikisini de tanıyan biri için mizaç ve ruhsal yapı olarak birbirlerine ne kadar benzedikleri çok açık; neredeyse kesin olarak söylenebilir ki, JGB’nin pek bahsetmediği yetiştiriliş tarzının ürünleridir ikisi de. Bu girişin yazarlarını da içine alan bu tür ayrıntılar, her şey bir yana, gelecekteki başka bir biyografide ele alınabilir; ancak bunlar JGB’nin kendi anlatısının alanına girmiyor. Tanık’ın bu baskısının son dört bölümü 1972 yılında, on yıl önce çıkan orijinal baskı gözden geçirildikten sonra yazıldı ve yayımlandı. Bu bölümler biraz aceleye gelmiş olsa da, hayatının son yıllarının olağanüstü deneyimlerinin tadını yine de veriyorlar. Bu kitabın aceleyle gözden geçirilmiş olması çok şaşırtıcı değil. JGB her zaman çok hızlı yazardı; ara sıra bir kitabı tamamlamak için bir iki hafta izin almışsa da, genelde yazma işi zaten aşırı yoğun olan iş programına eklemlenirdi. Bu yoğunluk yaşamının sonlarına doğru, yarı yaşındaki bir adam için bile delice denebilecek bir karmaşıklığa ulaşmıştı. Tanık’ın gözden geçirilip yeniden yayımlandığı günlerde JGB İngiltere, Gloucestershire’da Sherborne House’da dersler veriyordu; bu dersleri kitabının “Hayat Yetmişinde Başlar” adını verdiği son bölümde anlatıyor. Bu derslerin her birine yüz öğrenci katılıyor ve dersler on ay sürüyordu; bu süre zarfında, yaklaşık altmış yıllık araştırmasının meyvelerini örğencilerine aktarmaya çalışıyordu. Sherborne’daki öğrenciler, öğretisini sürekli bir dönüşüm sürecinin bir parçası olarak kullanmayı başarabilecek, her milletten ve yaştan, ama en çok da yirmili yaşlarındaki Amerikalılardan oluşuyordu. Sanki Sherborne onu yeterince meşgul etmiyormuş gibi JGB son yıllarında, enerjisinin önemli bir kısmını öteki ruhani akımlara köprüler kurmaya harcadı; bunlara, kendisinin ve öğrencilerinin uzaklaşmış olduğu Gürciyev’in takipçileri de dahildi. Hindistan’da Sri Aurobindo’nun onuruna Auroville’in açılışındaki konferansa konuşmacı olarak katıldı; Sherborne’da meditasyon öğretmesi için Muhterem Bhante Dhamawara’yı davet etti; komşu Beşara Sufi örgütüyle yakın ilişkilerini devam ettirdi; Gürciyev’in Third Series’inin [Üçüncü Seri] yayımını hızlandırmak için pek çok kez Paris’te Bayan Jeanne de Salzmann’ı ziyaret etti. Bu son tartışmaların bir parçası olarak, Gürciyev Vakfı ile Gürciyev’in ailesi arasında, “Meeting with Remarkable Men” [Olağanüstü Adamlarla Görüşmeler] adlı filmin yapılması için bir anlaşmaya aracılık etti. Ve son yıllarında JGB, hayatının son büyük ve kesinlikle en az bilinen, ruhani etkisinin kaynağı olan Haşan Şuşut ile yakın ve düzenli görüşmelerini devam ettirdi. JGB’yi o sıralarda tanıyanlar -hatta bizim gibi, yeniyetmelikten henüz çıkmış gençler- hayatının son yıllarında köklü bir biçimde değiştiğini görebildiler; halbuki bunu saklamak için çaba sarf ediyordu. Bu gözden geçirilmiş baskının son sayfalarında bu dönüşümün boyutları hakkında bazı ipuçları veriyor; ancak bunlar sadece birkaç imadan ibaret şeyler. JGB, Sherborne’da hemen her gün ders veriyordu. Geç dönem konuşmalarının çoğu kaydedilmiş durumda. Bu kasetlerin bazıları ölümünden sonra yayımlanan kitaplarının temelini oluşturdu. En dikkate değerlerinden biri de, o zaman kaydedilmemiş olsa da, The Masters of Wisdom(*) [Bilgeliğin Ustaları] adlı son kitabının özünü oluşturdu. Bu, Gürciyev’in bir kehanetinin gerçekleşmesiydi: JGB’nin bir gün Yahuda Iskaryot’un rolü üzerine bir ders vereceğini ve insanların buna minnettar kalacaklarını söylemişti. Haşan Şuşut, başta, JGB’nin kaderinin akışını engellediği ölçüde Sherborne deneyini onaylamamıştı; ama JGB’nin, öğrencilerini ve Third Series’in [Üçüncü Seri] yayımlanmasını kendi ihtiyaçlarının önüne koyması onun tipik bir özelliğinin göstergesiydi. Bu aynı zamanda Sherborne’da insanlara bir şeyler öğretmeye ne kadar çok önem verdiğinin bir ölçüsüdür; dersleri devam ettirebilmek için kendisini yavaş yavaş bilfiil öldürme pahasına olsa da. Bu çabaları çok azımız fark ettik; gücünün doğuştan olduğunu düşünmüştük basitçe. JGB’nin, hayatının son yıllarında çekilen fotoğraflarına baktığımızda ihtiyar bir adam görmek şimdi şaşırtıcı geliyor. O zamanlar, güçlü ve hayat dolu bir insan görüyorduk; halbuki, en azından fiziksel olarak bu JGB’nin yansıttığı bir yanılsamaymış. JGB öldüğünde, öğrencilerinin pek çoğunda güçlü bir çalışmalarını devam ettirme misyonu duygusu bıraktı; ancak çoğumuz, özellikle genç olanlarımız, o zamanlar bunu verimli bir biçimde yapacak deneyime sahip değildik. JGB’nin hayatının son yıllarında tahayyül ettiği Batı Virginia, Claymont’taki deneysel bir cemaat, ölümünün hemen ardından ateşli bir enerjiyle işe koyuldu ancak bir iki yıl içinde sönüp gitti. Öte yandan, JGB’nin yirminci ölüm yıldönümü dolayısıyla Aralık 1994’te düzenlenen bir konferansa bütün dünyadan yüz elli kadar eski öğrencisi katıldı. Bu geçen yirmi yıl zarfında bunların pek çoğunun, ondan öğrendikleri doğrultusunda gruplar ve cemaatler kurup etkin bir şekilde çalıştıkları ortaya çıktı. Bu grupların, JGB’nin öğretisinin özüne sadık kalıp çok farklı tarzlarda çalıştıkları, oldukça değişik etkiler ve fikirler doğrultusunda deneyler yaptıkları da aynı şekilde gözler önüne serildi. Bu insanlar bu öğretinin gerçek önemini belki ancak şimdi görmeye başladılar. Bu tip bir deneycilik kesinlikle JGB’nin kendi çalışmasının bir özelliğiydi. Tüm hayatı boyunca, eğer onu amacına yaklaştıracağını düşünüyorsa, hep yeni bir şey denemeye hazır oldu; neredeyse her defasında da meslektaşları tarafından dışlanma pahasına. Öldüğünün ertesi günü, eşi Elizabeth, Sherborne’da öğrencilerine şöyle dedi: “Onu, şu yaşadığımız hayat boyunca ne kadar çok şey başarılabileceğine bir örnek olarak hatırlayın.” Tanık, sırf bunun ne kadar gerçekleştirilebileceğini görmek için okumaya değer; ancak, kişinin bunun için ne kadar bedel ödemesi gerektiğine hazırlıklı olması konusunda da fikir veriyor. Londra, Ocak 1997 (*) Santa Fe: Bennett Books, 1996. “Sadece tek bir soru gerekli: Çalışma nedir?” —Bayan Uspenski Birinci Basıma Önsöz Bu kitabın kökleri, insanın dünya üzerindeki görevinin önemli bir kısmını, kendisine gösterildiği şekliyle hakikate tanıklık etmenin oluşturduğuna dair kanaatte yatıyor. Her insan, hakikat hakkındaki görüşlerini bir kitapta ya da hatta sadece kelimelerle ifade etmek üzere görevlendirilmemiştir. En katışıksız tanıklıklıklar, hayatları, dış görünüşün ardında yatan gerçeğin son derece iyi olduğunun işareti olan insanlarınkilerdir. Benim hayatım tabii ki bu türden olmamıştır; ancak ben, gerçeğin en ilginç ve en önemli kısmının duyularımız ve aklımızın ötesinde olduğuna beni inandıran kendi deneyimlerim içinden çıkan olayların tanığı oldum. İlk niyetim, bu olayları, hayatımın genel akışıyla ilişkilendirmeden yazmaktı. Kısa sürede bunun olanaksızlığını fark ettim; zira içsel deneyimin en büyük etkisi, dışsal hayattaki sonuçları aracılığıyla anlaşılabilir. Dolayısıyla hayat hikâyemi bir bütün olarak yazmak zorunda kaldım. Bu hikâye, yirmi birinci yaşgünümden on iki hafta önce başlıyor. Doğumum ve çocukluğum konuyla ilgisizdir, zira bildiğim herhangi bir oğlan çocuğundan farklı hatıralarım yok. Ancak Fransa’da, ölümle yüz yüze geldiğimde ölümün ötesini görmeye başladım. O andan itibaren bir tanık oldum. Hikâye bitmiş değil, ancak ben onu bu güne kadar besledim, büyüttüm. Sanki başkalarına gösterilmemiş olan bir görü bana ihsan edilmiş gibi yazmaya cüret ettiysem Tanrı beni bağışlasın. Görsel imgelem açısından oldum olası yeteneksizimdir; son yıllarda içimde bu gücün uyanışı beni hayrete düşürdü. Yine de görmekten ziyade hissettim ve şayet bana bir tanık denebilirse, bu daha çok bir anda sokakta yürüyen insanları görmeye başlayıp onları ağaca benzeten ve durumu anlamamış da olsa bunun doğru olduğuna ikna olmuş olan bir körün tanıklığına benzetilebilir. Hayatımın hikâyesini yazma işinin, ancak samimi olduğum düzeyde bir değeri olabilirdi. Hiçbir insanın kendi deneyimlerini samimi olarak tasvir edemeyeceğini uzun zaman önce öğrendim. Hiçbirimiz kendimizi ilginç gibi gösterme arzusuna karşı koyamayız. Şüphesiz ben de bu arzuya mağlup oldum. Yine de, olabildiğince hakikatlere sadık kalma girişimimde, kişinin kendi kusurlarını ve hatalarını samimi bir biçimde yazabileceği ancak başkalarına gelince, onların rızası olmaksızın bu işi çok zor başarabileceği şeklinde bir güçlükle karşılaştım. Bu şekilde eğer bir kimseyi küçük gördüysem, affedilmeyi diliyorum. Birkaç yerde bazı isimleri sakladım ya da değiştirdim; birkaç durumda da, konuyla alakalı olsa da, kimilerine eleştirel gelebilir kaygısıyla ayrıntıları çıkardım. Amacım, kendi arayışımı ve bu günkü kanaatlerime ulaşmama yarayan aşamaları anlatmaktı. Bu nedenle, kendileri önemsiz gibi de görünseler, derdimle ilişkili olan hadiseleri kitaba aldım; öte yandan daha ilginç olabilecek başkalarınıysa dahil etmedim.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir