Çağlar Simsoy – Ya Ata Bin Ya Karıncaya

Odžğlen güneşi, Konuşması Yadırganmayan Hayvanlar Ormanı’nı cayır cayır yakmaktaydı. Odžyle bir sıcak vardı ki pınarın suyu bile terliyordu. Ağaçlar serinlemek için yapraklarını yelpaze gibi kullanıyor, çoğu hayvansa buldukları gölgeliklerde miskince uyukluyordu. O saatlerde orman, yaz sıcağını yüze çarpan rüzgârın boğucu minimal müziği dışında, genellikle sessizdi. Ne anlatmaya çalıştıkları türdeşleri tarafından bile anlaşılmayan ahmak kuşlar bile cıvıldamaya üşeniyorlardı. O saatlerde balçıklaşan yaz sıcağının hiç de arzu edilmeyen bunaltıcı ahengini, çoğu hayvanca tuhaf karşılanan bir melodi bozuyordu. Boyutlarına rağmen ormanın derinliklerine kadar ulaşmayı başaran bir keman sesiydi bu. Tellerin üzerinde sinek kanadıymışçasına hareket eden yayı, Ağustosböceği tutuyordu. Ağustosböceği, yakıcı güneşten korunabileceği bir yer seçer, o anki ruh haline göre açılışını yapardı. Kemanı konuşturur, güldürür, ağlatır, övdürür, sövdürür, neredeyse bütün hayvanların seslerini taklit ettirirdi. Kemanla tek vücut olmuş bu yaratığın dinletisi, ormanın ruhunun da bir parçasıydı. Kemanın sesi, toprağı çatlatan ϐilizi karşılıyordu, yere düşen meyveyi… Nasılsa yolunu şaşırmış, karada debelenen şaşkın bir balığın çırpınışlarıydı… Ayının rüyasında, bala ulaşma çabasına düşmanca karşılık veren arılardı… Kemandan yayılan nameler, ağzını memeye dayamış yavru maymunun sütüne karışıyordu. Gündüz düşlerine eşlik ediyordu. Elbette her hayvanın hoşuna gitmiyordu. Bezgin uykularının bölünmesinin günahını ona yükleyen kimi hayvanlar, huzursuz homurtular çıkarıyor ama yerlerinden kıpırdamaya yeltenmiyorlardı.


Ağustosböceği, ormanın ve orman sakinlerinin tepkilerinden habersiz, yeteneklerinin sınırlarını zorlamakla meşguldü. Yeni geçişler, süslemeler bulmaya çalışıyor, an geliyor zorlanıyor, sinirleniyor, boncuk boncuk terliyordu. Kendini iyice kaptırdığında vücuduna kramplar giriyor, daha zorlandığındaysa sinir krizlerinden bitap düşüyordu. Çalıştığı parçaların hakkından geldiğinde, tüm hücrelerine yayılan esrimenin hükmü altına giriyor, coşkusunu kemanıyla dalga dalga yayıyordu. Ormanın içinde süzülen keman sesine aldırmadan, sırtındaki yükle, bir o yana bir bu yana sürekli koşturan Karınca “yaza aldanmamalı, kış da gelecek. Devran boynunu öte yana büktüğünde yeter mi bu yiyecek” diyerek, yuvasına erzak taşıyordu. Günün ilk ışıklarıyla işe koyuluyor, hava kararıncaya dek çalışıyordu. Ağustosböceği’ne olan sevgisiyse onu bir kaşık suda boğacak kadardı. Ona, kemanına sinir oluyor, “sabah akşam gıygıy da gıygıy, kafa şişirmekten başka ne işe yarıyor ki bu hayvan” diye söyleniyordu. Günlerden bir gün Ağustosböceği, neşeyle allegroya geçiş yaparken, uzaktan sırtında yükle yalpalaya yalpalaya Karınca’nın geldiğini gördü. Kemanı bırakıp selam verdi ama Karınca onu görmezden gelmeye çalıştı. Ağustosböceği seslendi; “merhaba karınca kardeş, gel biraz soluklan. Neşeni yerine getirecek şarkılar çalayım sana”. Karınca ise öϐkeyle “bu yazın bir de kışı var, o zaman da karnın zil çalar” diye cevap verip hızla uzaklaştı. Ağustosböceği şaşkın, Karınca’nın arkasından bir süre baktıktan sonra yeniden kemanını alıp neşeli namelerini sürdürdü.

Yaz boyunca Ağustosböceği’nin tüm davetlerini geri çevirdi Karınca. Sadece geri çevirmekle kalmadı, çoğunlukla tersledi onu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir