J.R.R. Tolkien – Silmarillion (İthaki)

Sevgili Milton, Hayali dünyamdan yola çıkarak yazdıklarım hakkında kısa bir özet istemişsin. Uzun uzun anlatmadan bir fikir verebilmem zor: Birkaç kelime etmeye çalışmak, bir coşku selinin önündeki engeli kaldırır; bencil sanatçı eserinin nasıl geliştiğini, neye benzediğini ve (ona göre) ne anlatmak istediğini veya tüm bunlarla ne anlatmaya çalıştığını gösterme arzusuna kapılır. Ben de buna benzer bir iş açacağım başına, ama içeriğe dair kısa bir özet vereceğim; herhalde senin de tüm istediğin ve işine yarayacak olan ya da zaman ayırabileceğin şey ancak bu kadarı. Zaman, gelişim ve içerik bakımından, yazdıklarım benimle başladı; gerçi benden başkasının ilgilenmesini de ummuyordum. Aslına bakarsan, şimdi yazdıklarımı kafamda evirip çevirmediğim bir zamanı hatırlamıyorum. Pek çok çocuk hayali bir dil yaratır ya da en azından buna girişir. Ben yazmaya başladığım günden beri bununla uğraşıyorum. Ama ben asla bundan vazgeçmedim ve elbette, bu konuda uzman biri olarak (özellikle dil estetiğiyle ilgilenen) dil konusundaki beğenim zamanla değişti, kuramsal bilgim ve muhtemelen becerim oldukça gelişti. Hikâyelerimin gerisinde bir diller örüntüsü var (en çok yapısal olarak karalamalar yaptığım). Fakat benim İngilizcede yanıltıcı bir biçimde Elfler adını verdiğim yaratıklar için, birbiriyle bağlantılı, neredeyse tamamlanmış olan iki dil yarattım; bu dillerin tarihsel kökenleri yazıya dökülmüş vaziyette ve biçimsel niteliklerinin (benim dil anlayışımın iki farklı tarafını temsil ediyorlar) ortak bir kökenden türedikleri bilimsel olarak gösteriliyor. Efsanelerimde anılan isimlerin hemen hepsi bu diller içinde icat edildi. Bu, yarattığım adlandırma sistemini kendisine has (bir bütünlük, dilsel tarz açısından tutarlılık ve anlatılanların tarihsel kökenleri olduğuna dair bir yanılsama) kılıyor, ya da bana öyle geliyor; benimkiyle karşılaştırılabilecek diğer çalışmalarda kesinlikle olmayan bir nitelik bu. Herkes aynı şekilde önemsemeyecek bunu, çünkü ben başkalarından farklı olarak, böylesi konularda müthiş bir hassasiyet duyarım daima. Ama başlangıçta yine çok temel meraklarımdan biri, mit (alegori değil!), masal ve hepsinden çok, masalla tarihin kıyısında duran bir kahramanlık hikâyesi yazmaktı, ki bu türde eserlerden benim beğenime uygun olanı (ulaşabildiklerim arasında) yok denecek kadar azdır. Öğrencilik günlerimde henüz bilimin ve hikâye anlatımının zıt kutuplarının ayrı meraklar değil, birbirinin ayrılmaz parçası olduklarını öğrenip tecrübe etmemiştim.


Mit ve masal konularında bilgili {1} değildim, böyle şeylerde (bana öğretildiği kadarıyla) yalnızca bilgi değil, her zaman belli bir tarza ve türe ait nitelikler aradım. Ayrıca, -kulağa çok saçma gelmediğini umut ediyorum- çocukluğumdan beri, sevgili ülkemin bu konudaki yoksulluğunun acısını duydum: Kendi hikâyesi yoktu (kendi dili ve kökenleriyle bağlantılı); olanlar da benim aradığım ve başka diyarların efsanelerinde (bir parça da olsa) bulduğum nitelikte değildi. Bu türde bir tat Yunan, Kelt, Roma, Germen, İskandinav ve Fin (beni yürekten etkilemiştir) efsanelerinde vardı, ama mütevazı destan kitapları dışında İngilizcede hiçbir şey yoktu. Tabii Arthur dönemine dair hikâyeler vardı ve güçlü olmasına güçlüydü, ama eksik gedik anlatılarak, dile öyle yerleşmişlerdi ve İngiliz değil, Britanya topraklarına mâl edilmişlerdi, ayrıca benim aradığım şeyin yerini tutmuyorlardı. Bir kere “peri” hikâyeleri sayıca fazla, çok fantastik, uyumsuz ve tekrara dayalıydı. Daha da önemlisi, fazlasıyla Hıristiyan öğeler barındırıyorlardı ve dinsel bir nitelik kazanmışlardı. Tam anlamlandıramadığım sebeplerden ötürü, bu bana çok tehlikeli görünüyor. Mit ve masal, tüm diğer sanatlar gibi, çözümleri noktasında ahlaki ve dinsel gerçekleri (ya da hataları) içermeli ve yansıtmalıdır, ama “gerçek” dünyada karşımıza çıkan bilindik anlamıyla ve açık bir şekilde değil. (Elbette Hıristiyanlık öncesi pagan dönemden değil, bugünden bahsediyorum. Ve senin okuduğun makalemdeki ifadelerimi tekrar etmeyeceğim burada.) Gülme lütfen! Ama bir zamanlar (o burnu büyüklüğümden eser yok şimdi) geniş ve evrenin yaratılışına ilişkin olanla, romantik masalı birleştiren -dıştaki çerçevenin, dünyaya dair daha basit bir hikâye üzerine kurulduğu, basit hikâyenin geniş mi geniş bir arkaplan sayesinde görkemli bir hale geldiği- destansı bir hikâye kurmayı kafama koymuştum; bu hikâyeyi de sadece vatanıma, İngiltere’ye ithaf edecektim. Tam da benim arayıp durduğum tarzı ve niteliği taşıyan bir anlatı olacaktı; biraz mesafeli ve açık, bizim “havamızı” anımsatan (kuzeybatının havası ve toprağı, yani Britanya ve Avrupa’nın o kısımları: İtalya ya da Ege değil; tabii biraz da doğu) ve hikâye akıp giderken (eğer becerebilseydim) bazılarının Kelt olarak nitelediği zarif, kolay bulunmaz güzelliğe (esasında bunlar ancak esaslı kadim Kelt hikâyelerinde vardır) sahip, “yüksek” bir tınıda olacaktı; kalabalıkların sıradanlığından sıyrılmış ve uzun zamandır şiirlerde yaşatılan bir ülkenin insanlarına hitap eden bir tat verecekti. Bu müthiş hikâyelerden bazılarını bitirecek, bazılarını karalama halinde taslak olarak bırakacaktım. Hikâyelerin oluşturduğu her bir çember, görkemli bir bütüne bağlı olacaktı, yine de ressamlara, müzisyenlere ve tiyatroculara hünerlerini gösterecekleri bir alan açacaktı. Saçma.

Tabii böylesine kibirli bir amaç, kendiliğinden gelivermedi. Önce tek tek hikâyeler oluştu. Sanki “vahiyle gönderilmiş” şeyler gibi zihnimde belirdiler; onlar birbirinden bağımsız olarak gelirken, bağlantılar da yavaş yavaş oluştu. Sürükleyici ve durmadan bölünen bir çalışma (özellikle zihnim, hayatın gereklerini bile bir yana bırakıp, diğer tarafa kaydığından ve dilbilime adandığından beri): Yine de daima, bir şey “keşfetmekten” çok, zaten “orada” bir yerde duran şeyleri kaydediyormuşum gibi bir hisse kapılırdım. Tabii, bir sürü başka şey de kurguladım ve yazdım (özellikle çocuklarım için). Bu dallanıp budaklanan açgözlü konunun sınırları dışına çıkmış, tamamen alakasız bazı şeyler de var: Örneğin, yayımlanmış olan Leaf by Niggle (Niggle’ın Yaprağı) ve Farmer Giles (Çiftçi Giles) bunlardan yalnızca ikisi. İçinde çok daha yaşamsal bir şeyler barındıran Hobbit, tamamen bağımsız bir şekilde tasarlanmıştı: Başlarken, hikâyenin bir parçası olacağını hiç düşünmemiştim. Ama bütünün tamamlayıcı unsuru olduğunu, dünyaya ulaşmanın, “hikâyeyle bütünleşmenin yolunun kendisinden geçtiğini gösterdi. Başlangıçtaki yüksek Efsaneler, Elflerin yaşayışına dair unsurların peşindeyken, arada yer alan Hobbit’in hikâyesi bir anlamda insani bakış açısını getiriyor ve sonuncu öykü de zaten bunları birbirine katıyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

Yorum Ekle
  1. Nasıl indirwceğiz

    1. Pdf indir tuşuna basacaksın