R. A. Salvatore – Unutulmuş Diyarlar – 03 – Kara Elf Üçlemesi – 3 – Göç

Kara elf, dağın çıplak yamacına oturdu ve endişe içinde kırmızı çizginin doğu ufkunda yükselmesini izlemeye koyuldu. Bu belki de onun yüzüncü şafağı olacaktı ve bu yarıcı ışığın onun lavanta rengi gözlerine nasıl acı vereceğini biliyordu…Karanlıkaltı’nda yaşadığı kırk yıl boyunca sadece karanlığı tanımış gözlerine. Ama drow gene de, parlayan güneşin tepesi ufukta yükselmeye başladığında, yüzünü başka yöne çevirmedi. Işığı kendi arafı gibi benimsedi, eğer kendi seçtiği yolu izlemek, bir yeryüzü varlığı olmak istiyorsa çekilmesi gereken bir acı. Drowun kara de son kez, Karanlıkaltı’ nı terketme nedenini, kötülük dolu dünyasını ve yaşayanlarını terketmesinin ardındaki nedenlerini sorguladı. Başı ağrımaya; teri gözlerine damlayarak acısını arttırmaya başlamıştı. Güneş yükselmeye devam ediyor ve artık drow dayanamıyordu. Ayağa kalkarak, evi olarak benimsediği mağarasına yöneldi ve bir kez daha farkında olmadan panter figürüne dokundu. Üzerinde parçalar halinde duran piwafwisi onu, dağın acı verici soğuğundan korumaya pek yeterli olmuyordu. Karanlıkaltı’nda magma havuzlarından meydana gelen hafif hava akımları dışında rüzgar olmazdı, soğuk olan tek şey ise bir hortlağın dokunuşu idi. Birkaç aydır tanımaya başladığı bu yeryüzü dünyasında, gördüğü kadarıyla pek çok değişiklik, farklılık vardı. Drizzt Do’Urden, teslim olmayacaktı. Karanlıkaltı, onun ırkının, ailesinin dünyasıydı, ve O, o karanlık dünyada huzur bulamayacaktı. Kendi ilkeleri doğrultusunda, Lloth’a, insanlarının, hayatın kendisinden bile önemli gördüğü kötü Tanrı Örümcek Kraliçe’ye karşı gelmişti. Kara elfler, Drizzt’in ailesi, onun bu küfürünü af etmeyeceklerdi ve Karanlıkaltı’nda, onların erişemeyeceği bir yer yoktu.


Güneş, piwafwisme ya da çizmelerine yaptığı gibi, onu da yakıp, dağ rüzgarında havaya dağılacak gri bir duman bile olsa, ilkelerinden ve kendine duyduğu saygıdan, hayatını değerli kılan bu kavramlardan vazgeçmeyecekti. Drizzt, pelerininden geride kalanları toplayıp, derin bir uçurumdan aşağı fırlattı. Soğuk dağ rüzgarı, terlemiş alnına batmaya başlamıştı, ama drow, sırtı dik ve gururlu bir şekilde yürümeye başladı, yüzünde kendinden emin bir ifade vardı, lavanta gözleri ise tamamen açıktı. Bu kaderi onun tercihiydi. Dağın başka bir yamacında, yakınlarda bir yerde, başka bir yaratık güneşin yükselişini izliyordu. Ulgulu da kendi doğduğu yeri, Gehenna’nın dumanlı yarıklarını geride bırakmıştı ama bu yaratığın kendi isteği değildi. Bu Ulgulu’nun yeterli güce kavuşup tekrar evine döneceği ana kadarki kaderi, çekmesi gereken ceza idi. Ulgulu’nun payına düşen cinayetti; etrafındaki ölümlülerin hayat gücüyle beslenmek. Olgunluğuna erişmesine az bir zaman kalmıştı; artık büyük, güçlü ve de korkutucuydu. Her ölüm, onu güçlendiriyordu. BÖLÜM 1 Gün Doğumu Gözlerimi yakıyor ve vücudumun her bölgesine acı veriyordu. Piıuafwimi ve çizmelerimi parçalamış, zırhımdaki büyüyü yok etmiş; ve de hep güvendiğim palalarımı zayıflatmıştı. Gene de her gün, hiç şaşmaksızın, gün doğumunu beklemek için, aynı yükseltiye, benim yargılanma yerime oturuyordum. Bana her gün, zıtlıklarla dolu bir şekilde görünüyordu. Acı yadsınamazdı ama görüntünün güzelliği de öyle.

Güneşin ortaya çıkışından önceki renkler, Karanlıkaltı’ndaki hiçbir ısısal rengin yapamayacağı bir şekilde ruhumu sarmalıyordu. Önce bu etkilenmemin, görüntünün alışılmamışlığından meydana geldiğini düşünüyordum, oysa bu gün bile, aradan onca sene geçmesine karşın, kalbim, şafağı müjdeleyen parıltılarla birlikte delice atmaya başlıyor. Şimdi biliyorum ki, gün ışığında geçirdiğim kefaret saatlerim aslında, yeryüzüne uyum sağlama çabamdan çok öteydi. Güneş, Karanlıkaltı’yla, yeni evim arasındaki farklılığı sembolize ediyordu. Geride bıraktığım, gizli işler ve entrikalar çeviren topluluk, gün ışığında varolamazdı. Bana fiziksel olarak yaşattığı acıya karşılık bu güneş, benim o karanlık dünyayı reddetmem için bir araç olmuştu. Ortaya çıkan ışınlar, drow yapımı büyülü silahlarımı zayıflatırken, prensiplerimi güçlendiriyordu. Gün ışığında, piwafwim; beni gözleyenleri alteden, hırsızların ve kiralık katillerin kıyafeti, koruyucu pelerinim, işe yaramaz bir kumaş yığını olmuştu. Drizzt Do’Urden 1 Drizzt, kalkan oluşturan çalıların yanından ve de artık evi olarak kullandığı mağaraya girişi sağlayan düz ve çıplak kayayı sürünerek geçti. Yakın bir zamanda bu yoldan başka bir şeyin geçtiğini biliyordu. Görülen bir iz yoktu fakat koku kuvvetliydi. Guenhwyvar, yamaçtaki mağaranın üstündeki kayaların etrafında bir daire çizdi. Panterin varlığı drowa güven veriyordu. Drizzt, Guenhwyvar’a içgüdüsel olarak güveniyordu, kendisine tuzak kuran düşmanları ortaya çıkarabileceğinden emindi. Drizzt karanlık girişte kayboldu ve panterin arkasından gelip onu gözetlemeye başladığını farkettiğinde gülümsedi.

Drizzt, hemen girişteki bir taşın ardında, gözlerini karanlığa alıştırmak için durakladı. Hızla batıya doğru ilerleyen güneş hâlâ parlaktı ama mağara, Drizzt’in görüşünü kızıl ötesi tayfa geçirecek kadar karanlıktı. Gözleri alıştığında, Drizzt, davetsiz misafirini tespit etti. Tek bölmeli mağaranın içinde, ilerdeki bir kayanın arkasına gizlenmiş bir canlının ısı izleri. Drizzt belirgin bir şekilde rahatladı. Guenhwyvar artık sadece birkaç adım ötedeydi ve taşın boyutuna bakıldığında, bu büyük bir yaratık olamazdı. Fakat gene de, Drizzt, boyutuna bakılmaksızın, her canlının saygı görüp tehlikeli olarak nitelendirildiği Karanlıkaltı’nda yetişmişti. Guenhwyvar/a, çıkışın yanındaki mevkiini korumasını işaret ederek, davetsiz misafiri daha iyi kontrol edebileceği bir yere doğru sürünerek ilerledi. Drizzt, bundan önce hiç böyle bir hayvan görmemişti. Görüntüsü neredeyse bir kediyi andırıyordu, ama kafası daha ufak ve sivriceydi. Birkaç kilodan fazla olamazdı. Bununla birlikte, çalı gibi görünen kuyruğu ve de kalın kürkü, onun bir avcıdan çok bir otobur olduğuna işaret ediyordu. Muhtemelen, drowun varlığından habersiz, yiyecekleri karıştırıyordu. Palalarını kınlarına yerleştirirken, “Sakin ol Guenhwyvar,” dedi Drizzt sessizce. Başka bir yol arkadaşı bulmuş olabileceği düşüncef si ile yaratığı korkutmamak için arada mesafe bırakmaya özen göstererek, daha iyi görebilmek için davetsiz misafire doğru bir adım attı.

Eğer hayvanın güvenini kazanabilirse… Drizzt’in bu hareketiyle, hayvan hızla döndü, kısa ön ayaklarını duvara yaslamıştı. “Sakin ol,” dedi Drizzt kısık bir sesle, davetsiz misafirine. “Sana zarar vermeyeceğim.” Drizzt bir adım daha attığında yaratık hırladı ve etrafında döndü, ufak arka ayaklarını yere vuruyordu. Drizzt, yaratığın kendini mağaranın arka duvarından dışarı itmeye çalıştığını sanarak, neredeyse yüksekçe bir sesle güldü. O sırada Guenhwyvar öne sıçradı ve panterin bu anlık rahatsızlığı drowun yüzündeki rahatlamış ifadeyi silip attı. Hayvanın kuyruğu havaya kalkmıştı; Drizzt, içerideki soluk ışıkta yaratığın sırtındaki belirgin çizgileri gördü. Guenhwyvar inleyerek kaçmaya çalıştı ama artık çok geçti… Bir saat kadar sonra Drizzt ve Guenhwyvar, yeni bir barınak arayışıyla dağın aşağılarındaki patikalarda ilerliyorlardı. Her ne kadar pek fazla olmasa da kurtarabildiklerini yanlarına almışlardı. Guenhwyvar, Drizzt’in uzağında ilerliyordu. Yakınlık sadece kokuyu daha dayanılmaz bir hale getirmeye yarıyordu. Drizzt, istifini bozmamaya çalışıyor ama kokusu, aldığı dersin umduğundan daha acı olmasına yol açıyordu. Tabi ki yaratığın adını bilmiyordu ama görüntüsünü zihnine iyice yerleştirmişti. Bir daha bir kokarca ile karşılaştığında ne yapması gerektiğini biliyordu. “Peki ya bu garip dünyadaki diğer karşılaşacaklarım,” diye fısıldadı Drizzt, kendi kendine.

Bu drowun bu tür endişelerini ilk kez dile getirişi değildi. Yeryüzü hakkında çok az şey biliyordu, burada yaşayan yaratıklar hakkında bilgisi daha da azdı. Aylarını, arada bir civardaki daha kalabalık yerlere yaptığı ziyaretler dışında hep mağarada ve onun çevresinde geçirmişti. Bu ziyaretleri sırasında, oralarda, genellikle uzaktan pek çok hayvan görmüş, hatta bazı insanları inceleme şansı da olmuştu. Buna rağmen reddedileceği ve kaçacak hiçbir yeri kalmadığı gerçeğini düşünerek, komşularını selamlamak için saklandığı yerden çıkma cesaretini kendinde bulamıyordu. Hızla akan suyun sesi, etrafa kokular saçan drow ve panteri hızlı hareket etmeye yönlendirdi. Hemen saklanacak bir gölge arayan Drizzt, Guenhwyvar balık avlamak için suya atlarken, giysilerini ve zırhını çıkarmaya başladı. Panterin su içinde çıkardığı sesler, drowun sert hatlı yüzünde bir gülümseme yarattı. Bu akşam ziyafet vardı. Tedbirli bir şekilde Drizzt, kemerinin tokasını çözdü ve silahlarını zincirden örülmüş zırhının yanına yerleştirdi. Aslında silahı ve zırhı olmadan kendini çaresiz hissediyordu -Karanlıkaltı’nda onları asla erişimi zor olan bir yere koymazdı- ama aylardır, gerçek anlamda onlara ihtiyaç duymamıştı. Palalarına baktı ve onları en son kullandığı zamana ait acı tatlı hatıralarla doldu. Dövüştüğü kişi Zaknafein’di, babası, eğitimcisi ve en yakın dostu. Bu karşılaşmadan bir tek Drizzt kurtulmuştu. Artık o efsanevi silah ustası yoktu, ama dövüşün sonundaki zafer Drizzt’e olduğu kadar Zak’a da aitti, çünkü aslında, o asit dolu mağaradaki köprülerde peşinden gelen Zaknafein’in kendisi değildi.

Gerçekte Drizzt’in kötülük dolu annesi, Saygıdeğer Malice tarafından yönetilen hayaletiydi. Lloth’u ve de karmaşık drow toplumunu reddettiği için oğlundan intikam almak istiyordu. Drizzt, Menzoberranzan’da otuz yıldan fazla zaman geçirmiş fakat bu drow şehrinde kural haline gelen kötü niyeti ve zalimliği kabullenememişti. Silah kullanmadaki becerisine karşın, Do’Urden Evi için bir utanç kaynağıydı. Karanlıkaltı’nın vahşi ortamında bir sürgün hayatı yaşamak için şehirden ayrılan Drizzt, aynı zamanda yüksek rahibe olan annesini Lloth’un himayesinden uzaklaştırmıştı. Bu yüzden, Saygıdeğer Malice Do’Urden, Lloth için kurban ettiği silah ustası Zaknafein’in ruhunu çağırarak, O’nü oğlunun peşinden yollamıştı. Oysa planında bir hata vardı, Zak’ın vücudunda Drizzt’e saldırmayı kabullenmeyecek kadar ruh kalmıştı. Zak, Malice ile olan mücadelesinden galip çıkar çıkmaz, zafer çığlığı atarak kendini asit gölüne savurmuştu. “Babam,” diye fısıldadı Drizzt, bu basit kelimeden güç alarak. Zaknafein’in yapamadığını o başarmıştı; Zak’ın yüzyıllardır, Saygıdeğer Malice’in güç oyunları içinde bir piyon olarak tutsak olduğu drowların kötülük dolu hayatlarını o geride bırakmıştı. Zaknafein’in başarısızlığı ve ölümünde, Zak’ın asit dolu mağaradaki zaferinde, genç Drizzt metaneti bulmuştu. Drizzt, Menzoberranzan’daki Akademi hocalarının ördükleri yalanlan reddederek, yeni bir hayata başlamak için yeryüzüne çıkmıştı. Buz gibi akıntıya girdiğinde Drizzt titredi. Karanlıkaltı’nda yalnızca sabit bir ısı ve değişmez bir karanlık vardı. Oysa burada, bu dünya O’nü her an şaşırtıyordu.

Daha şimdiden gece ve gündüz sürelerinin sabit olmadığını keşfetmişti; güneş her geçen gün daha erken batıyor ve ısı -ki zaten her saat farklılıklar gösteriyordu- son birkaç haftada da iyice düşmüştü. Bu aydınlık ve karanlık süreleri dahi kendi içlerinde belirsizliklere gebeydi. Bazen geceler, gümüş renginde parlayan bir küre tarafından ziyaret ediliyor, günler ise bazen griliğin yerine parlayan mavi bir kubbe ile örtülüyordu. Tüm bunlara karşın, Drizzt çoğunlukla, bu bilinmez dünyaya geldiği için kendini rahat hissediyordu. Kendisinden metrelerce ötede uzanan silahlarına ve zırhına bakarken, Drizzt, tüm garipliklerine rağmen, yeryüzünün, Karanlıkaltı’ndaki herhangi bir yerden çok daha fazla huzur vaadettiğini kabullenmek zorunda kalıyordu. Tüm sükunetine rağmen Drizzt vahşi bir ortamdaydı. Yeryüzünde geçirdiği dört aya rağmen, büyülü kedimsi dostunu çağırabildiği anlar dışında yalnızdı. Artık yırtılmaya yüz tutmuş pantalonu haricinde tamamen çıplak, kendi kokusu yüzünden tüm koku alma yetisini kaybetmiş, ve işitme organı gürültü ile akan suyun sesi tarafından köreltilmiş olan drow, tüm tehlikelere açıktı. “Felaket görünüyor olmalıyım,” dedi Drizzt düşünceyle, ince parmaklarını kalın ve beyaz saçlarının arasından geçirirek. Geriye dönüp, eşyalarının olduğu yere bakındığında, tüm düşünceleri birdenbire silindi. Beş iri siluet eşyalarını karıştırıyor ve şüphesiz ki elfin hırpani görüntüsü ile ilgilenmiyorlardı. Drizzt, bu iki metre boyundaki köpek yüzlü yaratıkların gri derilerini ve burunlarını icelemeye başladı, ama özellikle kendine doğrultulmuş olan mızrakları ve kılıçları inceliyordu. Bu yaratıklar hakkında biraz bilgisi vardı, daha önceden bunlara benzer yaratıkların Menzoberranzan’da köle olarak çalıştıklarını görmüştü. Ama şu anda, gnoller, Drizzt’in hatırladığından daha farklı ve daha uğursuz görünüyorlardı. Kısa bir an, palalarına doğru koşmayı düşündü ama bu fikri, o daha yaklaşamadan mızraklardan biri tarafından delik deşik edileceğini bildiği için kafasından attı.

Bu gnoll grubunun kızıl renkli saçlara sahip, iki buçuk metre boyunda olan en irisi, Drizzt’e, onun aletlerine ve sonra tekrar kendisine uzunca bir süre baktı. “Ne düşünüyorsun?” diye mırıldandı Drizzt, sessizce. Aslında gnoller hakkında pek az şey biliyordu. Menzoberranzan Akademisinde kendisine, gnollerin goblinoid ırkına ait, kötü, tutarsız ve de tehlikeli bir tür olduğu öğretilmişti. Yeryüzü elfleri ve insanlar hakkında -hatta şimdi farkına varıyordu ki- neredeyse drcw olmayan her ırk hakkında eğitilmişti. İçinde bulunduğu duruma aldırmadan neredeyse yüksekçe bir sesle güldü. İronik bir şekilde, tutarsız bir şekilde kötü olma sıfatını asıl drowlar hakediyordu. Gnoller ne hareket etti ne de emir verdi. Drizzt, bir kara elf karşısındaki endişelerini anlıyor ve eğer bir şansa sahip olmak istiyorsa bu doğal korkuyu kullanması gerektiğini biliyordu. Kendisine miras kalan büyülü, doğuştan gelen yeteneklerini kullanarak, Drizzt kara ellerini salladı ve beş gnolün etrafında zararsızca parlayan mor ışıklar meydana getirdi. Yarattıklardan biri, Drizzt’in de ümit ettiği gibi kendini yere attı ama diğerleri kendilerinden daha tecrübeli olan liderlerinin ileriye dönük eline bakarak bir işaret beklediler. Sinirli bir şekilde etraflarına bakmıyor, bu karşılaşmaya devam etmenin mantığını sorguluyorlardı. Oysa gnoll şefi, artık ölü olan bir korucuyla yaptığı savaşta, zararsız peri ışığını görmüş, ne olduğunu biliyordu. Drizzt olacakları hissederek bir sonraki hareketini belirlemeye çalıştı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir