R. A. Salvatore – Unutulmuş Diyarlar – 15 – Avcının Kılıçları Serisi – 1 – Bin Ork

“Ah, bundan daha sıkı çekmeniz lazım!” diye haykırdı Tred McKnuckles, iki aƩan ve üç cüceden oluşan araba ekibine. “Yaz güneşi kelleşen kafamda parlamadan önce Shallows’a varmayı umuyorum!” Sesi etraķndaki taşlara çarpıp yankılanıyordu ve bu, Tred’in cüssesindeki birine yakışan bir kükreyişƟ. Cüceler için bile ƨknaz sayılırdı. Güçlü darbeleri kaldırabilecek bir vücuda ve daha güçlü darbeler atabilecek şişkin kollara sahipti. Sarı sakalı uzundu ye çoğunlukla iri kemerinin ön kısmına sıkışƨrırdı. İki omzunda da savrulmaya hazır bekleyen ķrlatma çekiçleri —ki bunlara çoğunlukla “cüce oku” denilirdi— asılı duruyordu. “Dier aƨ arabanın arkasına tünetmemiş olaydın çok daa kolay olurdu, seni salak herif!” diye haykırdı arabayı çeken cücelerden biri. Tred ise kamçısıyla cücenin kıçına bir şaplak atarak cevap verdi. Cüce durdu, daha doğrusu durmaya çalışƨ, fakat at arabasının yoluna devam etmesi ve arabaya boyundurukla bağlı olması sebebiyle, güçlü ve ƨknaz bacaklarını hareket eƫrmeye devam etmesinin iyi bir fikir olduğunu düşündü. “Sana bunu ödetçeemden hiç şüphen olmasın!” diye Tred’e hırladı ama arabayı çeken diğer cüceler ve sürücü sırasında, lider cücenin yanında oturan diğer üçü ona kahkahalarla güldü. Grup, Rauvin Dağları’nın baƨ kısmı boyunca uzanan kuzey yolundan gitme riskini göze aldığı için, iki on gün önce Felbarr Kalesi’nden yola koyulduğundan beri iyi yol kat etmişƟ. Düz zemine doğru ilerleyen grup, Kara Aslan adındaki barbar kabilesinin büyük yerleşim yerlerinden birinde küçük çaplı bir Ɵcaret yapıp erzak depolamışƨ. Beorunna’nın Kuyusu adındaki o yerleşim yeri, Sundabar, Gümüşay ve Quaervarr ile birlikte, Felbarr Kalesi’nin yedi bin cücesinin gözde Ɵcaret merkezlerinden biriydi. Genellikle cücelerin kervanı Beorunna’nın Kuyusu’na girip ƟcareƟni yapar, sonra da güneye, dağ lara, yani yuvaya dönerdi. Fakat bu grup, barbar kabilesinin liderlerini şaşırtacak şekilde batı ve kuzeybatıya doğru yoluna devam etmişti.


Tred, Shallows ile Surbrin Nehri boyunca, Dünyanın Omurgası’nın baƨ kıyısında uzanan diğer küçük kasabaları Ɵcarete açmaya kararlıydı. SöylenƟlere göre Mithril Salonu, bilinmeyen bir sebepten dolayı, son zamanlarda nehrin kuzeyindeki kasabalarla ƟcareƟ ağırdan alıyordu ve her zaman için ķrsatçı olan Tred, bu boşluğu Felbarr’ın doldurmasını isƟyordu. Ne de olsa başka söylenƟler, cüce işi olduğu düşünülen son derece muhteşem mücevherlerin ve haƩa birkaç kadim ziyneƟn Dünyanın Omurgası’nın baƨ ucundaki sığ madenlerden çekildiğine işaret ediyordu. Elli millik yol için kış sonu havası epey rahat olmuştu ve at arabası Aykorusu’nun kuzey ucundan hiçbir terslikle karşılaşmadan geçip Dünyanın Omurgası’nın eteklerine varmışƨ. Fakat cüceler biraz fazla kuzeye açılmış olduklarından güneye dönmek ve dağı sağ taraflarında tutmak zorunda kalmışƨ. Yine de hava nispeten ılıkƨ ama kar tabakalarının sağlamlığını bozacak ve paƟkalara çığlar düşürecek kadar sıcak değildi. Fakat aynı sabah, atlardan birinin ayak parmakları arasında çirkin bir apse belirmişƟ, becerikli cüceler aƨn ayağına saplanan taşı çıkarıp apseyi boşaltmayı basarsa da, at henüz yüklü arabayı çekecek durumda değildi. HaƩa kendi başına bile rahat yürüyemiyordu, bu sebeple Tred takıma aƨ iri arabanın arka kısmına kaldırmalarını söylemiş ve diğer altı cüceyi üç kişilik iki çekiş takımına bölmüştü. Cüceler bu konuda oldukça iyiydi ve uzun bir süre boyunca at arabası önceki hızını korumayı başardı ama ikinci takım ikinci vardiyasının sonuna yaklaşırken hantallaşmaya başladılar. “Sence o aƨ ne zaman koşum takımına yeniden bağlayabiliriz?” diye sordu, Tred’in küçük kardeşi olan ve sarı sakalı göğsünün yarısına ancak erişen Duggan McKnuckles. “Pöh, yarın yanımızda yürüyor olur,” diye yanıtladı Fred kendinden emin bir şekilde ve diğerleri başlarıyla onayladı. Ne de olsa hiçbiri atları Tred kadar iyi tanımıyordu. Felbarr Kalesi’ndeki en iyi demirci ustalarından biri olmasının yanında, aynı zamanda mekanın en önde gelen seyis başıydı. Her ne zaman tüccar kervanları cüce kalesine gelse, atları nallaması için kaçınılmaz olarak Tred çağrılırdı ve bu genellikle bizzat Kral Emerus Warcrown taraķndan yapılırdı. “Öyleyse gece için konaklamaya hazırlansak iyi olur,”d edi arabayı çekmekte olan cücelerden biri.

“Bir kamp kurar güzel bir yahni yer ve yediğimizi de bir fıçı birayla cilalarız!” “Ho ho!” diye kükredi diğer birkaç cüce onunla hemfikir olarak —ki cüceler bira tükeƟmi ihtimali söz konusu olduğunda genellikle bunu yapardı. “Pöh, hepiniz iyice laçkalaşmasınız!” diye ağzından kaçırdı Tred. “Sadece Shallows’a Smig’den önce varmak istiyorsun!” diye iddia etti Duggan. Tred tükürüp ellerini salladı. Bu çok bariz bir iƟrazdı. Oradaki herkes bunun doğru olduğunu biliyordu. Smig, Tred’in en büyük rakibiydi. Onlar, birbirilerinden nefret ediyormuş gibi görünen ama aslında sadece birbirilerini alt etmek için yaşayan iki dosƩu. İkisi de medarı iŌiharı olan kulesi ve meşhur büyücüsüyle küçük Shallows kasabasının kıştan önce —iyi silahlar, zırhlar ve at nallarına ihƟyaç duyan hudut adamları taraķndan— adeta akına uğradığını biliyordu ve ikisi de Kral Warcrown’ın Dünyanın Omurgası sırasındaki Ɵcaret rotalarını bir hale yola koymaktan memnun olacağını ilan edişini duymuştu. Üç asırdır orkların elinde olan kalenin yeniden ele geçirilişinden beri, Felbarr’ın baƨsındaki arazi dikkate değer derecede sakinleşmişken doğudaki dağlık bölge hâlâ canavarların faaliyetleriyle doluydu. Mithril Salonu’na açılan bir Karanlıkalƨ yolu mevcuƩu ama BaƩlehammer Klanı’nın kalesinin kuzeyindeki toprakları açacak bir yol henüz keşfedilmemişƟ. Tred’e eşlik eden tüm cüceler — çalışanları; kardeşi Duggan, kunduracı Nikwillig ve diğer Felbarr tüccarları için gerekli mallar (çoğunlukla bira) taşıyan ķrsatçı kardeşler Bokkum ile Stokkum dahil olmak üzere— bu işe hevesle gönüllü olmuştu. Oraya ilk varan kervan en çok kâr eden kervan olacak, sınır adamlarının geƟrdiği hazinelerden payını alacakƨ. Bundan daha da önemlisi, ilk kervan bununla övünebilecek ve Kral Warcrown’ın gözüne girecekti. Yola koyulmadan önce Tred, Smiggly “Smig” Stumpin ile iyi niyetli bir içki müsabakasına tutuşmuş, bunu yapmadan önce de Moradin rahiplerinden birine alkolün etkisini alt eden bir iksir için iyi para ödemeyi ihmal etmemişƟ.

Tred ekibiyle birlikte Felbarr Kalesi’nden çıkƨğından beri, zavallı Smig daha uyanmadan bir gün ve cüce, kalenin ön kapısından geçirecek kadar toplayamadan önce başka bir gün daha kazandığını tahmin ediyordu. Bir at toynağındaki apse gibi küçük bir hadisenin grubu, Smig’in onları yakalamasına fırsat sunacakkadar yavaşlatmasına izin vermeyecekti! “Üç mil daha tırıs gidin, sonra bugünlük ara vereceğiz,” diye önerdi Tred. Etraķndan inlemeler yükseldi. HaƩa erken kamp kurmakla en büyük zarar edecek olan Bokkum —zira daha fazla bira tükeƟlecek ve saƨlacak daha az bira kalacakƨ, fakat zaten iddiaya göre, Shallows’da bira falan satmayacak ve geri kalanını dönüş yolculuğunun kutlamaları için saklayacakƨ— bile iƟraz eƫ. “Üç mil olsun!” diye haykırdı Tred. “Bu gece kamp yerini Smig ve oğlanlarıyla paylaşmak ister misiniz;”’ “Pöh, Smig daha yola bile çıkmamıştır,” dedi Stokkum. “Çıkmışsa bile, ardımızda çökerƫimiz kaya yığınıyla epey yavaşlamak zorunda kalmışƨr,” diye ekledi Nikwillig. “iki mil daha!” diye kükredi Tred. Sonra kamçısını tekrar şaklaƴ ve zavallı Nikwillig dimdik doğrulup kaba sürücüye ters ters bakacak kadar kafasını çevirmeyi başardı. “Bana bir daa vurursan sana ööle bir pabuç yaparım ki uzun süre unutamazsın!” diye kabadayılandı Nikwillig. Diğerleri yüzünden çekişƟrilirken ayakları yerde küçük hendekler oluşturuyor ve bu da, Tred ile diğerlerinin daha da fazla kahkaha atmasına sebep oluyordu. Nikwillig tekrar huysuzluk yapmaya başlayamadan evvel, Duggan, Moradin’i bile memnun edecek derin bir madendeki büyük bir kasabanın miƟk cüce ütopyasıyla ilgili şarkısını başlaƴ. “PaƟkayı ƨrman!” diye yumuşak bir sesle şarkıya başladı ve diğerleri şarkı mı söylediğini, yoksa emir mi verdiğini anlayamadı. “Kır kapıyı, coş!” diye devam etti ve Stokkum, “Ne kapısı?” diye sordu. Ama Duggan şarkıya devam etti, “Tüneli bul ve biraz daha koş!” “Ah, Aşsa Yukarı!” diye haykırdı Stokkum ve tüm ekip, haƩa huysuz Nikwilligjoile, fazla uzun dayanamayıp gürültülü, tezahürat benzeri şarkıya başladı.

“PaƟkayı ƨrman Kır kapıyı, coş. Tüneli bul ve biraz daha koş. “Aşşadan akan dereyi seç, kızılca parlak köprüyü geç. Gülümse arƨk, çatma kaşları Buldun Aşsa Yukarı Kasabası’m “Aşsa Yukarı! Aşsa Yukarı, Buldun Aşsa Yukarı Kasabasını. Aşsa Yukarı! Aşsa Yukarı. Gülümse arƨk, çatma kaşları. “Buradan çıkar en iyi bira, kocaman ekmekler peşi sıra. Büyük Şef Şişkupa ve yahnisi, Üstat Tombul’un kırk kazan içkisi. “Oyuklarda kır dök taşı, arabaya koy ocağa taşı. EriƟrsen bir güzel satarsın, Aşsa Yukarıdadır en güzel alƨn! “Aşsa Yukarı! Aşsa Yukarı, Buldun Aşsa Yukarı Kasabası’nı. Aşsa Yukarı! Aşsa Yukarı, Gülümse artık, çatma kaşları.” Şarkı bu şekilde birçok dörtlük boyunca devam eƫ ve yedi cüce eski şarkının orijinal sözlerini biƟrdiğinde, her zaman yapƨkları üzere, doğaçlamaya başladı ve her biri, Aşsa Yukarı gibi dikkate değer bir yer konusundaki kendi beklenƟlerini sıraladı. Ne de olsa cüce şarkısının tüm eğlencesi buradaydı, aynı zamanda algısı kuvvetli bir cüce için muhtemel dostlarla muhtemel düşmanları ayırt etmenin çok ince bir yoluydu. Aynı zamanda şarkı onları oyalamaya yarıyordu, özellikle de, kamburları çıkmış bir şekilde, zorlanarak at arabasını çeken üç cücenin. O dakikalar içinde, kayalıklı zeminde hoplaya sıçraya giderek iyi bir ilerleme kaydeƫler.

Grup paƟkada güneye doğru ilerlerken, dağlar sağ taraflarında yükseliyordu. Sürücü makamında oturan Tred sırayla isimler haykırıyor ve bir sonraki dizeyi ismini söylediği cücenin uydurmasını isƟyordu. Küçük kardeşi Duggan’ın ismini söyleyene kadar bu oyun gayet sorunsuz bir şekilde gitti. Diğer beşi arkaplan müziği oluşturmak için mırıldanmaya devam eƫ ama neredeyse büsbütün bir dizeyi bitirmişlerdi ve Duggan’dan hâlâ bir cevap çıkmamıştı. “Pekala,” diye sordu Tred, dönüp küçük kardeşine bakarak ve Duggan’ın yüzünde son derece şaşkın bir ifade görerek. “Bir küple attırıver, evlat!” Duggan ona merakla, kafası karışmış bir halde uzun bir süre bakƨktan sonra sessizce konuştu; “Sanırım yaralandım.” Tred o şaşkın ifadenin ötesini ancak o zaman görüp başını ileri uzaƴ ve Duggan’a daha geniş bir açıdan bakƨ. Tred, Duggan’ın böğrüne saplanmış bir mızrak olduğunu ancak o zaman görebildi! Feryat eƫ ve at arabasının arkasında oturan iki cüce dönüp de yığılan Duggan’a bakƨğında, arkasından gelen mırılƨlar durdu. Öndekiler de sessizleşƟ ama tam olarak değil, tabii bu da, iri bir kaya ıslık çalarak gelip şaşkına dönmüş üç cücenin önündeki yola çarpana ve üzerlerine doğru yuvarlanıp Nikwillig’in omzunu sıyırıp onu bayıltana dek sürdü. Dehşete kapılan atlar dört nala koşmaya başladı ve hem yaralı at, hem de zavallı Stokkum arabanın arkasından kurtuldu, Stokkum taş zemine yuvarlandı. Tred, hayvanları yavaşlatma çabasıyla dizginlere sertçe asıldı, zira öndeki cüce dostları da —özellikle bilincini yitirmiş görünen Nikwillig—atlarla birlikte çekilip sürükleniyordu. Hoplaya sıçraya ilerleyen at arabasının yanına başka bir kaya çarpƨ ve bir üçüncüsü ise koşturan takımın tam önüne düştü. Atlar çılgınlar gibi sola kırdıktan sonra sağda kalan yola geri dönmeye çalıştı ve arabanın iki tekerlek üzerine kalkmasına sebep oldu. “Sağa gidin!” diye emreƫ Tred ama daha bu talimaƨ verirken, arabanın sol tekerlekleri büküldü ve araba devrilip yan döndü. Derken atlar serbest kaldı, koşum takımlarını ve bağlı olan üç cüceyi de beraberlerinde sürükleyerek kayalıklı patikada koşturdu.

Tred’in arkasındaki iki cüce arabadan dışarı uçtu — Duggan ise bunun hiç farkında değildi. Tred de atlayacakƨ ama bacağı sürücü sırasının atlına sıkışmışƨ. At arabası üzerine çöktüğünde kemiklerinin çaƨrdadığını hisseƫ, sonra kafasına sert bir darbe aldı. At arabası yana doğru yuvarlanmaya devam ederken, bir anlığına kafasının patlayıp kanlı bir et yığınına dönüştüğünü düşündü ama kısa sürede üzerine dökülen sıvının bira olduğunu anladı. Cüceyi felakeƩen yalnızca şans kurtardı, zira nasıl olduysa kendini kapağı kırılan o varilin içinde buldu. Hoplayıp sıçrayarak ilerleyen varilin içinde dağ yamacından aşağı yuvarlandı. Bir kaya onu aniden durdurup varili paramparça etti ve Tred garip bir şekilde dönerek savruldu. Etraķndaki kayalar kadar sert olan cüce debelenerek ayağa kalkƨ. Bacaklarından biri tutmuyordu, bu sebeple öne doğru kayaların üzerine devrildi ve inatla dirseklerinin üzerine doğruldu. İşte o zaman onları gördü: düzinelerce ve düzinelerce ork, mızraklarını ve sopalarını savurarak parçalanmış at arabasının ve devrilmiş cücelerin üzerine üşüşüyordu. Onları yüksek zeminden aşağı bir çiŌ dev —Tred’in umacağı üzere tepe devi değil, daha iri, mavi tenli ayaz devleri— takip ediyordu. İşte o zaman bunun sıradan bir akıncı grubu olmadığını anladı. Bilincini yiƟrmekte olan Tred, kendini geriye ķrlaƨp başka bir yamaçtan aşağı yuvarlanmaya ve bir böğürtlen çalısının dibindeki başka bir kayaya sertçe çarpıp duracak kadar aklını başında tutmayı başardı. Tekrar kalkmaya çalışƨ ama toz toprakla dolu ağzında kan tadı aldı. Tred bilincini yitirdi.

“Pekala, hayatta mısın, diil misin?” diye uzaktan, boğuk bir ses geldi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir