Star Wars – Matthew Stover – Hassas Nokta

Eski Cumhuriyet, Senato’nun ve saygıdeğer Jedi Şövalyeleri’nin bilgece idareleri sayesinde bin yıl süren refah dolu bir dönem boyunca gelişmesini sürdürdü. Fakat genelde olduğu gibi zenginlik ve güç arttıkça aynı oranda da açgözlülükle beslenen kötülük de kendisini göstermeye başlamıştı. İktidardakilerle zenginler arasındaki yakınlık artmış, Senato yoldan çıkmış ve Palpatine adındaki hırslı bir politikacı Şansölye olarak seçilmişti. En rahatsız edici olansa Sith’lerin Kara Lordları’nın bin yıllık bir aradan sonra tekrar ortaya çıkmış olmalarıydı. Bu karmaşanın ortasında karizmatik eski Jedi Kont Dooku’nun önderliğinde ayrılıkçı bir hareket örgütlenmeye başladı. Cumhuriyet’i içten çökerten yolsuzluğa ve açgözlülüğe alternatif olacakları vaadinde bulunan Dooku binlerce yıldız sistemini Cumhuriyet’ten ayrılmaya ikna etmeyi başardı. Takipçilerinin büyük bölümünün Dooku’nun da, efendisiyle anlaşma yapmış olan, bir Sith Lordu olduğundan haberi yoktu ve efendisi olan Darth Sidius da yıllardır bu sayede Ticaret İttifakı’nı ve onların droid ordusunu kullanarak dehşet saçmaktaydı. Kırılma noktası Dooku’nun her şeyden habersiz olan Jedi’ı terk edilmiş Geonosis gezegeninde tuzağa düşürmesiydi. On yıl önce Cumhuriyet için sipariş edilmiş olan klon ordusundan henüz haberi olan Jedi’lar Geonosis’deki Ayrılıkçılarla karşı karşıya geldiklerinde hazırlıklıydılar ama yine de kazanmalarına rağmen ağır kayıplar vermişlerdi. Bunun tüm galaksiye yayılacak bir savaşın ilk raundu olduğu ortadaydı. Binlerce yıldız sistemi bir anda kendisini efsanevi Klon Savaşları’nın içinde buldu. Büyük tehdit karşısında olağanüstü yetkilerle donanan Şansölye Palpatine, Senato üzerindeki gücünü kullanarak, güvenliği bahane ederek, otoritesini daha da arttırdı. Cumhuriyet’in artan askeri ihtiyaçlarını öne sürerek Jedi’ların general olarak klon ordusunda görev almalarını istedi. Hiç komutanlık yapmamış ve savaşta bulunmamış olmalarına rağmen Jedi’lar fedakarca bu görevi kabul ettiler. Barışın ve adaletin savunucuları görevine eklenen bu görevi yerine getirmek için sayıları yeterli değildi ve tüm galaksiye dağılmak zorunda kaldılar.


Palpatine’le araları ise her geçen gün bozuluyordu. Aynı zamanda en yetenekli çırakları eğitimini tamamlayıp Güç’e denge getirecek Seçilmiş Kişi olarak kaderinin öngördüklerini yerine getirmeye hazır hale gelmiş olmasına rağmen güçlerinin zayıfladığının da farkındaydılar. Klon Savaşları üç yıl sürdü ve Cumhuriyet’i dağıtıp, her iki tarafın kahramanları idealleri adına mücadele ederken, sayısız kahramanlık, cesaret, ihanet ve vefasızlık örneğinin yaşanmasına da neden oldu. AKLI BAŞINDA Mace Windu’nun Günlüğünden Rüyalarımda her zaman doğru ya Bu benim yeteneğim. Bir Corusca mücevherini düşünün: İç içe geçmiş kristal yapısının onu durasteel’den bile daha dayanıklı yaptığı bir mineral. Onlardan birine beş kiloluk bir çekiçle vursan ancak çekicin ağzına zarar verirsin. Ama Corusca kristaline bu gücü sağlayan kristal yapısı aynı zamanda da onun hassas noktasıdır: Dikkatlice tespit edilmiş bir kuvvetin dikkatle uygulanacağı nokta –hafif bir tıklamadan fazlası değil– onu parçalara ayırmaya yetecektir. Fakat bu hassas noktayı bulmak ve bunu Corusca mücevherinin güzelliğini ve işlevini arttırmak için kullanabilmek yıllarca sürecek çalışma, kristal yapısının anlaşılması ve elin gücünün ve hassaslığının en istenen seviyeye gelmesini sağlayacak sıkı bir eğitim gerektirir. Tabii benimki gibi bir yeteneğe sahip değilsen. Ben hassas noktaları görebilirim. Sezgi görüş değildir ama Temel lisandaki ona en yakın kelime görmektir: O bir algılamadır, gördüğüm bir şeyin Güç’te yerinin ne olacağına ve Güç’ün onu kendine ve diğer her şeye nasıl bağlayacağına dair bir his. Altı ya da yedi standart yaşındaydım –Jedi Tapınağı’ndaki eğitimim sürüyordu– diğer öğrencilerin, Jedi Şövalyeleri’nin ve hatta Üstat’ların bile bu tür bağlantıları görmede zorlandıklarını ve bunun için konsantrasyon ve pratiğe ihtiyaç duyduklarını öğrenmemden önceydi. Güç bana, kuvveti ve zayıflığı gösterir, gizli kusurları ve bilinmeyen yetenekleri. Bana, ezen ya da genişleyen, dönen ya da kesen etkilerin vektörlerini gösterir; bu vektörlerin düzenlerinin gerçeklik matriksinde nasıl kesiştiğini gösterir. Basitçe anlatmak gerekirse: Sana Güç’ü kullanarak baktığımda, senin nereden kırılacağını görürüm.

Geonosis arenasında kumun üzerinde Jango Fett’e baktım. Silahın, yeteneğin ve onları kullanma isteğinin mükemmel bir bileşimiydi: bir katilin kenetlenmiş kristali. Güç bana hassas noktasını gösterdi ve başsız bedenini kumların üzerinde yuvarladım. Galaksideki en ölümcül adam. Şimdi: sadece ölü. Durumların da, mücevherler gibi, hassas noktaları vardır. Ama durumların hassas noktaları değişken ve kısa ömürlüdür, bir anda belirir ve ardında iz bırakmadan kaybolur gider. Onlarda en önemli şey zamanlamadır. İkinci şans diye bir şey yoktur. Eğer Dooku’yla tekrar karşı karşıya gelsem artık o savaşın hassas noktası olmayacaktır. Bu savaşı tek bir ölümle durduramam. Ama Geonosis arenasındaki o günde durdurabilirdim. Savaşın sonraki günlerinden birinde Üstat Yoda beni Tapınak’taki bir meditasyon odasında buldu. “Arkadaşındı senin,” dedi kadim Üstat, kapıdan içeri girerken. Yoda’ya özgü bir yetenek de her zaman ne düşündüğümü bilmesiydi, “Saygıdır, duyduğun ona.

Hatta sevgi. Öldüremedin onu – sadece bir duygu değil.” Fakat yapabilirdim. Yapmalıydım. Tarikatımızın kişisel bağları yasaklamasının asıl nedeni budur zaten. Eğer ona bu kadar değer vermesem –hatta sevmesem- belki de şu an galakside barış hakim olacaktı. Sadece bir duygu, dedi Yoda. Ben bir Jedi’ım. Doğduğum günden beri duygularıma güvenecek şekilde eğitildim. Ama hangi duygularıma güvenmeliyim? Eski bir Jedi Üstadı’nı öldürmekle Kenobi, genç Skywalker ve Senatör’ü kurtarmak arasında seçim yapmam gerektiğinde Güç’ün benim yerime seçmesine izin vermeliyim. Ben içgüdülerimi dinledim. Jedi’ların yapacağını yaptım. Bu yüzden Dooku kaçtı. Bu yüzden galakside savaş sürüyor ve bu yüzden dostlarımdan pek çoğu hayatını kaybetti. İkinci şans diye bir şey yoktur.

Garip, Jedi’ım ama bir hayatı bağışladığım için pişmanlık duyuyorum. Geonosis’den sağ kurtulanların pek çoğu kabus görüyor. Kendilerine danıştığım Jedi şifacılardan hikaye üzerine hikaye dinledim. Kabuslar kaçınılmazdır; dört bin yıl önceki Sith Savaşı’ndan beri böylesine bir Jedi kıyımı yaşanmamıştı. Hiçbiri o arenada, dostlarının cesetlerinin yanı başında, tepelerinde parlayan turuncu güneşin altında yanan kanla kaplı kumların üzerinde durmanın nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemez. Kabuslarında orayı görmeyen tek Geonosis gazisi belki de benim. Çünkü rüyalarımda ben hep doğru olanı yapıyorum. Benim kabusum uyandığım zaman başlıyor. Jedi’ların da hassas noktası vardır. Mace Windu kapının eşiğinde durup kendini toparlamaya çalıştı. Cübbesinin başlığı terle ıslanmıştı ve gömleği bedenine yapışmıştı: Bir eğitim müsabakasından çıkıp gelmiş ve duş almaya zamanı olmamıştı. Hızlı adımlarla terinin soğumasına izin vermeden Galaksi Senatosu’nun labirentlerinde yoluna devam etti. Senato Büyük Rotunda’sının altındaki sade ve büyük Şansölye suiti, Palpatine’in odası, önündeydi. Parlak ebonitten zemin; birkaç basit ve yumuşak sandalye; yine ebonitten bir sehpa. İki heykel haricinde resim, tablo ve dekorasyonla ilgili hiçbir şey yoktu; sadece tabandan tavana bir holograf cihazı, Senato’nun kubbesinden görüldüğü haliyle, Galactic City’den manzaralar sunuyordu.

Dışarıda kısa süre sonra yörünge aynaları yüzlerini Coruscant’ın güneşinden çevirecek ve başkente alacakaranlık gelecekti. İçeride sadece Yoda vardı. Yalnızdı. Uçan sandalyesine kurulmuş eliyle de asasını kavramıştı. “Geldin zamanında,” dedi kadim Üstat. “Otur. Görüşmemiz gerek. Ciddi bu korkarım ki.” “Kalabalık beklemiyordum.” Mace’in botlarının topukları parlak zeminde tıkırdadı. Yoda’ya yakın olan sandalyelerden birini çekip yanına, yüzü masaya dönük olarak oturdu. Gerginlikten çenesi kasılmıştı. “Kurye bunun Haruun Kal’daki operasyonla ilgili olduğunu söyledi.” Cumhuriyet Genelkurmayı ve Jedi Konseyi’nin tüm üyeleri arasından Şansölye’nin sadece Konsey’in iki kıdemli üyesini çağırması haberlerin pek de hoş olmadığını gösteriyordu. Bu iki kıdemli üye birbirinden ancak bu kadar farklı olabilirdi.

Yoda bir metrenin üçte ikisi kadar boyu olan yeşil derili Chadialıydı. Yeşil ve kocaman olan patlak gözleri bazen kendi ışıklarını kendileri yayıyormuş gibi görünürdü; Mace uzun boylu bir insandı, iki metreden biraz kısaydı, geniş omuzluydu, güçlü ve büyük elleri, koyu gözleri ve asık bir suratı vardı. Yoda kafasında kalmış birkaç saç telini kendi haline bırakmışken Mace’in kafası kel ve parlaktı. Ama bu iki Jedi Üstadı’nın belki de en büyük farklılıkları nasıl hissettikleriyle ilgiliydi. Yoda yılların verdiği bilgelikle, bilgelere özgü çocuksu espri yeteneğinin karışımı gibiydi; ama ileri yaşı ve engin tecrübesi onun kimi zaman biraz dışarıda kalmasına neden oluyordu. Dokuz yüze yaklaşan yaşı onun haliyle olaylara daha farklı bir açıdan bakmasını sağlamıştı. Diğer taraftan Mace otuzundan önce Jedi Konseyi’ne girmişti. Davranışları tümüyle birbirinin zıddıydı. Tutkulu. Kararlı. Gayretli. Görenler ondaki zeka ve iradenin kolayca farkına varırdı. Geonosis Savaşı’yla, Klon Savaşları başladığında Mace Windu yirmi standart yıldan uzun süredir Konsey’deydi. En son gülümsediği görüldüğünden bu yana da on yıl geçmişti. Bazen kendi kendine bile “Acaba tekrar gülümseyebilecek miyim?” diye düşünürdü.

“Eğer seni ter içerisinde koşturan buraya değilse Haruun Kal,” dedi Yoda. Sesinin tonu yumuşak ama bakışları sertti. “Depa’dır düşünmen gereken.” Mace başını eğdi. “Biliyorum: Güç ne derse öyle olur. Fakat Cumhuriyet istihbaratı Ayrılıkçıların çekildiğini bildirdi; Pelek Baw’ın dışındaki üsleri terk edildi.” “Yine de dönmedi o hala.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir