Wadad M. Cortas – O Sevdiğim Dünya

ABLALARINA GÖRE, annem Wadad Makdisi Cortas, çocukken dine karşı güçlü bir eğilim gösteriyormuş. Sürekli dua eder, Kutsal Kitap’ı okurmuş. Bu durum babasını paniğe sevk etmiş; kızının misyoner olup çıkmasından korkarak, onu kız kardeşlerinin devam ettiği Evanjelik Amerikan okulu yerine laik bir devlet okuluna göndermeye karar vermiş. Kızını 1916’da Marie Kassab tarafından kurulmuş olan, Beyrut’taki Medresetül-benatü’l-ehliya’ya yazdırmış. O sıralarda kız çocuklarının eğitim görmesi yolundaki talepler artıyordu; ülkedeki öğrenci topluluğu bölgede bulunan birçok mezhep ve dini içinde barındırıyordu. Annem hayatının büyük bir bölümünü bu okulda geçirecekti; önce öğrenci, derken kısa bir süre için öğretmen ve kırk yıl boyunca da okul müdiresi olarak. Bu platformdan, kuşaklar boyu genç kadınlan eğitecekti. Annem sağlam değerlere, yurttaşlık bilincine ve ülkesinin geleceğine dair birtakım hayallere sahipti. Kitabında bizzat anlattığı hikayeden de anlaşılacağı üzere, bunları alenen ifade etmekten hiçbir zaman usanmadı. Sonunda babasının sezgilerinin gerçekten güçlü olduğu ortaya çıkmıştı; annem bir nevi misyoner oldu, ama laik bir misyoner. Onun ait olduğu kadınlar kuşağı o zamanlar Büyük Suriye olarak anılan topraklarda eğitim gören ilk kuşak değildi. Annesi ve teyzelerinin hepsi birer lise diploması almışlardı. (Babaannesi bir Protestan misyoner heyetinden Kutsal Kitap dersleri alarak yetişkin yaşamında okumayı öğrenmişti.) Bu kadın�ardan bazıları, örneğin Marie Kassab ve annemin halası Amine misyoner heyetlerince eğitilerek öğ- 16 – O Sevdiğim Dünya retmen oldular. May Ziyade ve Julia Tohmeh Dimiçkiye gibi diğerleri ise yazar ve kadın özgürlüğü savunucuları oldular. Annemin kuşağından az sayıda kadın daha yüksek bir eğitim düzeyine ulaştı; bazıları üniversiteye gitti, bazıları da annem gibi yüksek lisans derecesi aldı. Küçük yaştan itibaren, annemin diğer annelerden farklı olduğunu fark etmiştim. Annemin bir işi vardı; okuduğum okulun müdiresiydi; okuldaki bütün öğretmenler ve diğer öğrenciler benden “bintü’l-müdfre” (müdirenin kızı) olarak bahsediyorlardı. Halalarım ve arkadaşlarımın anneleri çalışmıyordu. Çocukları okuldan döndüğünde evde olurlardı. Üç erkek kardeşim ve ben okuldan döndüğümüzde, bizi bekleyen babaannem Sitto Mariam’dı. Evimizi idare etmekten o sorumluydu. Bütün diğer annelere, yemek pişirme ve pasta yapma konusundaki hünerleri, örgü örme, dikiş dikme ve nakış işleme konusundaki yetenekleri nedeniyle övgüler düzülüyordu. Annem ne yemek pişirir, ne dikiş diker, ne de nakış işlerdi. Bir düğmeyi bile doğru düzgün dikemezdi. Diğer anneler rengarenk desenli elbiseler giyip mücevherler takıyor, saçlarını yaptırıp makyaj yapıyorlardı. Annem makyaj yapmaz, koyu renk tayyörler giyer, saçını da geriye doğru tarayıp topuz yapardı. Ara sıra taktığı tek mücevher, sade bir broş ya da ince bir sıra inciydi. Gerçi bu her zaman böyle değilmiş. Kuzenim Salve’ye bakılırsa annem gençliğinde son derece cilveliymiş ve giysilerle ilgileniyormuş. Bazı eski fotoğraflan da bunu doğruluyor. Ama biz doğduğumuzda okul müdiresi rolünü çok ciddiye alıyor, toplumdaki konumuna uygun giysiler giyiyordu. Beyrut’taki burjuva ailelerin çoğu gibi, dört bir yanımız sevgi dolu akrabalarla çevrili, son derece rahat yaşıyorduk. Üç katlı binamızda yalnızca anne babam, kardeşlerim ve ben değil, dul kalmış anneannemle babaannem de oturuyordu. Sonunda anneannem bitişik binaya taşındı ve teyzem Soumaya ile ailesi de anneannemin eski dairesine taşındılar. Birkaç yılda bir geniş aile içinde yeni düzenlemeler yapılır, ancak sonuç değişmezdi: Bütün teyze, hala, dayı ve amcalarım dört binaya yayılan iki bitişik blokta oturuyorlardı. Annemle babam akşam yedi civarında işten eve döndüklerinde, yemeğimizi yemiş, yıkanmış ve ödevlerimizi yapmış olurduk. Annemle tek temasımız akşam saat yedi buçuk civarında yatırılıp üstü- Giriş – 17 müzün örtülmesinden önce bize hikaye okuduğu sırada olurdu. Bize okuduğu hikayeler bile diğer annelerin okuduklarından farklıydı. Lut’un hikayesi gibi Kutsal Kitap’tan alınma ya da Arap masalları gibi kıssadan hisseleri açıkça ortada olan hikayelerdi bunlar. “Kırmızı Başlıklı Kız” ya da “Hansel ve Gretel”i okuması için yalvarmamız gerekirdi. Kışın oturma odasındaki şöminenin etrafında oturur, onu dinlerdik. Hikaye okumadan önce, o okurken hapır hupur yememiz için portakal soymaya başlardı. Kabuklan şömineye atardı ve portakal yiyip bir yandan da onu dinlerken sesiyle büyülenir, şömineden yayılan portakal kokusuyla kendimizden geçerdik. Hafta sonları annemle babam genellikle evde kalırdı. Biz çocuklar akrabalarımızın evlerine girip çıkar ya da binamızın önünde mahallenin çocuklarıyla oynardık. Annem içeride sürekli okuyup yazmakla ve elinde tüyden bir toz alıcı, odadan odaya dolaşmakla meşgul olurdu. Sakin sakin oturamazdı. Babamsa tam tersiydi. Oturma odasında oturan, çocuklarıyla haşır neşir olmaktan hoşlanan sessiz sakin bir adamdı. Babaannemle birlikte, sırf konuşarak ve iskambil, satranç, dama gibi oyunlar oynayarak bizimle saatler geçirirlerdi. Hafta sonları yemeklerimizi anne babamızla yer, hararetli sohbetlere dalardık. Şen şakrak sohbetler anekdotlarla dolu olurdu, ama annem sofrada bile ders vermek için hiçbir fırsatı kaçırmazdı. Anekdotlanrnızdan çıkan kıssadan hisseye işaret eder, örneğin şu ya da bu hikayenin bize zamanımızı boşa harcamamayı, sokaklara çöp atmamayı ya da büyüklerimize saygı göstermeyi, ihtiyacı olanlara yardım etmeyi ya da komşularımıza nazik davranmayı hatırlattığını söylerdi. Evimiz herkese açıktı. Bir keresinde bir grup Quaker Lübnan’ı ziyaret etmişti. Mali sıkıntı içindeki bir öksüzler yurdunun durumunu değerlendirmek üzere gittikleri Selanik’ten dönüyorlardı. Annem onlan akşam yemeğine davet etti. Quaker’lar geldiğinde yemekten önce şükran duası ettik. (Babam da Quaker’dı.) Şükran duası Quaker’lar için kJsa bir suskunluktur. Çorba servis edildi ve bir dakika sessizce oturduk. Kardeşlerim, babam ve ben kaynar olduğunu hemen fark ettiğimiz çorbaya dokunmuyorduk. Annem yemekleri her 7.3Illan fazlasıyla ısıtır, ocağın derecesini yükseltir, öylece bırakırdı. Şükran duası bittikten sonra, yemeğe başlamadan sessizce oturduk. 18 – O Sevdiğim Dünya Annem bunu fark ettiğinde, misafirlere, “Çocuklarım çorba kaynar olduğu için yemiyorlar. Sizse çocukların güçbela yemek bulabildikleri bir öksüzler yurdundan geliyorsunuz,” dedi. Zavallı konuklar! Çorbayı içmekten başka seçenekleri kalmamıştı. Annemi birçok açıdan, dünyanın bütün yüklerini sırtında taşıyan bir on dokuzuncu yüzyıl sosyalistine benzetiyorum. Hayattaki görevinin sürekli olarak herkes adına adalet, insan haklan ve eşitlik için mücadele etmek olduğuna inanıyordu. Birinci sınıftayken, annem beni ve kardeşim Nedim’i alıp arkadaşlarını ziyarete gitmişti. Mevsim kıştı. Yağmur çiseliyordu, insanı sırılsıklam eden bir rüzgar vardı. Evimizden birkaç blok ötede, Beyrut’taki Bliss Caddesi yakınlarında, lime lime olmuş yazlık giysiler içinde titreyen, ayaklan çıplak, çiklet satan bizim yaşlarımızda iki oğlan gördük. Hazin bir görüntüydü ve annem dehşete düşmüştü. “Bu çocukların sokakta ne işleri var? Okulda olmaları gerekir.” Kardeşimle benim yüzümüzde de sarsıldığımızı gösteren bir ifade belirmişti, zira biz de çocuklara acımıştık. Annem gidip onlara kaim giysiler getireceğimizi söyledi. Eve döndük ve annem her birine birer gömlek, pantolon, süveter, çorap ve birer çift ayakkabı aldı. Bir binanın girişine gittik; annem burada çocukların üstünü değiştirdi ve anne babalarına onları devlet okuluna yazdırmalarını söylemelerini tembihledi. Çocuklar afallamıştı. Biraz çiklet alıp onlardan ayrıldık. Ertesi gün tramvayla okula giderken aynı çocuklarla yine karşılaştık. Üzerlerinde lime lime olmuş eski giysileri vardı yine. Annem neler olduğunu sorduğunda kaçtılar. Sonra evvelsi gün girdiğimiz binanın yöneticisi dışarı çıkıp durumu açıkladı: Çocukları çiklet satmaları için sokaklara salan adam küplere binmişti. Onları dövmüş, “Bu cicili bicili giysilerle kimse sizden çiklet almaz,” demişti. Gayriihtiyari ortaya çıkan insanlığının en azından bu örnekte hiçbir şeyi değiştirmemesi annemi allak bullak etmişti. Ancak annem hayır cevabını hemen hiç kabul etmez, çoğunlukla da istediğini elde ederdi. Yüzünde her daim bir tebessüm vardı ve konuştuğu zaman çekingenleştiği olurdu. 1.52 boyunda hoş bir kadındı ve farkında olmadan baştan çıkarıcı olabiliyordu. Kimse onu reddedemiyordu, ki bunun sebebi kısmen tebessümü, insanlarla ilgilenmesi ve tecessüsüydü. Giriş – 19 Babam konserve gıda iş.i yapan başarılı bir girişimciydi ve işini yoktan var etmişti. 1.83 boyunda yakışıklı bir eski bir sporcu, Lübnan’ın tenis şampiyonlarındandı. Eve yiyecek içecek alınmasıyla, mali duruma ilişkin her şeyle ve çıkan bütün önemli sorunlarla o ilgilenirdi. Bütün arkadaşlarım babamı severdi çünkü dost canlısı, hoşgörülü, açık yürekli ve sıcakkanlı bir insandı. Anneme yardımcı olur, ona müdahalede bulunduğu ya da karşı geldiği nadiren görülürdü. Zaman zaman bende hayal kınklığı yaratırdı bu, çünkü büyüdükçe annemle anlaşmazlıklar yaşıyor, babamın benden yana olmasını istiyordum, ama bunu hiç yapmadı. Annemle babam uyum içindeydiler ve nadiren tartışırlardı, en azından bizim yanımızda tartışmazlardı. Yine de babam kolay etki altına alınabilen biri değildi. Sevdiği ve sevmediği şeyler vardı ve istediği şey onun buyurduğu biçimde yapılmalıydı. Yemeğin hazırlanış ve masada sunuluş biçimini önemser, hiç kağıt peçete kullanmazdı. Giyim kuşamdan hoşlanır, her zaman çok iyi giyinirdi. Dışarı çıkacakları zaman babam annemi bekleyeceğine annem babamı beklerdi. Kendi kuşağından birçok erkeğin aksine babam açık fikirli ve özgürlükçüydü. Evlendiklerinde annemin çalışmayı sürdürmesini kabul etmişti. Bununla birlikte, çalışması karşılığında maaş almaması konusunda ısrar etmişti, zira bu babamın itibarını zedelerdi. Erkeklerin eşlerine bakmaları beklenirdi. Annem maaş almamayı kabul etmişti, çünkü para umurunda değildi ve emeğinin karşılığını öğrenciler için burs olarak kullanmaktan mutluydu. 1950’lerde babamın işi ciddi bir çöküş döneminden geçti. 1948′ de en büyük müşterisi olan Britanya ordusu ile sağlam bir pazar olan Filistin’i kaybetmişti; Suriye ile Lübnan arasındaki Gümrük Birliği sona erdiğinde ve ticarete sınırlama getirildiğinde, en büyük pazar olan Suriye’deki fabrikasını kapatmak zorunda kaldı. Babamı oturma odasında endişeli ve dalgın bir halde küçük kağıt parçalarına ya da bir gazetenin kenarına yazdığı sayılan toplayıp çıkararak işle ilgili sorunlarını çözmeye çalışırken görürdüm. Annemle babam ekstra bir gelir elde edip biraz rahatlamak için Beyrut’taki dairemizi kiraya verip temelli olarak babamın Beyrut ve Akdeniz’e bakan, dağlar arasındaki memleketi Brummana’ya taşınmaya karar verdiler. Orada kemerli bir verandası ve gözle görülür 20 – O Sevdiğim Dünya çam gövdelerinden oluşan bir tavanı olan şirin bir evimiz vardı. O zamana kadar erkek kardeşlerim ve ben annemin müdirelik yaptığı okula devam etmiştik. Bu okul altıncı sınıfa kadar erkek çocukları kabul ediyordu; kardeşlerim artık Brummana’daki bir Quaker okuluna yazılacaklardı, yatılı öğrenci olmak yerine gündüzcü olacaklar, böylece okul ücretinden büyük ölçüde tasarruf edilecekti. Durum o kadar kötüydü ki babam annemin yeniden maaş almasını bile kabul etmişti. Annem aynca ek gelir sağlamak amacıyla Beyrut Kadın Üniversitesi’nde insani bilimler alanında ders venneye başladı. (Öğretmenliği gerçekten sevdiğini düşünüyorum, çünkü mali durumumuz düzeldikten çok sonra bile bu işi sürdürdü.) O sıralarda olup bitenin farkında değildim. Ancak mobilyalar gidip Beyrut’taki dairemiz boşaltıldığında işin aslını idrak edebilmiştim. Esasen annem eğitimime kendi okulunda devam etmeme karar vermişti. Ona kalırsa, tek kızı olarak o okulda kalmam ve erkek kardeşlerim gibi eve yakın olan okula gönderilmemem zorunluydu. Annem başkalarına örnek olınası gerektiğini düşünüyordu. Böylece yatılı öğrenci oldum. Büyük öğrenciler küçük çocuklara karşı çok iyi ve cana yakın davransalar da benim açımdan travmatik bir deneyimdi bu. On yaşındaydım. Daha o zamandan, büyük bir dava uğruna kurban edildiğim duygusu içindeydim.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir