Nelson Demille – Son Ucus

Bud Mitchell Ford Explorer marka arabasını Dune Yolu boyunca sürmeye devam etti. Tam karşısında CUPSOGUE BEACH COUNTY GARAJI-GÜN IŞIDIKTAN KARARANA DEK AÇIKTIR yazılı levhayı gördü. Akşam karanlığı bastırmaya başladığında boş park alanını boydan boya geçerek arabayı en öte uçtaki önü kısmen tahta parmaklıklarla kapalı toprak yola sürdü. Bir tabelanın üstünde ARAÇ GĐREMEZ yazıyordu. Ön sağ koltuktaki kadına dönerek, “Bunu yapmak istediğinden emin misin?” diye sordu. Jill Winslow, “Evet, bu çok heyecan verici,” diye karşılık verdi. Bud coşku belirtisi göstermeden başını salladı. Tahta parmaklığın yanından geçerek, yüksek odarla kaplı, kum tepecikleriyle çevrili kumlu yolda ilerlemeye başladı. Aslına bakılırsa evlilik dışı seksin her ikisi için de yeterince heyecan verici olması gerektiği görüşündeydi, ama Jill, onun gibi düşünmüyordu. Ona göre ancak sevişme, romantizm ve heyecan evde yaşadığından daha iyiyse kocasını aldatmasına değerdi. Bud içinse en büyük heyecan başka bir adamın karısıyla sevişmekti aslında. Bud Mitchell kırk yaşına vardığında, günlerden bir gün büyük bir hayretle kadınların farklı oldukları sonucuna varmıştı. Bunun üzerinden şimdi beş yıl geçmişti ve ilişkilerinin iki yılı doldurduğu bu sıralar Jill ile kendi fantezilerinin çok da uyuşmadığını ayrımsamaya başlamıştı. Bununla birlikte Jill Winslow güzeldi, istekliydi. Her şeyden de önemlisi başka birisinin karısıydı ve ilişkiyi o da bu biçimde yürütmek istiyordu.


Bud için güvenli seks evli bir kadınla birlikte olmakla eşanlamlıydı. Bud’a heyecan veren bir başka nokta da karısı Arlen’le kendisinin, Jill ve kocası Mark’la aynı sosyal çevrede bulunmalarıydı. Bir toplantıda dördü bir araya geldiklerinde Bud sıkıntı ve suçluluk duymuyor, tam tersine kendisini müthiş hissediyor, egosu kabarıyor ve içi dünyalar güzeli Jill Winslow’un çıplak bedeninin her milimini görmüş olmanın verdiği gizli hazla doluyordu. Eğer işin içinde bu gizlilik olmasaydı, hiç kuşkusuz bu kadar eğlenemeyeceklerdi. Đlişkilerinin en başlarında, yakalanma korkusu henüz çok güçlüyken, birbirlerine bu ilişkiden hiç kimseye söz etmeyeceklerine dair yemin etmişlerdi. Ne var ki zaman içerisinde her ikisi de evden ve ocaktan uzak kalmaları için kendilerine bahane yaratabilecek bazı yakın dostlarına bu konuyu üstü kapalı çıtlatmışlardı. Bud arkadaş toplantılarında hep Jill’in hangi arkadaşlarının ilişkilerini bildiğini merak ediyor, bu konuda tahmin yürütmekten büyük zevk alıyordu. Westhampton’dan yaklaşık 55 mil uzaklıkta bulunan Long Island’ın Altın Sahili’ndeki evlerinden ayrı arabalarla yola çıkmışlar ve Jill arabasını randevulaştıkları bir köy arsasında park etmiş sonra birlikte Bud’ın Explorer marka arabasıyla bir otele gitmişlerdi. Bud, ona daha önce evden çıkmak için nasıl bir bahane uydurduğunu sormuştu. Jill buna yalnızca tek heceli bir yanıt verdiğinden şimdi yeniden sordu. “Bu gece için ne uydurdun?” “East Hampton’da oturan bir kız arkadaşımla akşam yemeği. Yarın da alışveriş.” Sonra ekledi. “En azından bu kısmı doğru. Ne de olsa senin yarın sabah eve dönmen gerekiyor.

” “Arkadaşının bundan haberi var mı?” Sabırsızca içini çekti. “Evet, merak etme.” “Tamam.” Bud bir kez daha onun, ne kadar az bilirsem o kadar iyi havalarıyla, kendisinin nasıl bir bahaneyle evden uzaklaştığını sormadığını ayrımsadı. Yine de, “Ben arkadaşlarla derin sularda balık avlamaya çıktım. Okyanusta telefonların çekiş gücü çok zayıf oluyor,” diye açıkladı. Jill omuzlarını silkti. Bud Mitchell hem Jill’in, hem de kendisinin sıkıcı eşlerini, çocuklarını ve konforlu üst-orta sınıf yaşantılarını kendilerine göre sevdiklerinin bilincindeydi. Birbirlerini de seviyorlardı ya da sevdiklerini söylüyorlardı. Ne var ki bu sevgi her şeyi geride bırakıp haftanın yedi günü birlikte olmalarına yetmiyordu. Ayda üç dört kez her ikisi için de yeterliydi. Patika bir kum tepeciğinin önünde sona eriyordu. Bud arabayı durdurdu. Jill, ona, “Haydi kumsala doğru ilerle,” dedi. Bud kumlu yolda manevra yaparak okyanusa doğru ilerlemeye başladı.

Explorer yüksek kum tepesinin etrafından ilerlerken çalı ve otlar bürümüş dikçe bir yokuştan aşağıya indi. Arabayı, patikadan görünmeyeceği uç bir noktada durdurdu. Arabanın saati tam olarak 19.22’yi gösteriyordu. Güneş Atlantik Okyanusu’nun üzerinde batıyordu. Bud okyanusun tıpkı bir göl kadar durgun olduğunu ayrımsadı. Birkaç beyaz bulut dışında gökyüzü berraktı. Jill’e dönerek, “Hoş bir gece,” dedi. Jill kapıyı açarak arabadan indi. Bud da motoru kapatarak onu izledi. Okyanusun kıyısından yaklaşık elli metre içeride biten beyaz kum plaja baktılar. Alçalan güneşin ışığında okyanusun suları altın gibi ışıldıyordu ve karadan esen yumuşacık bir esinti kum tepeciklerinin üzerindeki otları dalgalandırıyordu. Bud yalnız olup olmadıklarına bakmak için çevresine bakındı. Bu yarım adaya giden tek yol Dune Yolu’ydu ve yolda plajdan dönüp Westhampton’a doğru yol alan birkaç araba görmüştü ama kendileriyle aynı yönde ilerleyen tek bir arabayla bile karşılaşmamışlardı. Dar yarımada Moriches Koyu’nun yaklaşık 100 mil batısında sona eriyordu ve koyun öteki ucuna baktığında Fire Island’daki Smith Point Country Parkı’nın bir bölümünü görebiliyordu.

Günlerden çarşambaydı, bu nedenle Hampton’lı hafta sonu tatilcileri kente geri dönmüşler, geri kalanlarsa kokteyl saatinin keyfine dalmışlardı. Ayrıca bulundukları yer arabayla girilebilinen bölgenin yarım mil kadar ötesindeydi. Bud, “Sanırım kumsal yalnızca bizim,” dedi. “Ben de sana böyle olacağını söylememiş miydim?” Jill arabanın arkasına dolanarak bagajı açtı. Bud da onun yanına gitti ve birlikte yatak örtüsü, buz çantası, video kamera ve üçayaktan ibaret birkaç eşyayı arabadan indirdiler. Bud objektifin önündeki kapağı kaldırdı ve vizörden bakarak kamerayı çıplak ayaklarıyla örtünün üzerinde bağdaş kurmuş oturan JilI’in üzerine yöneltti. Kırmızı güneş ışığının son kıvılcımları sahneyi aydınlatıyordu. Bud zumu da ayarlayarak kayıt düğmesine bastı. Sonra beyaz şarap şişesinin mantarını açmakla uğraşan Jill’in yanına, örtünün üzerine oturdu. Kadeh tokuştururlarken Bud, “Yaz akşamlarına, bize ve birlikteliğimize,” diye konuştu. Đçkilerinden birer yudum alıp öpüştüler. Her ikisi de seslerini ve görüntülerini kaydeden kameranın bilincindeydiler ve bu nedenle de biraz tutuktular. JilI, “Söyle bakalım, buraya sık sık gelir misin?” diye sorarak buzları eritti. Bud gülümseyerek yanıtladı. “Bu ilk gelişim, ya sen?” Birbirlerine gülümseyerek baktılar, aralarındaki sessizlik sıkıntılı bir hal almaya başlamıştı.

Bud üzerlerine çevrilmiş kameradan hiç hoşlanmamıştı ama daha sonra Westhampton’daki otel odalarına döndüklerinde kaydı izleyebilir, sonra yatakta sevişirken kaseti başa sarabilirdi. Bu hiç de fena bir fikir değildi doğrusu. Kadehlerini ikinci kez doldurup şaraplarını yudumlarken, her ikisi de havanın iyice loşlaştığının ayrımındaydı. Jill işe koyuldu. Kadehini elinden bırakarak ayağa kalktı ve üzerindeki örgü bluzu çıkardı. Bud da ayağa kalkarak gömleğini üzerinden sıyırdı. JilI haki renkli şortunu çıkararak ayağıyla tekmeledi. Bud üzerindekileri çıkarırken, JilI üzerinde yalnızca sutyeni ve külotuyla bir an öylece durdu. Sonra sutyenini çıkardı ve külotunu indirdi. Kameraya döndü, kollarını havaya kaldırdı, birkaç kez kendi etrafında döndü ve kameraya bakarak, “Ta-ta!” diye bağırdı. Birbirlerine sarılıp öpüşmeye başladılar. Elleri birbirlerinin çıplak bedenlerinde geziniyordu. JilI, Bud’ı kameranın önünde doğru pozisyona getirdikten sonra omzunun üzerinden kameraya bakarak, “Üfleme zamanı!” dedi. Dizlerinin üzerine çökerek Bud’a oral seks yapmaya başladı. Bud dizleri titrediği halde iyice sertleştiğini hissetti.

Ellerini nereye koyacağını bilemediğinden JilI’in başına götürüp onun uzun kahverengi saçlarını parmaklarına doladı. Jill kendisini geriye doğru bırakarak kalçasının üzerine oturdu. Kameraya bakarak el salladı ve, “Bu başlangıçtı,” dedi. “Şimdi ikinci sahne.” Ellerinin üzerine abandı ve dizleri kameraya dönük olarak, “Bud şimdi havlayarak cici köpek rolü yapacak,” dedi. “Havla Bud!” Bud zorlukla gülümsedi ve dizlerinin üzerinde emekleyerek Jill’in arkasına geçtikten sonra kısa bir havladı. Kameranın yüzündeki her ifadeyi kaydettiğinin bilinciyle gülümsemeyi sürdürdü, bandı başa sarıp izlediğinde mutlu görünmek istiyordu. Oysa gerçekte kendisini hem gülünç, hem de oldukça rahatsız hissediyordu. JilI yüzünde gülümsemesi eksik olmayan, ara sıra küçük nükteler yapan, genelde oldukça yumuşak konuşan, çekingen bir insan sayılırdı. Onun yatakta bu kadar ateşli ve cüretkâr olması Bud’ı her defasında şaşırtıyordu. Bud ellerini Jill’in omuzlarına dayayarak ona doğru eğildi ve ona arkadan sarıldı. Birkaç dakika sonra JilI inlemeye başladı ve kanın beynine hücum etmesiyle birlikte Bud da kamerayı tamamen unutuverdi. Bud’ın boşalmak üzere olduğunu hisseden Jill öne doğru kaydı ve kendini sırtüstü yere bıraktı. “Sahne üç!” dedi. “Şarap lütfen!” Bud geriye doğru uzanarak şarap şişesini kavradı.

Jill bacaklarını havaya dikerek, “Şimdi sırada lezzet şöleni var!” dedi. Bacaklarını iki yana açarak, “Dök,” diye buyurdu. Bud şarabı döktükten sonra başka talimat beklemeden diliyle harekete geçti. Jill kesik kesik solumaya başladığı halde, “Umarım kamera doğru açıdadır,” demekten kendini alamadı. Bud başını kaldırarak kameraya baktı. “Evet.” Jill şişeyi alıp kalan şarabı tüm bedeninin üzerine boca etti. “Yala!” Bud, onun sert karnının ve göğüslerinin üzerindeki şarabı yaladıktan sonra dilini memelerinin üzerinde gezdirmeye başladı. Jill birkaç dakika sonra doğrularak, “Yapış yapışım,” dedi. “Haydi, gidip biraz serinleyelim.” Bud ayağa kalkarak, “Sanırım gitsek iyi olacak,” dedi. “Otelde duş alırız.” Jill, ona aldırmadan hemen önlerindeki kum tepeciğine tırmanarak okyanusa baktı. “Haydi gel. Kamerayı buraya koy, sonra da gidip suya atlayalım.

” Bud Đtiraz etmesinin daha iyi olacağını bile bile video kameranın yanına gidip kaydı durdurdu. Sonra kamerayla üçayağı alarak kum tepeciğine tırmandı. Üçayağı kumlara saplayıp kamerayı üzerine yerleştirdi. Bud gözlerini kum, okyanus ve gökyüzünde gezdirdi. Güneşin batmakta olan son ışıkları ufku hala aydınlatıyordu ama deniz ve suların rengi lacivert ve mora dönüşmüştü. Başının üzerinde yeni yeni çıkmaya başlayan yıldızları, çok yüksekten uçan bir uçağın yanıp sönen ışığını ve çok uzaklarda, ufukta kocaman bir geminin gölgesini görebiliyordu. Rüzgâr biraz artmış, ter içindeki çıplak bedenini serinletiyordu. Jill vizörden bakarak kameranın ışığını alacakaranlığa göre ayarladı, sonra oto-fokusu sonsuza getirip, zum kontrolü maksimuma ayarladı. Kayıt düğmesine basarak, “Ne kadar da güzel,” dedi. Bud, “Belki plaja çıplak inmesek daha iyi olur,” diye karşılık verdi. “Etrafta birileri olabilir.” “Eee, ne olur yani? Tanıdığımız birileri olmadığı sürece ne fark eder?” “Haklısın ama yine de yanımıza giyecek bir şeyler alalım,” diye önerdi Bud, ama Jill, onun sözünü keserek, “Tehlikeli yaşa Bud!” dedi. Bu sözlerden sonra kum tepeciğinden hoplaya sıçraya aşağıya indi. Sulara doğru koşarken, Bud onun mükemmel çıplak bedenini hayranlıkla süzdü. Jill, ona doğru dönerek, “Haydi gel,” diye seslendi.

Bud yokuş aşağı doğru koştu ve düz kumsalda ona doğru ilerledi. Rüzgârda sallanan şeyiyle çırılçıplak koşarken kendisini oldukça gülünç hissediyordu. Jill tam suya girmek üzereyken ona yetişti. Kadın, onu kum tepeciğinin üzerinde duran kameraya doğru döndürdü. Elini sallayarak, “Bud ile Jill köpekbalıklarıyla yüzecekler!” diye bağırdı. Sonra onu yeniden denize doğru çevirerek elini tuttu ve birlikte okyanusun sakin sularında ilerlemeye başladılar. Serin suların ilk şoku yerini mutluluk verici bir arınma duygusuna bıraktı. Tuzlu deniz suyunun seviyesi kalçalarına ulaştığında oldukları yerde kalarak birbirlerini yıkadılar. Jill gözlerini denize yöneltti. “Büyüleyici!” Bud hemen yanında duruyordu. Önlerinde göz alabildiğince uzanan cam gibi deniz ve eflatun gökyüzünden büyülenmiş gibi öylece kalakaldılar. Bud sağ taraflarında, Fire Island’dan yaklaşık sekiz ila on mil uzaklıkta, beş bin metre yükseklikte seyreden bir uçağın yanıp sönen ışığını fark etti. Batan güneşin son ışıkları kanatlarında akseden uçağın yaklaşışını izledi. Uçak lacivert gökyüzünde dört beyaz çizgi oluşturmuştu. Bud uçağın 60 mil batıdaki Kennedy Havalimanı’ndan kalktığını ve belki de Avrupa’ya doğru yol aldığını tahmin etti.

Đçinde bulundukları romantik ortamın da etkisiyle, “Seninle birlikte bu uçakta olmak, Paris ya da Roma’ya uçmak isterdim,” dedi. JilI güldü. “Sen daha bir saatliğine buradaki bir otele giderken paniğe kapılırken, Paris ya da Roma’ya gidebilmek için nasıl bir bahane uydurmayı düşünüyorsun?” Bu sözler Bud’ı kızdırmıştı. “Hiç de paniğe kapılmıyorum. Yalnızca dikkatliyim. Senin de iyiliğin için.” Sonra ekledi. “Haydi gidelim.” “Bir dakika.” Bud’ın cinsel organını sıkıp, “Bu video kaset televizyon ekranını cayır cayır yakacak,” dedi. Bud hala durumdan rahatsızdı, bu nedenle bir şey söylemedi. JilI, Bud’ın organını tutmayı sürdürerek, “Haydi burada yapalım,” dedi. “Oh… ” Gözlerini kumsalın dörtbir yanında gezdirdikten sonra kum tepeciğinin üzerinde kendilerine çevrili duran kameraya baktı. “Haydi. Birileri gelmeden yapalım.

Tıpkı Đnsanlar Yaşadıkça filminde olduğu gibi.” Bud’ın aklında açık kumsalda sevişmelerinin doğru olmayacağına dair bir milyon neden geliyordu, ama bunu neden yapmak zorunda olduklarını belirleyen tek neden de Jill’in hâkimiyetindeydi. JilI, Bud’ın elini tutarak onu dalgaların ıslak kumlara aktığı sığ sulara götürdü. “Haydi, uzan,” diye buyurdu. Bud kumların üzerine uzandı, dalgalar bedenini yalayıp tekrar geri çekiliyordu. Jill, onun üzerine oturdu ve yavaş ve ritmik hareketlerle ileri geri hareket etmeye başladı. Đşin büyük bölümünü üstte oturan JilI yapıyordu. Sürekli yüzünü yalayan dalgalar Bud’ın biraz dikkatini dağıtıyordu, ayrıca plajda bu pozisyonda yakalanma olasılığı da onu huzursuz ediyordu. Fakat daha bir dakika geçmeden her ikisi de dünyanın geri kalanını unutuvermişlerdi, dünya sanki yalnızca bacaklarının arasındaki bölümden ibaretti artık. Az sonra ikisi birden doruk noktasına ulaştılar. JilI bir süre soluk soluğa Bud’ın üzerinde yatmaya devam etti, sonra dizleriyle ona abanarak doğruldu. Tam bir şey söyleyecekken cümlesinin orta yerinde donakaldı ve gözlerini okyanusa dikti. “Ne?” Bud hızla olduğu yerde oturdu ve Jill’in bakışlarını izleyerek sağ omzunun üzerinden suya doğru baktı. Suların içinden bir şey yükseliyordu ve gördüğünün beyaz dumanlar çıkaran akkor halinde kavuniçimsi kırmızı bir alev topu olduğunu anlaması bir saniye aldı. “Tanrı aşkına nedir bu?” Dört Temmuz Bayramı’nda atılan havai fişekleri andırıyordu ama çok, çok büyüktü ve suyun içinden yükselmişti.

JilI ile Bud alevin büyümesini ve gökyüzüne tırmanırken adeta hız kazanmasını izlediler. Önce zik zak çizdi, sonra da döndü. Aniden gökyüzünde şimşeği andıran bir ışık belirdi, bunu da dev gibi bir ateş topu izledi. Ayaklarının üzerine dikilip, mıhlanmış gibi infilak noktasından aşağıya inen alev yağmurunu seyrettiler. Yarım dakika kadar sonra suyun üzerinden onları yerlerinden uğratan iki patlama sesi daha duyuldu. Sonra sessizlik. Dev ateş topu uzunca bir süre havada adeta asılı kaldıktan sonra düşmeye başladı, sonra parçalanarak farklı hızlarda düşen iki üç ateş topuna dönüştü. Bir dakika sonra gökyüzü millerce ötede dingin okyanusun üzerinde yanan ateşlerin ışığı ve yükselen siyah duman dışında yine berraktı. Bud alevler içindeki ufka, sonra gökyüzüne, sonra yeniden suya baktı, yüreği gümbür gümbür atıyordu. Jill fısıltıyla, “Aman Tanrım… Nedir bu?” diye konuştu. Bud olduğu yerde hareketsiz öylece duruyordu. Gördüklerinin ne anlama geldiğini tam olarak anlayamamakla birlikte, bunun korkunç bir şey olduğunun bilincindeydi. Aklına gelen ilk şey, bu olan her neyse, o kadar büyük ve gürültülüydü ki, insanların sahile koşup gelmeleri an meselesiydi. Jill’in kolunu kavrayarak, “Haydi buradan gidelim. Çabuk!” dedi.

Hızla dönerek kum tepeciğine kadar olan elli metrelik kumsal alanı aşıp, koşar adım kum tepeciğine tırmandılar. JilI tepenin öteki yamacından aşağıya doğru koşmayı sürdürürken, Bud video kamera ile üçayağı kaparak onu izledi. “Giyin! Haydi, giyin!” diye bağırdı. Her ikisi de hızla giyinip, arabaya doğru koştular. Bud üçayağı, JilI ise kamerayı taşıyordu, yatak örtüsü ile buz çantasını ise orada bırakmışlardı. Kamerayı ve üçayağı arka koltuğa fırlatıp ön koltuklara yerleştiler. Bud arabayı çalıştırarak vitesi geçirdi. Her ikisi de hala soluk soluğaydı. Bud farlarını yakmadan, tekerleklerini kaydırarak patika yola indi ve sağa doğru keskin bir dönüş yaptı. Patika yoldan ve park alanından farlarını yakmadan büyük bir dikkatle ilerledi. Dune Yol’a vardıklarında farlarını yakarak gaza bastı. Her ikisi de sessizdi. Karşı yönden gelen bir polis arabası hızla yanlarından geçti. Beş dakika sonra körfezin öbür ucunda bulunan Westhampton’ın ışıkları göründü. Jill, “Bud, sanırım bir uçak infilak etti,” diye konuştu.

“Olabilir… Ya da bir gemiden işaret fişeği atıldı.” Sonra ekledi. “Gördün ya… Patladı… Tıpkı bir havai fişek gösterisi gibiydi.” “Đşaret fişeği böyle patlamaz. Ve işaret fişeği suyun üzerinde yanmayı sürdürmez.” Bud’a bir bakış fırlatıp konuşmaya devam etti. “Gökyüzünde kocaman bir şey infilak etti ve okyanusa düştü. Bu bir uçaktı.” Bud bu sözler karşısında hiçbir şey söylemedi. “Belki geri dönsek iyi olur,” dedi JilI. “Neden?” “Belki… Uçaktan çıkmayı başaran insanlar vardır. Uçaklarda can yeleği ve şişme kurtarma botları bulunur. Belki yardım edebiliriz.” Bud başını iki yana salladı. “O şey her neyse bin parçaya ayrıldı.

Ayrıca birkaç mil öteye düştü.” Ve ekledi. “Polisler oraya varmıştır bile. Onların bize gereksinimleri yok.” Jill karşılık vermedi. Bud köprüyü geçerek Westhampton sahil merkezine doğru yol aldı. Otelleri buradan yalnızca beş dakikalık bir uzaklıktaydı. JilI derin düşüncelere dalmış gibiydi. Bir süre sonra, “O ilk gördüğümüz alev topu… O bir fişekti. Bir füzeydi,” dedi. Bud hiçbir şey söylemedi. “Sanki denizden bir füze atıldı ve uçağı vurdu,” diye devam etti JilI. “Her neyse… Eminim haberlerde ne olduğunu öğreniriz.” JilI arka koltuğa göz attığında kameranın hala açık olduğunu ve konuşmalarını kaydettiğini gördü. Arkaya doğru uzanarak kamerayı aldı.

Bandı geriye sarıp gösterme tuşuna bastı. Merakla kameranın görüntü penceresine bakarak, kaseti görüntülü olarak geriye doğru sardı. Bud yan yan ona baktıysa da bir şey söylemedi. JilI durdurma tuşuna basarak, “Görebiliyorum,” dedi. “Her şeyi olduğu gibi kaydetmişiz.” Kaseti birkaç kez daha ileri geri sarıp izledi. “Bud… Arabayı kenara çek ve şunu bir izle.” Bud aldırmadan arabayı sürmeye devam etti. Jill kamerayı kucağına indirerek, “Olan biten her şey bu kasette. Füze, patlama, aşağıya savrulan parçalar.” “Eee? Başka ne görüyorsun?” “Bizi.” “Doğru. Kaseti sil.” “Olmaz.” “JilI kaseti sil.

” “Peki… Ama silmeden önce onu otel odamızda bir kez olsun izlemeliyiz. Sonra da sileriz.” “Ben görmek istemiyorum. Haydi sil. Derhal!” “Bud… Bu belki bir kanıt olabilir. Birileri bunu görmeli.” “Sen delirdin mi? Hiç kimse bizi sevişirken gösteren bir video kasetini izlememeli.” JilI karşılık vermedi. Bud, onun elini okşayarak, “Pekâlâ, otel odasında kaseti televizyonda bir izleriz. Sonra da haberleri izleyip neler olduğunu öğreniriz. Ne yapacağımıza da ondan sonra karar veririz, tamam mı?” Jill evet der gibi başını salladı. Bud yan gözle kucağındaki kamerayı sıkı sıkı tutan Jill’e baktı. Jill Winslow, kendisinin ya da Bud’ın başının derde girme olasılığına aldırmadan, ne olursa olsun doğru olanı yapacak ve kaseti yetkililere teslim edecek türden bir kadındı, bunu çok iyi biliyordu. Bud’ın tek umudu, Jill’in kaseti tüm ayrıntılarıyla izledikten sonra aklının başına gelmesiydi. Eğer gelmezse, biraz kaba kuvvet kullanmak zorunda kalacaktı.

“Biliyorsun… ” dedi. “Ne deniyordu o alete? Ha, ‘Kara Kutu’. Hani şu uçuşun bütün ayrıntılarını kaydeden alet. Onu bulduklarında bizim bildiklerimizden ya da kasette izleyebileceklerinden çok daha fazlasını öğrenecekler. Kara kutu video kameradan çok daha kesin veriler sunar.” Jill susmaya devam etti. Bud arabayı Bayview Oteli’nin otoparkına sürdü. “Uçak olup olmadığını bile henüz bilmiyoruz,” dedi. “Önce bir haberlerde ne olduğuna bakalım.” Jill, Explorer’dan inerek elinde video kamerayla otele doğru yürüdü. Bud kontağı kapatarak onu izledi. Kendi kendisine, benim uçak gibi yere çakılıp yanmaya hiç niyetim yok, diye düşündü.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir