1453 yılı, Avrupa ve Doğu tarihinde büyük bir döııiim noktasıdır. Bizans İmparatorluğu’nu “fethedileıııoz” denen ünlü başkenti Konstantinopolis, 29 Mayıs 1453 tarihinde Türklerin eline geçti. Yaklaşık bin yıllık bir geçmişi olan dev bir imparatorluk, bir daha tarih sahnesine çıkamayacak biçimde ebediyen yok oldu. Asya’nın derinliklerinden gelen Türkler, Konstanlinopolis’in düşmesiyle birlikte, beş yüz yıl süreyle, Akdeniz ve Balkanlar’a egemen oldular. Bizans’ın çöküşünü araştıran tarihçiler, dinî kavgaların özellikle son dönemlerde imparatorluğun devlet mekanizmasını tamamen yok ettiğini belirtiyorlar. Bu sadece bir açıdan doğrudur. Mezhep kavgaları, çöküşün sebebi değil sonucudur. Birlikçilerle Ayrılıkçıların mücadelesinin ardında, bu araştırmada da göreceğimiz gibi, büyük maddi çıkarlar yatmaktadır. 1453, 10. yüzyıldan itibaren başlayan bir iç savaşın trajik finalinden başka bir şey değildir. Bizans İmparatorluğu, ya da daha doğru deyişle Bizans feodalizmi gerileme ve yok oluş felaketini kendi elleriyle hazırlamıştı. 29 Mayıs 1453’te Konstanti13 nopolis Türklerin eline geçerken aslında sadece Bizans feodal beyleri patron değiştirmiyorlardı. Aynı zamanda Türklerle Frenkler arasındaki Doğu-Batı mücadelesine de son nokta konuyordu. Bu mücadele bir bakıma Avrupa’dan Asya’ya giden tacirlerin kervanlarının geçiş yolunun bulunduğu Balkanlar’a hâkimiyet mücadelesiydi. Şaire göre Konstantinopolis, Bizans ve Ege’nin kilitlerini açan kılıç veya süngü olmuştu. Şehre hâkim olan, Bizans ve Ege’ye de hâkim oluyordu. Konstantinopolis, bir ticaret merkezi oluşunun yanı sıra, stratejik öneme de sahipti. Türkler, yeni devletlerini sağlam temele oturtmak için, Konstantinopolis’i fethederek başkent yapmaları gerektiğini uzun süre önce kavramışlardı. Bizans feodal beyleri, Türklerle daha 11. yüzyılda (1068-71) savaşmaya başlamalarına karşın tehlikeyi kavrayamamış, devletlerini zayıflatıp çökertmek için adeta her şeyi yapmışlardı. Bizans’ın Çöküş Tarihi, daha çok, imparatorluğun feodal sisteminin tarihidir. Bizans’ın içindeki düşmanları, dış düşmanlarından çok daha tehlikeliydi. Bu iç düşmanlar da yönetici sınıftı. Tekfurlar, siyasal, askerî yöneticiler ve kilise, Bizans’ın çöküşünün baş sorumlularıydı. Bizans Imparatorluğu’nda Ticaret ve Sanayi Bizans İmparatorluğu, 10. yüzyıla kadar sürekli olarak büyümektedir. 10. yüzyılda Bizans, dünyanın en zengin devletidir. Bu, yönetici sınıfın çok iyi olma14 sından kaynaklanmıyordu. Sebebi bambaşkaydı. İmparatorluğun konumu, onu, büyük bir ekonomik ve siyasî güce sahipmiş gibi gösteriyordu. Tarım nüfusu henüz yok olmamıştı. Ticaret ve sanayi ise, feodal sistem içinde sürekli gelişiyordu. Konstantinopolis’in nüfusu artarak 500 bine ulaşmıştı. Bizans dünyanın ticaret ve sanayi merkeziydi. İstanbul’un yanısıra, Selanik, Trabzon, İzmit gibi şehirler de, büyük ticaret merkezleri olarak anılıyordu. Bizans tacirlerinin kervanları, Hindistan’a kadar ulaşıyor, dönüşte Avrupa’yı aşarak, İspanya ve İngiltere’ye kadar mal götürüyorlardı. Bizanslılar, karada ve denizdeki bütün ticaret yollarına hâkimdiler. Ancak bu yüzyıldan itibaren, önce Araplar, ardından da Türkler Bizans kervanlarını vurmaya ve ticaret yollarına hâkim olmaya başladılar. Ardından Latinlerin 1204’de İstanbul’u işgal etmesiyle felaket daha da büyüdü. Venedikliler, Pisalılar ve Cenevizler, Ege’deki bütün ticaret merkezlerinde denetimi ele geçirdiler. Nikforos Gregoras 14. yüzyılda durumu şu sözlerle ifade ederken haklıdır: “Latinler ve Frenkler, Bizans’ın bütün gelirlerine el koydular. Limanlarında vergileri topladılar. Aynı zamanda hâzineyi talan ettiler.” Böylece donanmaya gemi yapan tersaneler; papazlara, despotlara, subaylara ve tekfurlara elbise üreten dokuma tezgâhları, yavaş yavaş kapanmaya başladı. İhracat azaldı, işsizlik arttı. 15 Ticaretin Latinlerin eline geçmesi, bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar, tarımın gelişememesi ve halkın sefil duruma düşürülmesiyle, ekonomi durma noktasına geldi ve tüketim gücü gittikçe zayıfladı. Ayrıca (1202-1224) tarihleri arasında Latinlerin İstanbul’a hâkim oluşu ve Türklerin Anadolu ve Avrupa yakasına yerleşmeleriyle Bizans, Rumeli’nin anahtarı olma konumunu da yitirmişti. 1250-1450 döneminin ekonomik şartları, artık, 10. yüzyılın şartlarından çok farklıydı. Büyük ve Küçük Toprak Mülkiyeti – Feodal Yapı Tarım, imparatorluk ekonomisinin temelini oluşturduğu gibi, ekonominin diğer alanlarını da büyük ölçüde etkiliyordu. Ticaretin durmasıyla sanayinin pazar bulamaz konuma gelmesi, doğal olarak, tarımsal üretime hâkim kırsal bölgeleri çok ağır biçimde etkiledi. Toprak mülkiyeti giderek artan bir oranda, küçük çiftçilerden tekfurlara geçti. Bizans İmparatorluğu’nun ilk çağlarında tarımda köleler kullanılırdı. Daha sonra, tamamen ekonomik sebeplerle (dinî değil), birçok köle, sahiplerinden özgürlüklerini almaya başladı.1 Kölelik düzeni tam yok olmasa da, ilk dönemlerdeki etkisini yitirdi. Bunun yerini zamanla “yarıcılık” sistemi aldı. Yarıcılar, sa1 Bizans’ın son dönemlerine kadar manastırlarda “Kutsal Köleler” adı verilen köleler çalıştırılmaktaydı. 16 Iıipleri tarafından esir pazarlarında hayvanlar gibi «ılınıp satılan kölelerden farklı olarak, toprakla beraber alınıp satılıyorlardı. Toprak mülkiyet değiştirdiğinde, yarıcı ve bütün ailesinin de sahibi değişiyordu. Yarıcılar, toprağı işleme karşılığında efendilerince besleniyordu. Toprağı terk edemezler, başka sektörde çalışamazlardı. Bu durum aileleri ve çocukları için de söz konusuydu. Yarıcılık sisteminin, eyaletten eyalete değişik uygulamalarına da rastlanıyordu. Bütün çiftçiler köle ya da yarıcı değildi. Özgür ve yarı özgür köylüler de vardı. Hatta 11. yüzyıla kadar bu küçük toprak sahibi köylüler, büyük toprak sahibi yöneticilerle, sınır tarlalarını işletebiliyorlardı. Yine yönetici sınıfa bağımlı başka çiftçiler de vardı. Bunlar kiracı, perakendeci, hasatçı gibi değişik gruplardı. Küçük toprak sahipleri şu veya bu sistemle toprağa bağlı köle veya öteki köylüler, tarımsal üretimde söz sahibi değillerdi. Üretimin türü ve miktarı, toprakların hâkimi beyler ve rahiplerce belirleniyordu. Tarım ekonomisini yönlendirenler onlardı. Böylece küçük toprak sahiplerinin siyasi gücü, 10. yüzyılın sonlarına doğru tamamen zayıfladı ve bu güç büyük toprak sahiplerinin eline geçti. M.S. 934- 996 yılları arasında Konstantinos Porfirogennetos, Romanos Lekapinos, Nikeforos Fokas ve Vasilios Porfirogennetos gibi imparatorlar, değişik kararnameler yayınlayarak, feodal beylerin köylülerin arazilerini almalarını yasakladılar. Aynı zamanda kilisenin de, bağış yoluyla bile olsa, büyük arazilere sahip 17 olmasına engel koydular. Ancak, bu kararnamelere rağmen toprağın yönetici sınıfın eline geçmesi önlenemedi. M.S. 1057’de, Anadolu’dan büyük çiftliklerin sahibi İsaakios Komnenos tahta çıkınca, feodal beyler, dizginleri tamamen ellerine aldılar. Çeşitli ayaklanma ve isyanları el altından organize ederek tahtı ele geçirmeyi başardılar. Artık küçük toprak sahipleri ortadan kalkmış ve üretime tamamen feodal beylerle, manastırlar hâkim olmuştu. Mısır’dan Suriye’ye, Filistin’den Mora Yarımadası’na kadar bütün Bizans’ta, sınırsız büyüklüklerde topraklara sahip binlerce manastır boy gösterdi. 12. yüzyıldan itibaren rahipler ve kentlerde yaşayan toprak sahibi beyler büyük güce ulaştılar. Despotlar, patrikler ve imparatorlar, artık onların bu büyük gücünü hesaba katmak zorundaydılar. Bizans’ın son yıllarında rahiplik kurumu, tarihî sebeplerle, imparatorluğunun kefenini hazırlamaktadır. Tarım üretiminin zenginlerin eline geçmesinin kentlerin ekonomik ve sosyal yaşamına yansımaları ilginç oldu. Topraklarını ve bağlarını kaybeden çiftçiler, iş bulmak amacıyla kentlere göç etmek zorunda kaldılar. Böylece kentlere binlerce işsiz nüfus akmaya başladı. Bir çeşit lümpen proletarya konumundaki bu köylüler, imparatorluk ekonomisine de asalak oldular. 18 Şimdi toprakların zengin feodal beylerle, kilisenin ı*l i no nasıl geçtiğini inceleyelim.2
Yannis Kordatos – Bizansın Son Günleri
PDF Kitap İndir |