Roger Zelazny – Amber Yıllıkları #5 – Kaos Sarayları

Amber: gün ortasında Kolvir’in tepesinde yüksek ve parlak. Kara yol: güneyde Kaos’tan Garnath’a, alçak ve kötücül. Ben: Amber’deki sarayın kütüphanesinde küfreden, odayı adımlayan, zaman zaman okuyan biri. Kütüphanenin kapısı: kapalı ve kilitli. Amber’in deli prensi masaya oturdu, dikkatini açık cilde çevirdi. Kapı çalındı. “Defol!” dedim. “Corwin. Benim Random. Kapıyı aç, olmaz mı? Öğle yemeği de getirdim.” “Bir dakika.” Yine ayağa kalktım, masanın çevresinden dolaştım, odayı aştım. Kapıyı açtığımda Random başını salladı. Elinde bir tepsi vardı. Tepsiyi masanın yanındaki küçük sehpaya koydu.


“Burada oldukça çok yiyecek var,” dedim. “Ben de açım.” “O zaman bu konuda bir şeyler yap.” Yaptı. Eti kesti. Bana bir dilim ekmek üzerinde biraz et uzattı. Şarap doldurdu. Oturduk ve yedik. “Hâlâ kızgın olduğunu biliyorum…” dedi bir süre sonra. “Sen değil misin?” “Eh, belki alıştım. Bilmiyorum. Yine de… Evet. Çok ani oldu, değil mi?” “Ani mi?” Şaraptan büyük bir yudum aldım. “Tıpkı eski günler gibi. Hatta daha da kötü.

Ganelonculuk oynarken onu sevmeye başlamıştım. Şimdi geri dönüp kontrolü ele aldı ve her zamankinden daha buyurgan. Her birimize, açıklamaya zahmet etmeden bir dizi emir verdi ve yine ortadan kayboldu.” “Kısa süre sonra iletişime geçeceğini söyledi.” “Ben o kadar emin değilim.” “Ve diğer yokluğu hakkında hiçbir açıklama yapmadı. Aslında hiçbir şey açıklamadı.” “Sebepleri olmalı.” “Artık kuşku duymaya başladım, Random. Sence aklını yitiriyor olabilir mi?” “Seni aldatacak kadar akıllıydı.” “O içgüdüsel hayvani kurnazlığı ile şekil değiştirme yeteneğinin bir birleşimiydi.” “Ama işe yaradı, değil mi?” “Evet. İşe yaradı.” “Corwin, etkili olabilecek bir planı olmasını istemediğin için kızmış olabilir misin? Onun haklı çıkmasını istemediğin için? “Bu saçma. Ben de bu karışıklığın düzelmesini herkes kadar istiyorum.

” “Evet, ama yanıtın başka bir taraftan gelmesini tercih etmez miydin?” “Neye varmak istiyorsun?” “Ona güvenmek istemiyorsun.” “Bunu itiraf ederim. Onu çok uzun zamandır -kendisi olarak- görmedim…” Başını iki yana salladı. “Benim kastettiğim bu değildi. Geri döndüğü için kızdın, değil mi? Onu bir daha görmeyeceğimizi umuyordun.” Bakışlarımı kaçırdım. “Bu da var,” dedim sonunda. “Ama boş bir taht istediğim için değil. Ya da sırf bunun için değil. Sorun kendisi, Random. Kendisi. O kadar.” “Biliyorum,” dedi. “Ama itiraf etmelisin, Brand’i enayi yerine koydu. Bu hiç de kolay bir şey değil.

Hâlâ anlamadığım bir numara çevirdi ve o kolu senin Tir-na Nog’th’tan getirmeni, benim Benedict’e götürmemi sağladı. Benedict’in doğru zamanda doğru yerde bulunacağından emin oldu, böylece her şey yolunda gitti ve Mücevher’i geri aldı. Gölge oyunu konusunda hâlâ bizden daha iyi. Bizi tam Kolvir’in tepesinden birincil Desen’e götürdü. Ben bunu yapamam. Sen de öyle. Ve Gerard’ı alt etmeyi başardı. Yavaşladığını sanmıyorum. Bence ne yaptığını çok iyi biliyor ve biz hoşlansak da, hoşlanmasak da, bence mevcut durumla başa çıkabilecek tek kişi o.” “Ona güvenmem gerektiğini mi söylemeye çalışıyorsun?” “Başka seçeneğin olmadığını söylemeye çalışıyorum. ” İçimi çektim. “Sanırım tam üzerine bastın,” dedim. “Kızmam mantıklı değil. Yine de…” “Saldırı emri seni rahatsız ediyor, değil mi?” “Evet, başka şeylerin yanında. Biraz daha beklesek Benedict daha büyük bir güç toplayabilirdi.

Üç gün böyle bir şeye hazırlanmak için yeterli değil. Düşman hakkında bu kadar bilgisizken değil.” “Ama öyle olmayabiliriz. Benedict ile uzun uzun konuştu.” “Bu da başka bir konu. Bu müstakil emirler. Bu gizlilik… Hiçbirimize gerektiğinden daha fazla güvenmiyor.” Random güldü. Ben de öyle. “Tamam,” dedim. “Belki ben de güvenmezdim. Ama savaşa hazırlanmak için üç gün.” Başımı salladım. “Bizim bilmediğimiz bir şey biliyor olsa iyi olur.” “Bunun bir savaştan çok önleyici bir saldırı olacağı izlenimi altındayım.

” “Yalnız, neyi önlediğini bize söylemeye zahmet etmedi.” Random omuzlarını silkti, biraz daha şarap doldurdu. “Belki geri döndüğünde söyler. Sen özel emirler almadın, değil mi?” “Yalnızca durup bekleyeceğim. Ya sen?” Başını iki yana salladı. “Zamanı geldiğinde bileceğimi söyledi. En azından Julian’a emri var. Birliklerini, hemen harekete geçirebilecek şekilde hazır tutmasını söyledi.” “Öyle mi? Birlikler Arden’de mi?” Başıyla evetledi. “Bunu ne zaman söyledi?” “Sen gittikten sonra. Julian’ı Koz Kartı ile buraya getirdi ve birlikte gittiler. Babamın yolun bir kısmını onunla gideceğini söylediğini duydum.” * “Kolvir üzerinden, doğu yoluna mı saptılar?” “Evet. Onları ben uğurladım.” “İlgi çekici.

Başka neler kaçırdım?” Oturduğu yerde kıpırdandı. “Beni rahatsız eden kısım şu,” dedi. “Babam ata binip hoş çakal dedikten sonra, bana döndü ve şöyle dedi, ‘Martin’e göz kulak ol.'” “Bu kadar mı?” “Bu kadar. Ama bunu söylerken gülüyordu.” “Yeni gelen birine karşı doğal şüphe, sanırım.” “O zaman neden gülsün?” “Pes ediyorum.” Bir parça peynir kestim ve yedim. “Ama kötü bir fikir olmayabilir. Belki sebebi kuşku değildir. Belki Martin’in bir şeyden korunması gerektiğini düşünüyordur. Ya da her ikisi birden. Ya da hiçbiri. Bazen nasıl davrandığını bilirsin.” Random ayağa kalktı.

“Alternatifler üzerinde düşünmemiştim. Şimdi benimle gel, olmaz mı?” dedi. “Tüm sabah buraya kapandın.” “Tamam.” Ayağa kalktım, Grayswandir’i taktım. “Martin nerede, bu arada?” “Onu birinci katta bıraktım. Gerard ile konuşuyor.” “O zaman iyi ellerde. Gerard kalacak mı, yoksa filoya mı dönecek?” “Bilmiyorum. Aldığı emirlerden bahsetmedi.” Odadan çıktık. Merdivene yöneldik. İnerken, aşağıdan kargaşa sesleri geldi ve adımlarımı hızlandırdım. Tırabzanların üzerinden baktım ve taht odasının girişinde küçük bir muhafız kalabalığı ile Gerard’ın iri bedenini gördüm. Hepsi sırtını bize dönmüştü.

Son basamakları sıçrayarak aştım. Random arkamdan takip ediyordu. Aralarından geçtim. “Gerard, neler oluyor?” diye sordum. “Biliyorsam belamı versin,” dedi. “Kendin bak. Ama içeri girmenin yolu yok.” Yana çekildi ve ben bir adım attım. Sonra bir tane daha. O kadar. Sanki hafifçe esnek, tamamen görünmez bir duvara yaslanmış gibiydim. Ötesinde anılarımı ve duygularımı düğümleyen bir manzara vardı. Bir korku beni ensemden yakalayıp ellerimi tuttu. Katılaştım. Bu hiç de kolay bir numara değildi.

Martin gülümseyerek sol elinde bir Koz Kartı tutuyordu ve Benedict -görünüşe göre yeni çağrılmış- önünde duruyordu. Tahtın yanında, yükseltinin üzerinde, yüzü öte yana dönük bir kız vardı. İki adam konuşuyor gibiydi, ama sözlerini duyamıyordum. Sonunda Benedict döndü ve kıza hitap etti. Bir süre sonra, kız ona yanıt verdi. Martin kızın soluna doğru ilerledi. Kız konuşurken Benedict yükseltinin üzerine çıktı. O zaman kızın yüzünü gördüm. Konuşma devam etti. “O kız bir şekilde tanıdık geliyor,” dedi, öne çıkıp yanımda durmuş olan Gerard. “Yanımızdan geçerken görmüş olabilirsin,” dedim ona. “Eric’in öldüğü gün. Bu Dara.” Keskin bir nefes aldığını duydum. “Dara!” dedi.

“Demek sen…” Sesi solup gitti. “Yalan söylemiyordum,” dedim. “O gerçek.” “Martin!” diye bağırdı, gelip sağımda durmuş olan Random. “Martin! Neler oluyor?” Yanıt gelmedi. “Seni duyabildiğini sanmıyorum,” dedi Gerard. “Bu engel bizi onlardan tamamen koparmış görünüyor.” Random ellerini görünmez duvara koyarak ittirdi. “Hep beraber itelim,” dedi. Yine denedim. Gerard da ağırlığını görünmez duvara verdi. Başarısız bir yarım dakikadan sonra vazgeçtim. “Faydası yok,” dedim. “Kıpırdatamıyoruz.” “Bu lanet şey de ne,” diye sordu Random.

“Bu şeyi tutan ne…” Neler olup bittiği konusunda içime bir şeyler doğuyordu ama yalnızca o kadar. Ve sırf mekanın dejâ vu özelliği yüzündendi. Ama sonra… Sonra, Grayswandir’in hâlâ yanımda olduğundan emin olmak için elimi kına götürdüm. Yanımdaydı. O zaman orada aniden beliren, herhangi bir destek olmaksızın tahtın önünde havada asılı duran, Dara’nın boğazına dokunan, üzerindeki girift desenlerin hepimizin görmesi için parladığı, o tanıdık kılıcın varlığını nasıl açıklayabilirdim? Açıklayamıyordum. Ama o gece gökyüzündeki rüya şehrinde, Tir-na Nog’th’ta olan bitene, tesadüf olamayacak kadar çok benziyordu. Burada diğer unsurların hiçbiri yoktu -karanlık, kargaşa, derin gölgeler, o zamanki karmaşık duygularım- ama yine de her şey o gece olduğu gibiydi. Çok benzer. Ama tam olarak değil. Benedict biraz daha uzakta duruyordu. Biraz arkada, bedeni farklı bir açı yapıyordu. Dudaklarını okuyamadım, ama Dara’nın aynı tuhaf soruları sorup sormadığını merak ettim. Bundan kuşku duyuyordum. Tablo -benim yaşadığıma benzer, ama değil- muhtemelen diğer uçtan renklendirilmişti – yani herhangi bir bağlantı varsa- o sırada Tir-na Nog’th’un güçlerinin zihnim üzerindeki etkileri ile. “Corwin,” dedi Random, “önünde asılı duran Grayswandir’e benziyor.

” “Benziyor, değil mi?” dedim. “Ama görebildiğin gibi, benim kılıcım yanımda.” “Onun gibi bir tane daha olamaz… değil mi? Neler olduğunu biliyor musun?” “Belki de bildiğimi düşünmeye başlıyorum,” dedim. “Her ne ise, onu durduracak gücüm yok.” Benedict aniden kılıcını çekti ve benimkine o kadar benzeyen diğeri ile karşılaştı. Bir an sonra, görünmez bir rakip ile dövüşüyordu. “Onu gebert, Benedict!” diye bağırdı Random. “Faydası yok,” dedim. “Birazdan kolunu kaybedecek.” “Nereden biliyorsun?” diye sordu Gerard. “Bir şekilde, orada onunla savaşan benim,” dedim. “Bu Tirna Nog’th’taki rüyamın diğer ucu. Bunu nasıl başardı bilmiyorum, ama babamın mücevheri tekrar ele geçirmesinin bedeli bu.” “Seni anlamıyorum,” dedi. Başımı salladım.

“Ben de nasıl yapıldığını anlamış rolü yapmıyorum,” dedim ona. “Ama o odada iki şey ortadan yok olana kadar oraya giremeyeceğiz.” “Hangi iki şey.” “İzle.” Benedict’in kılıcı el değiştirdi. Parlak protezi öne fırladı ve görünmeyen bir hedefe kilitlendi. İki kılıç birbirlerini savuşturdu, çarpıştı, uçları tavana dönerek birbirlerine baskı yaptı. Benedict’in sağ eli gittikçe daha sıkı kavrıyordu. Aniden Grayswandir serbest kaldı ve diğerinin yanından geçti. Benedict’in sağ koluna, metal kısmın bağlandığı yerin hemen üstüne korkunç bir darbe indirdi. Sonra Benedict döndü ve dakikalar boyunca eylem görüş açımızdan saklandı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir