Yvonne Duplessis – Gerçeküstücülük

Gerçeküstücülük, çoğu zaman bir aydın züppeliği, zihnin bir sainklığı ya da insanları şaşırtma sapıantısı içindeki ki’mi sanatçıların bir şakası olarak görülmüştür. Önyargılar döngüsünün dışına taşan bu yenilikçileri, zihinsel serüvenleri içinde izlemeye çalışmaktansa onlara saldırmak yeğlendiği sürece işler daha bir kolaylaşıyordu! Oysa Gerçeküstücüler yazındışı amaçlar peşindedir, çünkü insanı, aşırı yararcı bir uygarlığın getirdiği zorlamalardan arındırmaktan başka birşey gözetmezler. İnsanı silkeleyip .kendine getirmek için, beliediği yoldan saptırabilecek herşeyin üstünde durmak gerekiyordu. Akla sırtını dönmesi ve içindeki yaşamsal güçlerin kabaran dalgalannın kendisini daha geniş ufuklara yöneltmesi için, bunlan.yeniden bulması gerekiyordu. Bu durumda atılması gereken ilk adım, bütün bu bilinmeyen güçlerin yeniden ele geçirilmesiydi. Gerçekten de, Andre Breton’a göre, felsefe açısından Gerçeküstücülük, “o döneme kadar gözardı edilmiş olan bazı çağrışım biçimlerinin üstün gerçekliğine, düşün mutlak gücüne, amaçsız düşünceyle oynanan oyuna inanma” üstüne kurulur. Otomatizme teslim oluş insanın, içe atılmış ‘isteklerinin ve içgüdülerinin alanına doğru kendi kendine inmesini sağlar ki, Üstgerçeklik’in alanı da budur zaten. Öte yandan, kabarıp taşmak isteyen derin ruhsal durumları yansıtmanın en iyi yolu sanat olduğundan, bu yolla yaratılan yapıtlar salt estetik açıdan değerlendirilir ki, gerçekte bunlar derinlikleri7 mizdeki Ben’e bir genel bakıştan öteye gitmez. Kaldı ki Gerçeküstücülük’ün önderi, kendini imgelernine bıraktıktan sonra, yazann içe dalmaları sırasında bulduklarını kişiliğini zenginleştirme yollında kullanması için, yeniden yüzeye çıkması gerektiğini sık sık vurgular. Gerçeküstücüler, Freud’un buluşlarından da yararlanır. Freud, bilinçaltını neredeyse ussallaştırarak dünya ötesi bir evrene kaçış mitosuna, gizemli sesiere ve ispritizmacılığa ölümcül bir darbe vurmuştur. Andre Breton’un birçok yazısı, talih ya da rekabete bağlanan olayların, aslında, yalnızca toplumsal uzlaşmalann dizginlediği içgüdülerin deYingenliğinin bir belirtisi olduğunu gösterir. İşte o zaman Üstgerçeklik, yalnızca gerçek ve altgerçek bileşimine değil gerçekliğe yaklaşır.


Psikanaliz, Gerçeküstücüler’e, deneyimlerinin verilerini yorumlama’ olanağı tanır ama onlar bunlarla yetinmeyip daha da ileri gitmek isterler. Gerçekten de, insana iç zenginliklerini açınlamak yetmez, bunlardan yaralanmalarını da sağlamak gerekir. O zaman da bireysel başkaldırının yerini toplumsal bir altüst oluş almalıdır. Psikanaliz, insanın özgürce gelişmesine engel olan nedenleri ortadan kaldıran Marksizm’le bütünleşir. İnsan kendi içinde iki düşman cepheye aynlmamalı, tam tersine eylemleri derinliklerinden gelen eğilimleriyle uyumlu olabilmelidir. Üstgerçeklik, kurarn ve uygulamanın bireşimini oluşturarak yeni bir veriyle yeniden· zenginleşecektir. Demek ki Gerçeküstücüler, fıldişi kulelerine sığınmaktan çok, insanın değişmesiyle bunları yık- . mayı hedeflerler. Amaçlan, gerçekliğin kurbanlannın artık ondan kaçmaya yeltenmemeleri, tam tersine, gerçekliği kendi özlem ve beklentileri doğrultusunda etkilemeleridir. Gerçeküstücü akım, “Sanat Sanat içindir” kavramına karşı çıkarak başladı8 ğı gibi, “Devrim Devrim İçin dir” öğretisini de yoksayar. Öyle ki, ona bu iki açının yalnızca birinden bakanlar, birincil amacını yadsımış olurlar. Üstgerçeklik kavramı gelişip yayılmıştır ama, bütün değişik yönlenmeleri bir ana tema çevresinde buluşur:- Eksiksiz bir insan yaratmak. Bunun kapısını mizah açacak, malzemesini otomatizm bulacaktır. Dili sanat olacak, derin anlamını psikanaliz verecektir. Ve devrim bunun gerçekleşme olanaklarını sağlayacaktır.

· 9 TARİHÇE Aydınlık belirtileri gösteren bir evren uğruna, bir şiirin kavranabilirliğini küçümserneye kadar giden bu akım romantizmden çıkmıştır. Gerçeküstücülük onun görünüşlerinden biridir. Daha o·dönemde Alfred ve Vigny gibi şairler yapıtıanna felsefi bir anlam vermeye çalıştılar. Baudelaire’e göre de Victor Hugo, “yaşamın gizini” açıklama üstünlüğünü göstermiştir. Öte yandan, gizli oyunlann şairi, “sesler, renkler ve· kokular çağrışır orada” diye tannnladığı bir doğanın birliğini dile getirir. İnsan varhğır nın bir karşıtlıklar birliğinden oluştuğunun bilincinde olan Baudelaire, yaşamın kısıtlamalarından . sıynlabilmek için, erdemin katılığına karşı “yapay cennetlerin” sarhoşluğunu yeğler. Bir yandan mutlak’a vurgun, öte yandan bu dünyanın cehennemine tutsak bir ruhun çelişkisini trajik bir biçimde yaşamış olan Rimbaud’yu, Baudelaire derinlemesine etkilemiştir. Sonsuzluğun başdöndürücülüğünün avı olmuş ve bunu yaşamıyla olquğu kadar yapıtıyla da göstermiştir. Andre Breton şöyle der: “Rimbaud binlerce kuşağın kaçmayı başaramadığı tedirginliği şaşılacak bir sağlamlıkla an- . !atmaktan başka birşey yapmamıştır … Ondan önce, çok ender de olsa, bir bilginin yakınışında, bir katilin savunmasında, bir fılozQfun yolunu şaşırmasında Rimbaud’nun ‘parmak bastığı o büyülü yarayı, yani o ürküntü verici ikiliğin bilincini yakaladığımızı sanıyorduk”. Olağandışı dönemlerde modern peygamberlerin, yani şairlerin, ortaya çıktığı görülür lO ki, Rimbaud da bu anlamda insanlığın içinde bulunduğu durumuma başkaldıran Gerçeküstücüler’­ in öncülerinden biridir. Rimbaud, toplumsal ikiyüzlülüklere karşı çıkan bir insanın tutarsız yaşamını sürdürürken, şiirleriyle de günlük gerçekliğin çirkinliğini gösteren insanların kendi kendilerinden kopmalarına çalışmıştır. Yapıtı kişiyi bir başka. dünyaya, Illuminations’un getirdiği “nesnel görünümler” dünyasına sürükler.

Oysa kötülük uçurumları sonsuzdur, onların aranması da insana Tanrı karşısında başkaldırtan bir özgürlük sarhoşluğu, ‘bir güç duygusu verir. Gerçeküstücüluk’ün öteki atalarından biri. olan Lautreamorit da, bizi bu korku ve şiddet dünyasına götürme gücü ·olan insanın başkaldırısını övmüştü. Sözkonusu dünya, Maldoror’un şeytansı düşlerinin tüm engellerden kurtuld�ğu bir dünyadır. * * * Böylelikle, “şairin etkinliği” insanı doğaüstünün gizine kadar götüren bir araçtır düşüncesi, 19. yÜzyılın sonundan başlayarak Rimbaud başkaldınsından fışkıran bir gizemle zenginleşiyordu. Öte yan-, dan, düşüncenin çeşitli alanlarında usçuluğu bozguna uğratan bir görüş yenilenmesine tanık oluyoruz. Dünyanın durağan tasarımının yerini evrensel devinim almaktadır artık. Bergson, ancak madde alanında etkisini gösterebilen zekanın sınırlarını çizerken, sezginin, varlığın kaynağını ele geçirebileceğini söylüyordu. Bu filozof, Freud’dan önce düş, telepati olayları ve ruhsal durumun usdışı belirtilerine dikkat çekmiştir. Aynı dönemde akıl hastalıkları ve bunların insan karakteri ve yazgısına etkilerini işleyen bir yığın yazmsal çalışma ortaya çıktı. Bir davranış yalnızca dış görünüm bakimmdan ll mantığa uygundur. Romancı da, kişilerinin toplumsal uzlaşmaya dayalı tutumlarında çoğunlukla temel bir uyumsuzluk yatan itkilerini bozarak felsefecinin incelemesini bütünleyecektir. Her bilinçte çelişkili ve uzlaşmaz eğilimlerin birlikte banndığını söyleyen Dostoyevski’nin o çağlarda da geçerli olması böylece anlaşılır. Bu açıklamalarla yalnızca ruhbilim allak bullak olmadı, belirsizliğin egemen olduğu süreksizlik dünyasının keşfedilmesiyle fizik bilimleri de aynı duruma düştü.

Çeşitli görünümlerinin ardından bi-. reyin birliğini ortaya koyma görevi de yazma düşüyordu. Aynı biçimde, resimde de gerçekliği tam anlamıyla parçalayan kübizm gibi akımlar, dış görünümleri aşarak eşyanın ve varlıklann özüne ulaşmaya çalışırlar. Guillaume Apollinaire ise herşeyden önce, şiirlerinin belirgin özelliği olan Öngörülmez’in araştırmasına yönelmişti. Böylelikle birbirlerine aykın imgeler, bilincin altında bulunan yaşamdan nasıl peşpeşe gelirlerse, Zône adlı şiirinde de aynı biçimde karmakaraşık olarak görünürler. “Mercan dudaklar gibi, yazgısı bir değer ölçütü sayılabilecek kalıplann, gerçeküstücü diye nitelendirdiği etkinliğin ürünü olduğunu haklı olarak düşünen” de yine Apollinaire’dir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir