Linda Howard, Linda Jones – Benimle Saklan

Tam öğlen yemeği arası telaşının ortasındaydılar; Carlin tezgâhın arkasında duruyor, Kat ise bir elinde bir sürahi çay, diğerinde bir sürahi kahveyle tur atıyordu çünkü hareket halindeyken çay kahve servisi yapmayı Carlin’den daha iyi beceriyordu. Tam o sırada kovboy içeriye girdi. Carlin kendine engel olamayarak kovboya baktı. Tutkuları olan hangi kadın bakmadan durabilirdi ki? Adam uzun boyluydu, kaslı bir vücudu vardı; kendi gücünün farkında olduğunu, bugüne kadar onu durdurmayı başaran hiçbir şeyle karşılaşmadığını haykıran, sarsılması mümkün olmayan bir özgüvenle içeriye girdi. Carlin, adamın yakışıklı olduğunu söyleyebilirdi fakat adam aslında hiç de yakışıklı sayılmazdı. Yüzü muhteşem ya da kalemle çizilmiş gibi durmuyordu; aksine çok kaba, sert bir görünümü vardı fakat Carlin, gözünün gördüğünden çok, adama karşı gösterdiği tepkiye bakıyordu. Bir anda bedenini ateş bastı, nefesi kesildi. Bakışlarını başka yöne çevirdi çünkü durup ona bakmak garip bir şekilde tehlikeli bir şeymiş gibi hissediyor, bunun nedenini bulamıyor, en azından bilinçli olarak şu anda buna izin vermiyordu. Adam, Kat’in, kendisini uzak durması için uyardığı kalp kıran kovboylar kadar vardı… Keşke içeri girince tüm havayı değiştirmemiş olsaydı. 21 Nisan 2011 Perşembe günü Beverly Barton adı altında yazan en yakın arkadaşımız Beverly Beaver’i kaybettik. Onu düşünmeden, sesiyle kahkahasını duymadan geçirdiğimiz tek bir gün bile yok. Şunun farkına vardık ki, birlikte birçok anımız var fakat bunlar yeterli değil. Bu nedenle, bu kitap senin için Beverly. Seni seviyor ve çok özlüyorum. Cennettekileri terbiye et, saygılı olmalarını öğret onlara.


ÖNSÖZ Libby Thompson balık etli kollarını göğsünde birleştirip sert görünmeye çalıştı fakat hissettiği inkâr etmesi güç üzüntü söz konusuyken, bunu yapmak pek kolay olmuyordu. “Bana öyle bakma, A.Z. Decker. O masum bakışlar dokuz yaşına girdiğin günden bu yana benim üzerimdeki etkisini kaybetti.” Zeke eskiden de pek masum bakmıyordu gerçi fakat artık hiç öyle bir görüntüsü yoktu; Libby, Zeke’yle baş edebilmenin tek yolunun, tıpkı şu anki gibi öfkeli ve acımasız baktığı zaman ne kadar korkutucu göründüğünü asla göstermemek olduğunu uzun zaman önce öğrenmişti. Zeke bakışlarını önce aşağıya, sonra Libby’nin çantalarının durduğu yan tarafa doğru çevirdi. Bir sürü ıvır zıvır, karman çorman halde duruyordu. Üç farklı çanta kırmızı, kahverengi ve siyah olmak üzere üç farklı renkte duruyordu. Çantaların hepsi o kadar doluydu ki artık fermuarlarını patlatıp dışarıya dökülecek gibi duruyorlardı. Sahip olduğu ne varsa bu üç çantanın içindeydi. “Sana iki hafta öncesinden bildirdim,” dedi Libby, en ciddi ses tonuyla çünkü bir adım geri atacak olsa, Zeke’nin onu bir anda kalmasını kabul etmesi için ikna edeceğini biliyordu. Bir an için bile olsa gardım düşüremezdi. Önemli olan, Zeke’nin, sorunlara, vazgeçmediği takdirde çözülebilecek gözüyle baktığım unutmamaktı. Bu durum, Zeke sizin tarafınızda olduğu zaman harika bir şeydi fakat bu inatçı kararlılığın karşı tarafında kaldığınızda hiç de o kadar harika bir yanı yoktu.

“Yerine başkasını bulmaya çalıştım,” diye homurdandı Zeke; Libby’ye suçlayan gözlerle bakarak, sanki kendi başarısızlığı onun hatasıymış gibi. “Gerçekten mi?” Libby burnundan soluyordu. “Haftalık Battle Ridge gazetesine bir reklam verdin.” Libby gideceğini söylediği zaman Zeke’nin kendisini ciddiye almadığını o zaman anlamıştı; aksi takdirde büyük şehirlerdeki gazetelere de birçok reklam verirdi. Her ne kadar onu çok seviyor olsa da bu yaptığına çok kızmıştı. Herkese yaptığı gibi ona da gözdağı verebileceğini sandıysa dünyaya bakış açısını çok yakında değiştirmek zorunda kalacaktı. “İki hafta daha,” diyerek pazarlığa girişti Zeke. Libby öfkeyle soluk verdi. Elli yedi yıllık hayatında çok şey yaşamış, hayatın onu yenmesine bir kez bile izin vermemişti; hatta genç yaşta, bakması gereken bir bebekle dul kaldığı zaman bile. Fakat Decker çiftliğinde çalışmak için buraya ilk geldiği zamandan beri, sahip olduğu tüm becerileri Zeke’nin önünde durmak için kullanmak zorunda kalmıştı. Zeke daha bebekken tombul ve haylazdı; dişleri aralıklı küçük bir çocukken sıska ve haylazdı; ergenlik yıllarından itibaren de kalp kıran, saldırgan bir genç olmuştu. İstediklerini elde etmeyi her zaman başarmıştı fakat Libby bu kez buna izin vermeyecekti. Tam otuz yıldır bu çiftlik evinde önceleri yarızamanlı, Zeke’nin annesi tekrar evlenip Arizona’ya taşındıktan sonra ise tamzamanlı çalışıyordu. Libby ile Jenny’nin burada, mutfağın hemen yanında kendilerine ait odaları vardı. Burayı kendi evi gibi benimsemiş, Zeke’yi sanki kendi doğurmuş gibi öz oğluymuşçasına kabullenmişti.

Zeke’nin kız kardeşleri de hayatının büyük bir parçasını oluşturuyorlardı fakat kızlar Zeke’den yaşça daha büyüktü; Libby onların hayatına Zeke’nin hayatına olduğu kadar dahil olmamıştı. Otuz yılı aşkın bir süre boyunca yemek pişirmiş, temizlik yapmış, gerektiğinde onu azarlamıştı. Zeke’yle diğer çiftlik işçilerine annelik yapmış, Zeke’yi çok şımartmıştı. Şimdi ise bu kapıdan çıkıp gitmek üzereydi. Libby iç geçirdi, bir an için de olsa bakışları yumuşadı. “Zeke, seni zor durumda bırakmak hoşuma gitmiyor, biliyorsun ama Jenny’ye bu hafta sonu orada olacağıma dair söz verdim. Bu aralar duygusal olarak çok büyük bir çöküntü yaşıyor. Tim iş gezilerine her zamankinden daha sık gitmeye başladı, Jenny de üç çocuğa bakmaktan perişan oldu. Biliyorsun, dördüncüye de hamile. O benim kızım, bana ihtiyacı var.” “Benim sana ihtiyacım var,” diyerek homurdandı Zeke, sonunda da gerçekle yüzleşerek Libby’nin gidecek olmasını kabul etti, dişlerini sıkmaya başladı. “Tamam. Lanet olsun, tamam. Başımın çaresine bakacağım.” “Bundan eminim.

” Libby ona doğru bir adım atıp yanağına hafifçe dokundu, parmak ucunda yükselerek diğer yanağından öptükten sonra geri çekildi. Yine iş hakkında konuşmaya devam etti. “Bence Spencer mutfakta işini iyi biliyor; sen birini bulana kadar yardımcı olabilir. Mutfak masasının üzerine birkaç tane yemek kitabı bıraktım. Sığır etli güvecimin tarifi yeşil kapaklı kitabın içinde.” Zeke, onun sığır etli güvecinine bayılırdı. Libby artık ona güveç yapamayacağını düşündükçe üzülüyordu fakat tarifini bırakıyordu. Böylece en azından bir başkası yapabilirdi. “Teşekkürler.” Sesi pek memnunmuş gibi gelmiyordu. Hâlâ çok öfkeliydi. Pekâlâ, istediği kadar kızgın kalabilirdi, ne de olsa Libby kararını vermişti artık. Zeke’nin bu mutsuz halini görmezden gelerek konuşmaya devam etti, “Dondurucuyu güveç, bir tepsi lazanya ve mısır ekmeğiyle doldurdum. Bu aksam için buzdolabında büyük bir tencere tavuk ile mantı var. Bunları tükettikten sonra ya ev işlerine bakacak başka birini bulursun kendine ya da bir eş.

Aslında esas ihtiyacın olan bu.” İşini garantiye alacak bir hamle yapmıştı çünkü Zeke’nin her seferinde konuşmaktan kaçındığı bir konu varsa o da evlilikti. Bir kez denemiş, yürütememişti. Ona göre, tekrar deneyerek kendini bu işkenceye bir kez daha sokması için aklını yitirmiş olması gerekiyordu. Din adamlığıyla işi olmazdı fakat bir eş daha bulma zahmetine girerse kendini aniden bir vaizin önünde bulması işten bile değildi. Geniş omuzları, yeşil gözleri, açık kahverengi gür saçlarıyla yüzüne bakılmayacak biri değildi. Bir eş arıyor olsa elini sallasa ellisi denebilecek durumdaydı fakat aramıyordu. İstediği her an seks yapabileceği birini bulabiliyorken, Libby de ev içerisindeki tüm işlerle ilgilenirken neden eş arayacaktı ki? Şu anda tek istediği bir aşçı, bir de ev temizliğiyle ilgilenecek biriydi, ki o zaten başlı başına ayrı bir konuydu. Tanrı’nm unuttuğu bir yer olan VVyoming’deki bir çiftlikte mutlu olabilecek kadınların sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi muhtemelen. Buraya en yakın kasaba olan Battle Ridge arabayla bir saat uzaklıktaydı, bugünlerde de tam bir hayalet şehir gibiydi. Aslında o kadar da kötü değildi; hâlâ mağazalar vardı fakat on yıl önce iki bini aşkın insan yaşarken artık neredeyse yarısı kalmıştı. Otobüs de sadece haftada iki kez geçiyordu. Libby o otobüse binecekti. “Hadi ama, lanet olsun,” dedi Zeke kabarık duran kırmızı çantaya doğru uzanarak. “Seni kasabaya götürme zamanı geldi.

Haklısın, senin yerine birini işe alana kadar idare etmenin yolunu bulacağız. Kimse açlıktan ölmeyecek, üstelik kendi lanet çamaşırlarımı kendim yıkayabilirim.” Kahverengi çantayı da kaparak Libby’ye sadece küçük olan siyah çantayı bıraktı. Libby kendine engel olamadı. Sesi yumuşadı. “Biliyorsun, anneni arayabilir…” “Hayır,” dedi Zeke sert bir şekilde. Libby de bunun daha başlamadan yarı yolda pes etmek anlamına geldiğini biliyordu. Annesi ziyarete gelse çok mutlu olurdu fakat gelecek olsa kocası Larry de peşine takılacaktı. Zeke annesinin mutluluğunu ona çok görmüyordu, yine de Larry’yle anlaşamıyordu bir türlü. En fazla tahammül edebileceği birkaç gündü; daha fazla kalmalarını isteyip de bu sürenin haftalara yayılmasını istemiyordu. “Kız kardeşlerinden biri, o zaman.” “Hayır.” Bu hayır, ilk hayır kadar sert çıkmamıştı. “İkisinin de aileleri, çocukları, işleri var; o kadar uzun süre kaçıp buraya gelemezler.” “Belki Kat…” Zeke homurdanmaya başladı.

“Onun kendi şirketi var, onunla ilgilenmesi gerekiyor. Neden burada çalışmak için işini bıraksın ki?” “Yine de derin dondurucuya koyman için bir şeyler pişirebi­ lir, yani acil durumlar için. Tek yapman gereken gerginliğini bir kenara bırakıp bu isteğini dile getirmek.” Kat çok iyi yemek pişirirdi, Battle Ridge’deki küçük restoranı güzel bir başarı sağlamıştı; Zeke’yle birinci dereceden kuzenlerdi, o nedenle elinden geldiğinde yardımcı olabilirdi fakat çok yoğun olduğu için ondan bunu beklemek pek doğru olmayacaktı. Libby elleri dolu olan Zeke’ye ön kapıyı açınca Zeke verandaya çıktı. Kamyonetin yanında bekleyen yarım düzine daha el vardı; çoğuna ikinci annelik yapan kadına veda etmek için bekliyorlardı. Birkaç tanesi için, bu hayatta anne olarak bildikleri tek insandı. Hiçbirinin, fırtınadan perişan olmuş yüzlerinde tek bir tebessüm dahi yoktu. “Dediğim gibi, idare edeceğiz.” Kısık gözlerle Spencer’a bir bakış atınca Spencer suçluluk duygusu ve kafa karışıklığıyla ayaklarını kıpırdattı; patronunu kızdıracak ne yaptığını bilmiyordu. “Gerçi Spencer gıda zehirlenmesi yaşamamıza neden olmazsa şanslıyız.” “Her şey yoluna girecek. Hep girer,” dedi Libby iyimser bir tavırla. Saçının dağılmadığından emin olmak için eliyle hafifçe dokunduktan sonra Zeke’nin yanağını öpmek için yine parmak ucunda yükseldi. “Ara sıra ziyarete geleceğim,” dedi çiftlik çalışanlarına veda etmek için basamaklardan inerken.

Zeke, Libby kadar iyimser değildi. Libby’yi kasabaya götürürken, sorulara homurdanmadan cevap verebilmek için büyük bir çaba harcıyordu; onun için mutlu olmaya çalışıyordu ama… KahretsinI Onu çok özleyecekti. Libby’nin, yanında olmadığı tek bir an bile hatırlamıyordu. Çok enerjik, kısa boylu ve geniş yapılı, etrafındaki insanları kendine çeken bir kadındı. Diğer kadınlar yaşlandıklarını kabul ederken, Libby saçlarını her hafta başka bir renge boyuyor (şu anda alev kırmızısı saçları vardı), etrafındaki insanlara patronluk taslıyor, torunlarını sıcak hava balonu gezisine çıkarmak için planlar yapıyor, hayatı güçlü bir akışla yaşıyordu. Tüm bunların yanında hayatında gördüğü en iyi kalpli insandı da ayrıca. Lanet olsun. Libby’nin yerini kimse dolduramazdı. Bir başkası onun yaptığı işleri yapabilirdi belki fakat onun yerini kimse tutamazdı. Ekonomik durum bu kadar kötüye giderken yeni birini işe almak kolay diye düşünülebilirdi fakat kasaba halkı canını dişine takıp çalışmak yerine kaçıp gidiyordu. Battle Ridge artık boş evlerle doluydu. Çoğunun üzerinde “Kiralık” veya “Satılık” tabelaları asılıydı; öte yandan görünürde hiç kiracı yoktu, eskiye oranla çok daha az alıcı vardı. İşletmeler kapanıyor, aileler malların satıp, acımasız kışların kırıp dökmediği, insanın işsiz olsa da donmayacağı güneye göç ediyordu.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir