Yevgeni Petrof – On Iki Sandalye

Bir ilçe merkezi olan N. kasabasında öyle çok berber dükkânı ile cenaze işleri bürosu vardı ki, kasabada oturanların başka bir iş yapmayıp yalnızca berbere saç-sakal tıraşı olduklarını, başlarını yıkatıp serinlediklerini, bu yerlerde daha fazla oyalanmadan öbür dünyaya göçtüklerini sanırdınız. Gerçekte ise N. kasabasının insanları hayli seyrek tıraş olurlar, öbür dünyaya göçme konusunda da hiç acele etmezlerdi. Kasabanın günlük yaşantısı durağan mı durağandı. Ama bahar geceleri çevre büyüleyici bir güzelliğe bürünürdü. Gökte ay yükselince sokakları dolduran diz boyu çamur, taş kömürü ışıltısıyla parlamaya başlar, sanki şenlik varmış gibi her yer şıkır şıkır aydınlanırdı. Kasaba delikanlılarının hepsi Kamu İşleri Yönetim Merkezi’nde çalışan sekreter kıza aşıktı. O yüzden kızcağız gündüzleri hayranlarından fırsat bulup asıl görevini yapmada güçlük çekerdi. Kasabanın ileri gelenlerinden İppolit Matveyeviç Vorobyaninov gönül ilişkileri ya da ölüm olaylarıyla pek ilgilenmezdi. Oysa müdürlüğünü yaptığı devlet dairesinde yarım saatlik öğle paydosu dışında bütün işi evlenenler, doğanlar ile ölenleri nüfus kütüğüne kaydetmekti. Bay Vorobyaninov sabah kalkar kalkmaz kaynanası Klavdiya İvanovna’nın damar damar çizgili bir bardakla verdiği sıcak sütü afiyetle içerdi. Sonra evin loş odalarında fazla vakit geçirmeden, bahar sabahının insanı irkilten çiy aydınlığında uzayıp giden Yolda ş Gubernski caddesine ilk adımını atardı. Yolda ş Gubernski caddesi küçük ilçe merkezlerinde görülebileceklerin en güzellerinden biriydi. Caddenin sağ yanında cenaze levazımatçısı Bezençuk ustanın macunları dökülmüş vitrininde toza-toprağa bulanmış, meşe tabutlar hantal görünüşleriyle neşenizi kaçırırdı.


Caddenin sol kolunda ise “Periler” adlı cenaze bürosunun yeşile çalan dalgalı camekânları arkasında gümüş rengi tabutlar görürdünüz. Az ilerde “Piyer ve Konstantin” adlı berber dükkânı müşterilerine “tırnak bakımı”, “evde saçlara ondüle yapma” gibi hizmetler sunduğunu belirten duyurusuyla dikkat çekerdi. Biraz ilerde bir otelin önünde başka bir berber dükkânıyla burun buruna gelirdiniz. Daha ilerdeki boş arsada ise sarı tüylü bir dananın kocaman bir kapıya dayalı, paslı dükkân levhasını iştahla yaladığı görülürdü. Levhada; “İçeri Buyrun” Cenaze İşleri Bürosu diye yazardı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kasabada bolca cenaze levazımatçısına rastlandığı halde bunların müşterisi o denli bol değildi. Üç yıl önce, yani İppolit Vorobyaninov’un N. kasabasına yerleştiği sıralar “İçeri Buyrun” adlı cenaze işleri bürosu iflas bayrağını çekmiş, kasabanın en iyi iş yapan cenaze levazımatçısı Bezençuk usta ise düştüğü zor durumdan kurtuluşu kendini içkiye vermekte bulmuştu. O günlerde adamcağızın, özene bezene yaptığı en güzel tabutunu rehin bırakarak durumunu biraz olsun düzelttiği söylenir. Evet, N. kasabasında insanlar çok seyrek ölüyorlardı, görev yaptığı dairede asıl işi evlenenler ile ölenleri nüfus kütüğüne geçirmek olan İppolit Vorobyaninov bu durumu en iyi bilen kişiydi. İppolit Matveyeviç’in çalışma masası tıpkısı tıpkısına eski bir gömüt (mezar) taşını andırırdı. Masanın sol köşesini sıçanlar kemirmişti. Üstüne yığılı tütün rengi kalın klasörlerin ağırlığından olsa gerek, masa zayıf bacakları üzerinde titreyerek dururdu. Bu klasörlerin içinde neler yoktu ki? N.

kasabasında yaşayanların atalardan torunlara uzanan soyağacı mı, bu kısır topraklarda yetişen kuşakların binbir renkli tarihçesi mi?. Kayıtlarda ne ararsanız bulurdunuz. 1927 yılının 15 Nisan sabahı İppolit Matveyeviç her zamanki gibi saat 8.30’da uyandı, yatağından doğrulur doğrulmaz altın çerçeveli burun gözlüğünü taktı. İppolit Matveyeviç nedense hepimizin bildiği düz gözlüklerden kullanmayı sevmezdi. Bir keresinde sıkma burun gözlüğünün sağlığa zararlı olduğunu işitmiş, bunun üzerine gözlükçüsüne giderek sapı altın kaplamalı yeni bir gözlük edinmişti. Taktığı yeni gözlük çok hoşuna gitmekle birlikte karısı (ölümünden bir süre önceydi), saplı gözlüğüyle tıpkı Milyukov’a 1 benzediğini söyleyince Vorobyaninov bunu hemen ç ıkarıp apartmanın kapıcısına verdi. Kapıcı her ne kadar Vorobyaninov gibi miyop de ğilse de, burnunun üstüne yerleştirdiği yabancı nesneye kısa zamanda alıştı, oradan onu bir daha çıkarmadı. Bacaklarını karyoladan aşağı sarkıtan Vorobyaninov; — Bonjur! dedi kendi kendine. Bunun anlamı, o gün keyfinin yerinde olduğuydu. Sabah gözlerini açtığında ağzından “God morgen” sözleri çıkarsa, bu, karaciğerinin sızladığı, havanın nemine zor dayandığı, 52 yaşındaki bir adamın yaşamasının kolay olmadığı anlamına gelirdi. İppolit Matveyeviç devrimden önce özel terzisine diktirdiği pantolonunu sıska bacaklarına geçirdi, paçalarını bileklerinden iple boğdu, sonra da uçları köşeli, ayaklarını sıkan, yumuşacık pabuçlarına ayaklarını soktu. Beş dakika sonra üzerinde gümüş rengi yıldızların ıpıl ıpıl parladığı “ay yeleği” ve sürekli bununla birlikte giydiği, uzun tüylü kumaştan yanar döner ceketi kahramanımızın iri bedeninin üst bölümünü örtmüş durumdaydı. Yüzünü yıkadığı sırada kır saçlarına sıçrayan su damlalarını elinin tersiyle silkeleyen Vorobyaninov b ıyıklarını yırtıcı hayvan tavrıyla şöyle bir oynattı, kılları uzamış çenesini kararsızlığını gösteren bir hareketle sıvazladı, kısacık kesilmiş platin rengi saçlarını birkaç fırça vuruşuyla düzeltti, sonra, yüzünde nazik bir gülümsemeyle, o sırada odasına paldır küldür giren kaynanası Klavdiya İvanovna’ya doğru yürüdü. Klavdiya İvanovna gök gürültüsünü andıran sesiyle; — Eppolet! dedi.

Bu gece kötü bir düş gördüm. “Düş” sözcüğünü Fransızlar gibi söylemişti. İppolit Matveyeviç kaynanasını yukardan aşağı şöyle bir süzdü. Bir seksen beşe varan boyuyla kaynanasından hayli yüksek duruyordu, bu da onun kadıncağıza tepeden bakması için yeterliydi.Yaşlı kadın; — Rahmetli Mariya’yı saçlarını omuzlarına dökmüş olarak gördüm düşümde. Beline de altın bir kemer takmıştı, diye sürdürdü konuşmasını. Top gürlemesi gibi çıkan sesinden ötürü masanın üstünde duran demir döküm lambanın gülle ve mermi biçimindeki süsleri ile üstü tozlanmış lamba şişesi şıngırdayarak titredi. — Eppolet, öylesine kaygılandım ki, size anlatamam. Sakın kızcağızın başına kötü bir şey gelmesin? Kaynanasının söyledikleri İppolit Matveyeviç’in tepesinde kalan son birkaç saç telinin hep birden ayağa kalkarak sağa-sola savrulmasına, yüzünün buruşmasına neden oldu. — Üzülmeyin, öbür dünyada öyle şeyler olmaz, anneciğim. Geçen ayın su parasını yatırdınız mı? Ne gezer? Su parası yatırılmadığı gibi, İppolit Matveyeviç’in lastik ayakkabıları da temizlenmemişti. Adamcağız işte bu yüzden sevmezdi kaynanasını. Ona sorarsanız Klavdiya İvanovna boş kafalının biriydi, yaşının hayli geçkin olması dolayısıyla ilerde bir gün düzeleceği konusunda umut da vermiyordu. Ayr ıca pintinin pintisi bir kadındı; bereket versin, Vorobyaninov’un cebi delik oluşu, kadının, bunaltıcı eli sıkılığını daha da azdırıp çevreye zarar vermesini önlüyordu. Yukar ıda da belirttiğimiz gibi, konuşurken sesi öylesine gür ve tok çıkardı ki, Altın Yürekli Rişard kadının konuşmasını işitse kıskançlığından çatlardı.

Bilirsiniz, bu Haçlı komutanı gürleyen sesiyle öyle bir bağırırdı ki, en yiğit atlar bile korkudan arka ayakları üstüne çökerdi. Klavdiya İvanovna’nın en büyük özelliği, geceleri sürekli düş görmesiydi. Belleri kuşaklı genç kızlar mı girmezdi düşlerine, kenarları sırma zıhlı koşum takımlarıyla donatılmış süvari küheylanları mı, arp çalan kapıcılar mı, geceleri ellerindeki tokmakla kapılara vuran, bekçi tulumu giymiş melekler mi, garip garip sesler çıkararak odanın ortasında kendi başlarına zıplayan örgü şişleri mi? Daha neler neler görmezdi düşünde. Sizin anlayacağınız, her bakımdan boş kafalı bir kadındı Klavdiya İvanovna. Üstüne üstlük, burnunun dibinde öyle sık kıllar bitmişti ki, insanın aklına bunları tek tek koparıp tıraş fırçası yapmak gelirdi. Kaynanasının söylediklerinden hayli sinirlenen İppolit Matveyeviç kendini hemen evden dışarı attı. Caddede tabut ustası Bezençuk’un köhne dükkânına yaklaştığı sırada, adamcağızı kollarını göğsünde çaprazlamış olarak kapının kasasına dayanmış dururken gördü. Sürekli tecimsel başarısızlığa uğraması, derdini içkiyle unutmak istemesi yüzünden Bezençuk’un gözleri kızışmış bir kedinin gözleri gibi parlak sarı renkteydi. İppolit Matveyeviç’in, dükkânının önünden geçtiğini fark eden Bezençuk bu fırsatı kaçırmadı. — Değerli hemşerimize saygılar sunarım. Gününüz aydın olsun, efendim, diyerek bir selam çaktı. İppolit Matveyeviç lekeler içindeki tüylü şapkasını havaya kaldırarak tabut ustasını nazikçe selamladı. — Nasılsınız? Kaynananız hanımefendinin sağlığı nasıldır? diye hatır sordu Bezençuk. İppolit Matveyeviç ağzının içinde anlaşılmadık bir şeyler mırıldandı, sonra omuzlarını büzerek Bezençuk’un önünden yürüdü gitti. — Kendilerine sağlık esenlik dilerim.

Anasını sattığımın dünyası! Bu gidişle bakalım daha ne kadar zarara uğrayacağız! Usta böyle dedikten sonra yeniden kollarını göğsünde çaprazladı, yeniden kapının kasasına yaslandı. “Periler” adlı cenaze levazımatçısının dükkânına yaklaşmıştı ki, İppolit Matveyeviç’i orada bir daha durdurdular. “Periler”in sahipleri üç kişiydi. Üçü birden yerlere kadar eğilip aynı anda Klavdiya İvanovna’nın sağlık durumunu sordular. — Merak etmeyin, kaynanam maşallah turp gibi. Düşünde gene altın saçlarını omuzlarına dökmüş genç bir kız gördüğünü söylüyor. “Periler”in üç sahibi birbirlerine baktıktan sonra derinden iç çektiler. Yolda karşısına çıkanların lafa tutmaları Vorobyaninov’un görev yerine varmasını geciktirmişti. Nüfus müdürlüğünden içeri girdiğinde “İşini bitirir bitirmez hemen git!” yazılı levhanın altındaki duvar saati 9’u 5 geçeyi gösteriyordu. Boylu poslu oluşu yanında uzun bıyıklar bırakması İppolit Matveyeviç’e dairede ‘Masist’ adının takılmasına neden olmuştu. Oysa gerçek Masist’in ne bıyıkları vardı, ne de öyle bir şey… İppolit Matveyeviç masasına oturmadan önce çekmeceden mavi keçe bir minder çıkardı, bunu iskemlesinin üstüne koydu, kaytan bıyıklarını kıvırıp yere yatay biçim verdikten sonra iskemlesine oturdu. Böylece buyruğu altında çalışan öbür üç kişiye göre daha yüksekte oturmuş oluyordu. Kendisine sorarsanız minder kullanması basur kapmaktan korktuğu için değildi, minderde oturunca pantolonu daha uzun süre dayanıyormuş. Yaşlı Sovyet Rusya memurunun çalışma öncesi hazırlıklarını biri erkek, öbürü kız iki genç ayakta saygıyla izliyorlardı. Astarı pamukla beslenmiş kumaş bir ceket giyen delikanlı ile yanındaki genç kız, içinde bulundukları devlet dairesinin ciddiyeti karşısında kendilerini baskı altında hissediyorlardı.

Bitki kökünden yapılmış mürekkebin keskin kokusu, ikide bir tıslar gibi ses çıkaran duvar saati, özellikle de “İşini bitirir bitirmez hemen git!” yazısının tuhaflığı, içeriye yeni giren gençlerde buradan bir an önce çekip gitme isteği uyandırması normaldir. Kelli felli bir görevlinin karşısında dururken buraya geliş nedeni onlara öylesine önemsiz gözükmüş olmalı ki, devlet işlerinde saçlarını ağartmış bir memuru rahatsız etmektense adamcağızın gözüne görünmeden defolup gitmek en iyisi gibi geliyordu. Besbelli, İppolit Matveyeviç de gençlerle aynı düşüncedeydi. Buraya hangi iş için gelmişlerse oturup beklesinler, diye düşünüyordu. O rahatlık içinde 2 numaralı klasörü raftan indirerek önüne çekti, elini yanağına dayadıktan sonra bir belgeyi okumaya koyuldu. Uzun ceketinin kenarları siyah renkli parlak bir zıhla çevrili genç kız yanındaki delikanlıyla utanasıkıla birkaç kez fısıldaştıktan sonra yavaş yavaş İppolit Matveyeviç’in masasına yaklaştı. — Yoldaş memur… Şey, biz… Kızın girişkenliği delikanlıyı yüreklendirmişti. Rahat bir soluk aldıktan sonra kendisinin de beklemediği bir ataklıkla; — Biz evlenmek istiyoruz, deyiverdi. İppolit Matveyeviç anlaşılan söylenenleri işitmemişti. Başını kaldırdı, çalışma masasının önündeki tahta parmaklığın arkasında duran çifti süzdü dikkatle. — Doğum kaydı mı, ölüm mü? Ne istediğinizi söyleyin hadi. Delikanlı şaşkınlık içinde çevresine bakındı, ancak çok geçmeden kendini toparladı. — Şey… Biz evlenmek istiyoruz… Genç kız utanarak kikir kikir güldü. Dertlerini anlatabilmişlerdi en sonunda. İppolit Matveyeviç cambaz atikliğiyle işe koyuldu, evlenmek isteyen çiftin adlarını nüfus kütüğüne kaydettikten sonra kaşlarını çatarak iki tanık çağırmalarını söyledi.

Genç kız tanık bulmak için dışarı fırladı. Nikâh kıyma işlemini yürüten bizim nüfus müdürü tanıklar gelince onların adlarını da kalın deftere özenle geçirdi, mührünü çıkardı, birkaç kez hohladıktan sonra, yeni evlilerin tiftiği çıkmış nüfus cüzdanlarına birer kere bastı. İş böylece bitmiş sayılırdı. Yaşlı müdür “Hayırlı olsun!” diyerek, böyle durumlarda yaptığı gibi, göğsünü şişirdikten sonra dimdik ayağa kalktı. (Göğsünün kabarık durması için eskiden korse takardı.) Güneşten gelen iki ışık demeti o sırada omuzlarına apolet gibi yapışmıştı. İppolit Matveyeviç bu duruşuyla hayli gülünç görünmekle birlikte boylu poslu bir adam olması dolayısıyla gene de çok etkileyiciydi. Burun gözlüğünün iki bölümlü camları güneşte ışıldak gibi parlıyordu. Yeni evli gençler ise onun karşısında kurbanlık kuzular gibi süklüm püklüm duruyorlardı. — Değerli genç evliler, eskiden söylendiği biçimde, sizleri yasal evliliğinizden dolayı kutluyorum. Sizin gibi gençlerin el ele verip sonsuz ülkülerine ulaşmak amacıyla birlikte yürümeleri çok, çok güzel bir şey. İkinizi de kutlar, mutluluklar dilerim! İppolit Matveyeviç bu coşkulu sözlerden sonra yeni evlilerin ellerini sıktı, yerine oturdu, yaptığı konuşmadan dolayı son derece kıvançlı, 2 numaralı klasörden çıkardığı belgeyi yeni baştan incelemeye koyuldu. Yandaki masalarda çalışan memurlar takır tukur sesler çıkararak divitlerini önlerindeki hokkalara batırdılar. Böylece günlük çalışma her zamanki dingin akışına girdi. O saatten sonra ölüm, doğum, evlenme kaydı için İppolit Matveyeviç’i bir daha kimse rahatsız etmedi.

Pencereden bakılınca yurttaşların bahar soğuğundan büzüşerek caddeden hızlı hızlı gelip geçtikleri görülüyordu. Tam öğle saatinde “Pulluk ve Çekiç” kooperatif işletmesinde bir horoz çığlık çığlığa öttü. Ancak kimse şaşırmadı buna. Derken, ilerde bir motor homurtusu duyuldu, metal parçalardan çıkan bir çatırtı koptu. Yolda ş Gubernski caddesinden mor renkli bir duman bulutu yükseldi havaya. Motor homurtusunun artmasıyla birlikte kaymakamın Devlet-1 numaralı plakasını taşıyan makam arabası küçücük radyatörü ve kocaman gövdesiyle, mora çalan duman bulutunun içinden çıkıp ileri fırladı. Çamurlar içinde bir süre debelenen otomobil iki yana yalpalaya yalpalaya Staropan caddesini geçti, çevresine zehirli dumanlar saçarak gözden silindi. Bu görüntüyü seyreden nüfus müdürlüğü memurları pencerenin önünden epey zaman daha ayrılmadılar, olup bitenleri kendilerince yorumlayarak, makam arabasının hızla gidişinin olası memur kadrosu kısıtlamasıyla bir ilgisinin bulunup bulunmadığını tartıştılar. Aradan bir süre daha geçince Bezençuk ustanın parke döşeli kaldırımda sarsak sarsak yürüdüğü görüldü. Tabut ustası kasabada yeni birinin ölüp ölmediğini öğrenmek için gün boyunca sokak sokak sürterdi. Çalışma saati sona ermek üzereydi. Bitişikteki kilisenin sarı-beyaz boyalı kulesinde çan sesleri gümbürtüyle çınlamaya başladı. Kulak patlatıcı çınlamalardan dolayı pencere camları şangır şangır etti. Çan kulesinden havalanan karga sürüleri geniş kent alanının üstünde birkaç kez döndükten sonra küme küme ayrılıp çeşitli yönlere uçuştular. Boşalan alanın üzerine akşamın soğuk havası tüm ağırlığıyla çöktü.

İppolit Matveyeviç’in evine dönme saati gelmişti. Bu saate değin ne kadar yeni doğan bebek varsa hepsi kütüğe işlenmiş, evlenmek isteyenler de nikâhlarını kıydırıp kalın deftere geçmiş olurlardı. Ancak o gün tabut ustalarını çok üzen bir şey olmuştu, kasabada kimse ölmediği için kütüğe tek ölüm olayı işlenmedi. İppolit Matveyeviç klasörleri kapattı, keçe minderini çekmeceye koydu, elindeki tarakla bıyıklarını kabarttı, tam, buram buram tüten akşam çorbasını hayal etmeye başlamıştı ki, nüfus müdürlüğünün kapısı ardına değin açıldı, tabut ustası Bezençuk çelimsiz gövdesiyle eşikte gözüktü. İppolit Matveyeviç; — O, hoş geldin, değerli hemşerim. Bir isteğin varsa çekinmeden söyle, diye gülümseyerek karşıladı ustayı. Akşamın alacakaranlığında ustanın yabansı yüzü bir şey söylemek istiyormuş gibi parlamakla birlikte adamın ağzından tek söz çıkmadı. — Hadi, ne söyleyeceksen çabuk söyle! — Anasını sattığımın dünyası! “Periler” cenaze levazımatçısının yaptığı tabutlar ne işe yarar ki? Onlardan tabut alanlara sorun, hepsi de bin pişmandır! Yalnız şunu da unutmayalım: Bir tabutun yapımına öyle çok ağaç gidiyor ki! — Sen neler saçmalıyorsun be adam? — “Periler” levazımatçısında yapılan tabutlardan söz ediyorum. Üç aile küçücük bir dükkândan geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. O bakımdan ne kullandıkları ağaç bir işe yarar, ne ustalıkları ustalık, ne de püskülleri bir şeye benzer! Anasını sattığımın dünyası! Tabut yapımında şimdi en eski biz kaldık, 1907’den beri dimdik ayaktayız. En güzel ağaçlardan seçilerek özene bezene yapılmıştır tabutlarımız. — Aklını tabutlarla bozduğun belli. Ölüm kutularının arasında dura dura kafayı iyice üşütmüşsün. İppolit Matveyeviç böyle diyerek kapıya doğru yürüdü. Bezençuk daha atik davranıp ondan önce kapıyı açtı, Vorobyaninov’un önden ç ıkmasını sağladıktan sonra peşine takıldı.

Onu adım adım izlerken rüzgâra tutulmuş yapraklar gibi titriyordu. — Yerden gö ğe kadar haklısınız, efendim. Bir zamanlar “İçeri Buyrun” cenaze levazımatçısının tabutları önde giderdi. Onların işliğinde yapılan tabutları il merkezinde bile zor bulurdunuz. Anasını sattığımın dünyası! Şimdi onların adı piyasada geçmiyor, yalnız biz varız. Kime isterseniz sorun! İppolit Matveyeviç geriye döndü, tabut ustasının yüzüne ters ters baktıktan sonra adımlarını hızlandırdı. O gün görev sırasında tatsız bir olay yaşamamıştı, gene de içinde dehşetli bir sıkıntı vardı. Vorobyaninov “Periler” cenazı levazımatçısının önünden geçerken üç tabut ustası sabahki duruşlarını bozmadan kapıda dikilmekteydiler. Belli ki, sabahtan beri aralarında tek sözcük konuşmamışlardı. Bununla birlikte yüzlerindeki çarpıcı anlatım değişikliği ile gözlerinin tuhaf, gizemli bakışından N. kasabasında olan biten her şeyi bildikleri anlaşılıyordu. Tecimsel rakiplerini görünce Bezençuk usta yürümesini yavaşlattı, elini umutsuzca sallayarak Vorobyaninov’un arkasından şöyle fısıldadı: — Otuz iki rubleye seve seve bırakırım. Vorobyaninov yüzünü buruşturdu, adımlarını daha da hızlandırdı. — İsterseniz veresiye de olur. Oysa “Periler” cenaze levazımatçısı ustalarının ağzından tek söz çıkmıyordu.

Onlar da Vorobyaninov’un pe şine düşmüşlerdi, ancak şapkalarını çıkarıp sırayla selam vermekten öte bir şey yapmıyorlardı. Dört tabut ustasının peşini bırakmaması karşısında deliye dönen İppolit Matveyeviç koşarak evinin merdiveninden yukarı tırmandı, ayakkabılarına bulaşan çamuru son basamakta şöyle bir sildikten sonra midesinde büyük bir açlık kazınmasıyla içeri daldı. Tam birinci odaya girmişti ki, Flora ve Lavra kilisesinin papazı peder Fiyodor ile burun buruna geldiler. Sağ eliyle cübbesinin eteklerini toplayarak hızla yürüyen peder, İppolit Matveyeviç’in yüzüne bakmaksızın çıkış kapısına yöneldi. İppolit Matveyeviç’in evde karşılaştığı temizlik alışılmadık bir şeydi. Ama odalarda bulunan az sayıdaki eşyalarda garip bir düzensizlik vardı, ağır bir ilaç kokusu insanın burnunun direğini sızlatıyordu. Komşuları tarım uzmanının karısı, Vorobyaninov’u daha ilk odada durdurarak “susun” anlamında elini dudaklarına değdirdikten sonra; — Ne olur, gürültü çıkarmadan yürüyün, dedi. Kadıncağızın durumu hiç de iyi değil, az önce papazın önünde günahlarından kurtuldu. — Gürültü çıkardığım filan yok. Burada neler oluyor, söyler misiniz? Madam Kuznetsova elini bir daha dudaklarına götürdü, ikinci odanın kapısını gösterdi. — Anneniz ağır bir yürek çarpıntısı geçiriyor. Çarpıntının sonu ölümle bitebilir. Kadının bu sözleri başkasından duyduğu belliydi. — Sabahtan beri fırsat bulup bir dakika dinlenemedim… Klavdiya İvanovna’dan kıyma makinesini istemeye gelmiştim. Baktım, kapı ardına değin açık; ne mutfakta, ne de bu odada kimsecikler var.

Klavdiya İvanovna börek unu almak için dışarı çıkmıştır, diye düşündüm. Geçen gün börek yapacağını söylüyordu da… Biliyor musunuz, un bulmak son zamanlarda hayli zorlaştı. Bayan Kuznetsova belki un, pahalılık, Klavdiya İvanovna’yı odasında, çinili sobanın dibinde yere yıkılmış olarak, ölmek üzereyken bulmasıyla ilgili daha pek çok şey anlatacaktı, ama bitişik odadan yükselen bir inilti üzerine anlatacaklarını yarıda kesti. İppolit Matveyeviç yarı uyuşmuş eliyle istavroz çıkardı, hızla kaynanasının odasına daldı. 1 Pavel Nikolayeviç Milyukov (1859-l943): Çarlık Rusyası devlet adamlarından. Ekim Devrimi’nden sonra ülkesinden ayrılmıştır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir