Tara Sue Me – Itaatkar

”Bayan King, ” diye seslendi sekreter. “Bay West şimdi sizinle görüşecek.” Ayağa kalktım ve belki de yirmi beşinci kez ne yaptığımı sorgulayarak girmek için şehrin öteki yanından geldiğim o ofisin kapısını açmaya gittim. Kapının diğer tarafında en karanlık fantezim vardı ve içeri girerek onu gerçek kılacaktım. Kapı açılırken ellerimin titrememiş olmasından gurur duyarak içeri girdim. Birinci adım: Tamamlandı. Nathaniel West maundan büyük bir masada oturmuş bilgisayarda bir şeyler yazıyordu. Sanki hiç odaya girmemişim gibi ne başını kaldırdı ne de hareketlerini yavaşlattı. Yine de bakışlarımı yere indirdim. Beklerken gözlerim yerde, kollarım iki yanımda, ayaklarım tam omuz hizamda açık, öylece durdum. Dışarıda güneş batmıştı ama Nathanierın masasından hafif bir ışık yayılıyordu. On dakika mı geçmişti? Belki de yirmi. Hâlâ bir şeyler yazıyordu. Aldığım nefesleri saydım. Kalbim sonunda fîize hızından, ofise girmeden önceki hızına geri döndü.


On dakika daha geçti. Belki de otuz. Yazmayı bıraktı. “Abigail King,” diye söze girdi. Olduğum yerde, başım önümde duruyordum. ikinci adım: Tamamlandı. Bir tomar kâğıdı alıp yığın halinde duran diğerlerinin üstüne gelişigüzel koyduğunu duydum. Bu tuhaftı. Nathaniel West hakkında bildiklerime göre bunların çoktan düzenli bir yığının içinde olması gerekirdi. Bu da başka bir testti. Sandalyesini geri iterken sessiz odada tekerleklerin sert zeminde dönerken çıkardığı ses yankılandı. Ölçülü, eşit uzunlukta adımlarla yürüyerek arkama doğru yaklaştı. Bir el saçlarımı ensemden yukarı kaldırırken ılık nefesi kulaklarımı gıdıkladı. “Hiç referansın yok.” Evet referans yazmamıştım.

Çünkü yoktu. Çünkü bu sadece çılgın biz fanteziydi. Bunu ona söylemeli miydim? Hayır, sessiz kalmalıydım. Kalbim daha hızlı atmaya başladı. “Bir itaatkâr eğitmeye hiç niyetim olmadığım biliyor olmalıydın. Şimdiye kadar sahip olduğum bütün itaatkârlar her zaman tecrübeli olmuştur.” Deli. Burada olduğum için deli olmalıydım. Ama istediğim şey buydu. Bir adamın hâkimiyeti altında olmak. Hayır. Herhangi bir adamın değil. Bu adamın hâkimiyeti altında olmak. “İstediğinin bu olduğundan emin misin, Abigail?” dedi saçlarımı eliyle kavrayıp hafifçe çekerken. “Bunu istediğinden emin olmalısın.

” Boğazım kurumuştu, kalp atışlarımı duyduğundan neredeyse emin bir halde olduğum yerde kaldım. Sinsi bir gülümsemeyle masasına geri döndü. “Yüzüme bak, Abigail.” Daha önce fotoğraflarını görmüştüm. Herkes West Industries’in CEO’su ve sahibi olan Nathaniel VVest’i tanırdı. Fotoğraflarda gerçekte olduğu kadar yakışıklı çıkmıyordu. Hafif yanık teni, gözlerinin insanın içine işleyen yeşil rengini ortaya çıkarıyordu. Kalın telli koyu saçları, aralarından parmaklarınızı sokup kendinize çekerek onu dudaklarından öpme isteği uyandırıyordu. O uzun, güçlü parmaklarını ritmik olarak masaya vuruyordu. O parmakların neler yapabileceğini düşündükçe dizlerimin bağının çözülmeye başladığını hissediyordum. Nathaniel tam karşımda, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme ile bana nerede olduğumu ve neden burada bulunduğumu hatırlattı. Tekrar konuştu. “Başvuru yapmaya neden karar verdiğin beni ilgilendirmez. Eğer seni seçersem ve koşullarda anlaşırsak geçmişin de beni ilgilendirmeyecek.” Aralarında başvuru belgemin de olduğunu gördüğüm kâğıtları tutup salladı.

“Ben neye ihtiyacım olduğunu biliyorum.” Başvuru formunu dolduruşumu hatırladım: işaretlemem gereken liste, istediği kan testleri, kullandığım doğum kontrol yöntemleri. Aynı şekilde bugünkü toplantıdan önce, bana da onun bilgileri gönderilmişti. Kan grubunu, test sonuçlarını, sınırlarını, partnerleriyle yapmayı sevdiği ve onlara yapmayı sevdiği şeyleri biliyordum. Birkaç dakika boyunca sessizce durduk. “Hiç eğitimin yok,” dedi. “Ama oldukça iyisin.” Kalkıp masasının arkasındaki büyük pencereye yürürken tekrar sessizlik oldu. Oda tamamen karanlıktı ve camdaki yansımasını görebiliyordum. Göz göze geldik ve bakışlarımı indirdim. “Ama yine de senden hoşlandım, Abigail King. Sana başka yere bakmanı söylediğimi hatırlamıyorum.” İşleri bozmamış olduğumu umarak yüzümü kaldırdım. “Evet, sanırım sırada bir hafta sonu testi var.” Yüzünü döndü ve kravatını gevşetti.

“Eğer kabul edersen bu cuma gecesi saat tam altıda evime geleceksin. Seni evinden arabayla aldırtırım. Birlikte akşam yemeği yer ve sonra ne yapacağımıza bakarız.” Kravatını çözüp sağ tarafındaki koltuğun üstüne koydu ve gömleğinin üst düğmesini çözdü. “İtaatkârlarımdan bazı beklentilerim vardır. Pazardan perşembeye kadar her gece en az sekiz saat uyuyacaksın. Dengeli besleneceksin, sana e-posta yoluyla bir beslenme planı yollanacak. Ayrıca haftada üç kez bir buçuk kilometre koşacaksın. Haftada iki kez benim spor salonumda güç ve dayanıklılık eğitimine gireceksin. Yann adına bir üyelik açılacak. Bunların herhangi biriyle ilgili bir sorunun var mı?” Başka bir test daha mı? Hiçbir şey demedim. Gülümsedi. “Açık olabilirsin,” dedi. Nihayet. Dudaklarımı yaladım.

“Ben pek atletik… Bay West aslında ben pek koşamam.” “Zayıflıklarının seni kontrol etmesine izin vermemelisin, Abigail.” Masasına gitti ve bir şeyler karaladı. “Ayrıca haftada üç kez yoga dersine katılacaksın. Spor salonunda yoga dersi de veriliyor. Başka bir şey?” Kafamı salladım. “Çok iyi. O zaman cuma akşamı görüşürüz.” Elime birkaç kâğıt tutuşturdu. “Bilmen gereken her şey burada.” Kâğıdarı aldım ve bekledim. Tekrar güldü. “Gidebilirsin.” Tam kapıyı açtığım sırada yan dairenin kapısı açıldı. En iyi arkadaşım Felicia Kelly koridora çıktı.

Felicia ve ben kendimizi bildik bileli arkadaştık, Indiana’nın küçük bir kasabasında birlikte büyümüştük. Alfabetik listeye göre oturtulmamız sayesinde ilk ve ortaokul yılları boyunca yan yana oturduk Liseden mezun olduktan sonra New York’ta aynı üniversiteye gittik. Birbirimizin en iyi arkadaşı olarak kalmaya devam etmek istiyorsak oda arkadaşı değil de komşu olmamız gerektiğini de o yıllarda öğrenmiştik. Onu asla sahip olmadığım kız kardeşim gibi seviyordum ama bazen aksi ve tahammül edilmez olabiliyordu. Aynı şekilde benim sakinlik ihtiyacım da onu deli ederdi. Öyle görünüyor ki Nathaniel ile görüşmem de öyle. “Abby King!” Elini beline koymuştu. “Telefonunu mu kapattın? Şu West denen adamı görmeye gittin, öyle değil mi?” Sadece gülümsedim. “Gerçekten mi, Abby?” dedi. “Bana da ne oluyorsa artık.” “Evet. Gerçekten sana ne?” diye sordum Felicia peşimden içeri girerken. Koltuğa yerleştim ve Nathaniel’ın bana verdiği belgeleri okumaya başladım. “Bu arada bu hafta sonu burada olmayacağım.” Felicia derin bir iç çekti.

“Gittin işte. Bunu yapacağını biliyordum. Kafana bir şey koydun mu bildiğini okuyorsun. Sonuçlarının ne olacağını bile düşünmüyorsun.” Okumaya devam ettim. “Kendini akıllı sanıyorsun. Kütüphanenin bu konuda ne diyeceğini sanıyorsun? Baban ne düşünecek?” Babam hâlâ Indiana’da yaşıyordu. Yakın olmamamıza rağmen Nathaniel’ın ofisine yaptığım ziyaret hakkında bir fikri olacağından emindim. Son derece olumsuz bir fikir. Ne olursa olsun, seks hayatımı babamla tartışmak kimseye düşmezdi. Kâğıtları bıraktım. “Babama tek kelime söylemeyeceksin ve benim özel hayatım kütüphaneyi hiç ilgilendirmez. Anlaşıldı mı?” Felicia oturup tırnaklarını incelemeye başladı. “Hiçbir şey anlaşılmadı.” Kâğıtları aldı.

“Bunlar ne?” “Bırak onları.” Kâğıtları ondan geri aldım. “Cidden,” dedi. “Eğer kontrol edilmeyi bu kadar çok istiyorsan bunu gönüllü olarak yapacak birkaç adam tanıyorum.” “Eski erkek arkadaşlarınla ilgilenmiyorum.” “Yani, yabancı bir adamın evine gideceksin ve kim bilir sana neler yapmasına izin vereceksin, ha?” “Hayır, hiç de öyle değil.” Gidip bilgisayarımı açtı. “Peki, nasıl o zaman tam olarak?” Ekran açılana kadar arkasına yaslanıp bekledi. “Zengin bir adamın metresi olmak mı?” “Ben onun metresi değilim. Onun itaatkârıyım. Kendini evindeymiş gibi hisset bu arada tabii. Bilgisayarımı kullanmaktan çekinme.” Sinirli sinirli klavyede bir şeyler yazdı. “Doğru. İtaatkâr.

Bu kulağa çok daha iyi geliyor, gerçekten.” “Evet, öyle. Herkes ilişkide tüm gücü elinde tutanın itaatkâr olduğunu bilir.” Felicia benim yaptığım araştırmayı yapmamıştı. “Nathaniel West bunu biliyor mu, peki?” Google’ı açıp Nathamel’ın adını arattı. Tamam. Araştırsın bakalım. Bir anda Nathaniel’ın yakışıklı yüzü ekranı kapladı. İnsanın içine işleyen o yeşil gözleriyle bize bakıyordu. Bir koluyla yanındaki güzel sarışına sarılmıştı. Benimki, dedi beynimin aptal yanı. Tabii, sadece bu cuma gecesinden pazar akşamına kadar, diye karşılık verdi daha mantıklı olan yanı. “Bu kim?” diye sordu Felicia. “Benden önceki, sanırım,” diye mırıldandım birden gerçekliğe dönerek. Onunla beraber olduktan sonra beni isteyeceğini düşündüğüm için salağın tekiydim.

“Oldukça yüksek topuklu ayakkabılar giymen gerekecek, güzelim.” Sadece başımı salladım. Elbette Felicia fark etmişti. “Siktir et, Abby. Sen alçak topuklu ayakkabı bile giymezsin.” “Biliyorum,” dedim iç geçirerek. Felicia başını sallayarak bir sonraki bağlantıya tıkladı. O sarışın tanrıçanın başka bir fotoğrafım görmemek için yüzümü çevirdim. “Selam, yakışıklı,” dedi. “Bak mesela bu adamın bana hâkim olmasına izin verirdim.” Başımı çevirdiğimde karşımda başka bir yakışıklı adamın fotoğrafı duruyordu. Jackson Clark, New York’un oyun kurucusu, yazıyordu manşette. “Profesyonel bir futbol oyuncusu ile akraba olduğunu söylememiştin.” Bilmiyordum. Ama bunu Felicia’ya söylemenin anlamı yoktu, benimle ilgilenmeyi bırakmıştı.

“Acaba Jackson evli midir?” diye mırıldandı ailesi hakkında daha fazla bilgi bulmak için diğer sayfaları gezerken. “Öyle görünmüyor. Hımm, belki de şu sarışın çıtır hakkında bir şeyler bulabiliriz.” “Yapacak daha iyi bir işin yok mu senin?” “Hayır, burada oturup senin hayatını berbat etmekten daha iyi bir işim yok.” “İşin bitince kapıyı arkandan kapatırsın,” dedim yatak odama doğru yürürken. Bütün geceyi Nathaniel hakkında aklına ne gelirse arayarak geçirebilirdi. Benim okumam gereken şeyler vardı. Nathaniel’ın bana verdiği kâğıtları alıp yatağımda bağdaş kurarak oturdum. İlk sayfada adresi ve iletişim bilgileri vardı. Evi, şehir merkezinden iki saat uzaklıktaydı. Kasabaya daha yakın başka bir evi var mıdır, diye düşündüm. Bana aynı zamanda bahçe kapısından girebilmem için gereken şifreyi ve bir şeye ihtiyacım olursa aramam için cep telefonu numarasını vermişti. Ya da aklın başına gelirse araman için, diye beynimin gıcık mantıklı yanı araya girdi. İkinci sayfada spor salonu üyeliğim ve izlemem gereken egzersiz programı vardı. Koşma fikrinin verdiği huzursuzluğu sineye çektim.

Gitmemi istediği güç ve dayanıklılık dersleriyle ilgili detaylar da vardı. En altta oldukça düzgün bir el yazısıyla yoga eğitmeninin adı ve numarası yazıyordu. Üçüncü sayfada cuma günü giderken yanımda hiçbir eşya götürmeme gerek olmadığı belirtilmişti. Nathaniel ihtiyacım olan tüm giysi ve makyaj malzemelerini temin edecekti. İlginç. Ama zaten başka ne bekliyordum ki? Aynı sayfada Nathaniel’ın bana daha önce söylediği bilgiler de yer alıyordu: Sekiz saat uyku, dengeli beslenme… Yeni bir şey yoktu. Dördüncü sayfada Nathaniel’ın en sevdiği yemeklerin listesi vardı. İyi ki yemek yapabiliyordum. Bunlara sonradan daha yakından bakabilirdim. Beşinci sayfaya gelince. Sadece şunu söyleyebilirim ki beşinci sayfa beni heyecanlandırmış, azdırmış ve cuma günü için sabırsızlandırmıştı. Nathaniel West otuz dört yaşındaydı. Anne ve babasını on yaşındayken trafik kazasında kaybetmişti. O zamandan itibaren onu teyzesi Linda Clark büyütmüştü. Yirmi dokuz yaşındayken babasının şirketinin başına geçmişti.

Oldukça kazançlı bir işi devralmış ve daha da büyütmüştü. Onu alt sınıftakilerin üst sınıftakiler hakkında bilgi sahibi olduğu o sosyete sayfalarından biliyor ve yıllardır tanıyordum. Gazeteler onu sert ve agresif biri olarak yansıtmıştı. Tam bir anasının gözü. Bu adam hakkında onlardan daha fazla şey biliyor olduğumu düşününce mutlu oluyordum. Altı yıl önce, ben yirmi altı yaşındayken, babamdan boşanmasının ardından annem kredi kartı borçlan yüzünden çok kötü bir duruma düşmüştü. Çok borcu vardı ve banka, evini haczetmekle tehdit ediyordu. Üstelik bunu yapmaya yasal hakları da vardı. O sırada Nathaniel West imdadına yetişmişti. Nathaniel bankanın yönetim kurutandaydı ve bankayı annemin evini hacizden kurtarıp borçlarını ödeyecek bir yol bulma konusunda ikna etmişti. İki yıl sonra annem kalp hastalığından öldü. O iki yıl boyunca Nathaniel West’in adı ne zaman gazetelerde ya da televizyon haberlerinde geçse ona nasıl yardım ettiğini anlatıp dururdu. Onun dünyanın sandığı kadar da katı bir insan olmadığını biliyordum. Ve onun bazı… özel zevklerini öğrendikten sonra fanteziler kurmaya başladım. Ta ki bu fanteziler konusunda harekete geçmem gerektiğine karar verinceye kadar bu böylece sürüp gitti.

Bu yüzden de kendimi o cuma akşamı altıya çeyrek kala Nathamel’m evine giden yolda, şoförlü arabasının içinde buldum. Ne bir valiz ne de çanta götürüyordum, sadece cüzdanım ve cep telefonum vardı. Kapının önünde büyük bir golden retriever duruyordu. Çok güzel bir köpekti. Anlamlı gözleriyle ben arabadan inip eve yürüyünceye kadar beni izledi. “Cici köpek,” diye sevdim, elimi çok da yaklaştırmadan. Köpeklere fazla düşkün olduğum söylenemezdi. Ama eğer Nathaniel’m bir köpeği varsa benim de ona alışmam gerekirdi. Köpek hırıldayarak bana doğru yürüdü ve burnunu ellerime sürttü. “Cici köpek,” dedim tekrar. “Neredeymiş cici köpek?” Biraz havladı ve kamını sevdirmek için yerde yuvarlandı. Tamam, belki de köpekler o kadar korkunç değildir. “Apollo,” diye seslendi sakin bir ses ön kapıdan. “Gel buraya.” Apollo, sahibinin sesinin geldiği yere doğru baktı, yüzümü yaladı ve Nathaniel’ın yanına gitti.

“Demek Apollo’yla tanıştınız, ha!” Nathaniel’bugün rahat giyinmişti – açık gri bir kazak ve daha koyu gri renkte bir pantolon. Bir adam kese kâğıdı bile giyse iyi görünebilir mi? Bu resmen haksızlıktı. “Evet,” dedim, ayağa kalkıp pantolonumda olmayan tozu silkelerken. “Çok tatlı bir köpek.” “Hayır, değil,” diye düzeltti Nathaniel. “Genelde tanımadığı insanlara pek de nazik davranmaz. Seni ısırmadığı için çok şanslısın.” Hiçbir şey söylemedim. Nathaniel döndü ve eve girdi, onu takip ettiğimden emin bir halde arkasına bile bakmadı. Elbette onu takip ediyordum. “Bu akşam mutfakta yiyeceğiz,” dedi beni antreye doğru götürürken. Etrafa bakmaya çalışıyordum -antika ve modernin ustaca bir birleşimi- ama tam önümde yürürken gözlerimi Nathaniel’dan almam çok zordu. Uzun bir koridordan yürüyüp birkaç kapalı kapıyı geçtiğimiz süre içinde bana bir şeyler anlattı. “Mutfak masasını özgür alanın olarak düşünebilirsin. Yemeklerinin çoğunu burada yiyeceksin ve sana katıldığım zaman bunu rahatça konuşmak için bir davet olarak kabul edebilirsin.

Çoğunlukla bana yemek odasında servis yapacaksın ama akşama daha rahat şartlarda başlamalıyız diye düşündüm. Hepsi anlaşıldı mı?” “Evet, efendim.” Döndüğünde gözlerinde kızgınlık vardı. “Hayır. Henüz bana o şekilde hitap etme hakkını elde etmedin. O zamana kadar bana ‘Bayım’ ya da ‘Bay West’ diyeceksin.” “Evet, bayım,” dedim. “Özür dilerim, bayım.” Yürümeye devam etti. Hitap şekilleri belirsiz bir alandı ve benden ne beklendiğini bilememiştim. En azından çok fazla rahatsız olmuş gibi görünmemişti. Oymalı bir masadan bir sandalye çekti, oturmamı bekledi ve sessizce karşımdaki sandalyeye oturdu. Akşam yemeği hazırlanmıştı, bir şey yemeye başlamadan önce ilk lokmasını almasını bekledim. Çok lezzetliydi. Tavuk göğsü firında pişirilip üzerine leziz bir ballı bademli sos yapılmıştı.

Ayrıca yeşil fasulye ve havuç da vardı ama tavuk o kadar lezzetliydi ki onları fark etmedim bile. Sonunda evde kimsenin olmadığım ve yemeğin ben geldiğimde hazır olduğunu idrak edebildim. “Bunu siz mi yaptınız?” diye sordum. Hafifçe başım “evet” anlamında öne eğdi. “Ben çok yetenekli bir adamım, Abigail.” Sandalyemde hareket ettim, sonra sessizlik içinde yemek yemeye devam ettik. Bir şey söylemeye çekiniyordum. Nathaniel tekrar konuşmaya başlayıncaya kadar neredeyse yemeğimizi bitirmiştik. “Sessizliği gereksiz konuşmalarla bölmeye gerek duymamana sevindim,” dedi. “Açıklamak istediğim birkaç şey var. Unutma, bu masada sen de özgürce konuşabilirsin.” Durdu ve cevabımı bekledi. “Evet, bayım.” “Yapılacaklar listemden de görmüşsündür ki ben oldukça muhafazakâr bir hâkim sayılırım.” “Anlıyorum, bayım,” dedim onun yapılacaklar listesini ve kendiminkini hazırlarken harcadığım zamanı hatırlayarak.

Gerçekten de bu hafta sonunun bir hata olmamasını umuyordum. Cep telefonum kendimi güvende hissettiriyordu. Bir saat içinde haber vermezsem, Felicia polisi arayacaktı. “Bilmen gereken diğer şey,” dedi, “dudaktan öpmem.” “Özel Bir Kadın 1 , gibi mi yani? Fazla kişisel olduğu için mi?” “Özel Bir Kadın mı?” “Bilirsiniz hani, film olan,” “Hayır,” dedi. “O filmi hiç görmedim. Dudaktan öpmem çünkü bu gereksiz.” Gereksiz mi? Ellerimi saçlarına daldırıp dudaklarına yapışma fantezim çöpe gitmişti. Söyledikleri hakkında düşünürken tavuktan son bir parça aldım. Nathaniel konuşmaya devam etti. “Senin kendi umutlan, hayalleri, tutkuları, istekleri ve fikirleri olan biri olduğunun farkındayım. Bu hafta sonu bana itaat etmek için bütün bunları bir kenara koymalısın. Böyle bir durumu kabullenmek saygıyı hak eder ve ben sana saygı duyuyorum. Sana yaptığım ya da senin için yaptığım her şeyi seni düşünerek yapıyorum. Uyumak, yemek yemek ve egzersiz yapmakla ilgili kurallarımın hepsi senin yararına.

Bütün cezalarım senin daha iyi olman için.” Parmağım şarap kadehinin ağzında gezdirdi. “Ve sana verdiğim her haz…” parmağı kadehin sapından aşağı indi ve tekrar yukarı çıktı, “. hazla ilgili herhangi bir endişen olduğunu sanmıyorum.” Gülümseyerek masadan kalktığında kendimi ağzım açık ona bakarken buldum. “Yemeğin bitti mi?” diye sordu. “Evet, bayım,” dedim daha fazla yiyemeyeceğimi bilerek, düşüncelerim hazla ilgili söyledikleri ile doluydu. “Apollo’yu dışarı çıkarmalıyım. Odam yukarıda, soldaki ilk kapı. On beş dakikaya orada olurum. Beni orada bekleyeceksin,” dedi yeşil gözlerini bana dikerek. “Beşinci sayfa, ilk paragraf.” Yukarıya nasıl çıktığımı bilmiyordum. Her basamağı çıkarken sanki demirden ayakkabılarım varmış gibi zorlanmıştım. Oysa sadece on beş dakikam vardı ve döndüğünde hazır olmalıydım.

Merdivenlerin başına geldiğimde Felicia’ya her şeyin yolunda olduğunu ve burada kalacağımı bildiren bir mesaj gönderdim. Gerçekten ben olduğumdan emin olması için aramızda kararlaştırdığımız gizli şifreyi de mesaja ekledim. Nathaniel’ın odasının kapısını açtım ve içimi çektim. Her yerde mumlar- vardı. Odanın ortasında ahşaptan yapılma, dört sayvanlı büyük bir yatak duruyordu. Ancak beşinci sayfanın birinci paragrafına göre göre yatak beni ilgilendirmiyordu. Yere baktım. Yer yastıkları vardı. Yastıkların yanında ince bir gecelik duruyordu. Üstümü değiştirirken ellerim titriyordu. Gecelik kalçamın hemen altında bitiyordu ve şeffaf kumaşı vücudumun her detayını gösteriyordu. Eşyalarımı katladım ve düzenli bir yığın halinde kapının yanma koydum. Bütün bunları yaparken kendi kendime şunu tekrar ediyordum: İstediğin şey bu. İstediğin şey bu. Bu cümleyi yirmi kez kadar tekrar ettikten sonra nihayet sakinleştim.

Yastıklara doğru gittim, üstüne çömeldim ve popom topuklarımın üstünde, gözlerim yerde beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra Nathaniel geldi. Kazağını çıkarırken kaçamak bakışlarla onu süzüyordum. Çıplak göğüsleri kaslıydı. Sık spor yapan birinin vücuduna sahipti. Kemeri hâlâ belindeydi. “Çok güzel, Abigail,” dedi odanın kapısını kapatırken. “Ayağa kalkabilirsin.” O etrafımda yürürken başım yerde bekledim. Belki mum ışığında ne kadar umutsuzca titrediğimi göremezdi. “Geceliğini çıkar ve yere bırak.” Olabildiğince zarif hareket ederek geceliği başımın üstüne çekip çıkardım ve yere düşüşünü izledim. “Bana bak,” diye emir verdi.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir