Sait Faik Abasıyanık – Medarı Maişet Motoru

Yeni Mecmua’da 1940-41 yılları arasında tefrika edilen Medarı Maişet Motoru, Sait Faik’in annesinden aldığı yardımla, Ahmet İhsan Basımevi’nde 2000 adet olarak basılır (1944). Henüz dağıtılmaya başlanmışken bakanlar kurulu kararıyla toplatılan roman, kimi paragrafları çıkartılarak Birtakım İnsanlar adıyla 1952 yılında okuyucusuna kavuşur. Bu edisyon söz konusu iki baskının karşılaştırılmasıyla hazırlandı. Dönemin koşullarında “tehlikeli” bulunarak çıkarılan kısımlar, okuyucunun dikkatini çekmek amacıyla koyu harflerle verildi. Farklı dillerden aktarılan sözcüklerle ilgili bir sözlük çalışması yapılmış ve dipnotlama yöntemiyle sunulmuştur. Rumca sözcüklerin Türkçe karşılıkları için Ari Çokona’ya başvuruldu. Editörün notu. Kir [2] Dimitro’nun berber dükkânının bir kapısı deniz kenarına, ötekisi, sütçü ile ekmekçinin dükkânları önündeki dar yola açılırdı. Deniz kenarındaki kayıklara yahut da deniz kenarındaki kayıklardan, yarısını lokanta haline sokmuş Bulgar sütçü Pandeli’nin kuru fasulye ile pilav kaynayan tencerelerine kavuşmaya en kestirme yol, Dimitro’nun berber dükkânından geçtiği için dükkânın her iki kapısı da gelen geçene açıktır. Kalabalık günlerde insanlar, dükkânın içinden, birbiri arkasından adeta sokaktan geçermiş gibi lakayt geçerler. Dimitro, isterse dükkânından kimseyi geçirtmeyecek kadar can sıkan söz söylemesini bilir bir adamdır. Daha olmazsa deniz kenarındaki kapıyı açık bırakıp sütçünün dükkânı sokağına açılanı kapayıverir. Fakat bu dükkânın içinden gelip geçenler haftada bir defa olsun -bu gelip geçme diyeti olarakkendisine tıraş olurlar. Bu gelip geçenlerden uzamış sakalını Dimitro’nun usturasına vermemiş adam yoktur. Şayet bu bir hafta yahut bir ay -adamına göre- biraz fazlaca uzarsa Dimitro bunu derhal fark eder.


Beyaz saçları, beyaz bıyıkları, mavi gözleriyle altmışlık bir adam olan Dimitro, insanı ciğerinden vurmasını da bilen bir adamdır. Mesela Evgeniya ile dalga geçen delikanlıya: — Dimitro pasajından geçilir ama Evgeniya’dan geçilmez anam! der. Kendisine laf atılan delikanlıysa, Evgeniya ile olan münasebetini bir müddet için saklamaya mecburdur. Dimitro, en kirli imaları ekmek parası için yapmaya, en gizli dedikoduları -nadir akşamları mavi gözlerinin o, yine mavi cam cilasını vurmaya yardım eden duzikolar [3] için- öğrenmeye mecburdur. Kış günleri, köyde cinlerin top oynadığı, kedilerin rıhtıma dizildiği, ihtiyar Rum kadınlarının, hastalarla açların kedilerle beraber balıktan dönen kayıkları beklediği, poyrazın ejderha kafasını duvardan duvara, ağaçtan ağaca vurduğu mor renkli günlerde Dimitro’nun dükkânının iki kapısı da kapalı, pencereler buğulu, gazete kâğıtlı, içerisi su karıştırılmış bir bardak rakı kadar beyaz, bulanıktır. Bu bulanıklığın içinde su ibriğinin külü, kolonya şişelerinin tozu, sigara dumanı, Dimitro’nun üç beş günlük uzamış sakalı, gayet itinayla taranmış beyaz saçları vardır. Pencereden bakınca Dimitro hayal meyal camlardan gözükür. Gözlüklerini takmış, mahalli Rum gazetelerini, herhalde güzel bir inşat [4] ile okuduğu sanılır; biraz kulak verilirse onları gürül gürül okuduğu da anlaşılır. Kapı vurulunca içerde, beyaz bir mayi [5] içinde hareket eder gibi ağır hareketler sezilir. Bir anahtar kapıda gıcırdar. Müşteri içeriye süzülür. Kapıyı poyraz bir tekmede kapar. Dimitro’nun kapıyı açmasıyla müşterinin içeriye girmesi, poyrazın bir tekmede kapıyı kapaması o kadar anidir ki içeriye giren insanın, “Şimdi neredeydim, şimdi neredeyim?” der gibi bir his duymamasına imkân yoktur. Sonra poyrazın her aralık başında insanı gerilettiği veya ittiği, yağmurun insan yüzüne veya ensesine kör edercesine, delercesine yapıştığı günlerde Dimitro’nun dükkânının içi ılık, sessiz, kokuludur. Sabunla kolonya kokar.

Kış günleri Dimitro’nun dükkânında bir iki dakikalık bir saadet duymamaya imkân yoktur. Günlerden cumaydı. Dimitro gazetelerini okumakla meşguldü. Bir müşteri ona Atina’da çıkan gazetelerden de bırakmıştı. Kapı vuruldu, Dimitro gözlüklerini alnına itip buğulu camı sildi. Kısa boylu bir adama dikkatle baktı. Kapıyı açmamak, tekrar Venizelos’un beyanatına dönmek istedi. Sonra kapıyı vuranın yeni dost oldukları bir Türk olduğunu düşündü. Venizelos’un “İki Kardeş Millet” ismindeki makalesinden gelen bir sempatiyle gidip kapıyı açtı. — Sen misin, Kondos [6]? dedi. Poyraz, Kondos’un arkasından kapıyı tekmeledi (Kondos, Rumca kısa boylu adam manasına gelir). Tıraş olmaya gelen adamın yüzünde bir mahalle çocuğu hali vardı. İnsana neredeyse: “Gidelim ulan! Şehzadebaşı’na gidelim. Tüyeriz bir sinemaya be! Dinine yanayım! Hadi ulan, ne duruyorsunuz be salozlar?” deyiverecek… Bütün Ada halkını arkasına takıp, denizin üstünden yürümeyi teklif ederek, Şehzadebaşı’ndaki sinemalara bedava sokmaya çalışacak gibiydi. Adam, Dimitro’ya: — Bizim köseleyi bir kazıyıver! dedi.

Fakat Dimitro adamın hali tavrından, bu ancak bir haftalık sakalından kendisine bir haber vermeye yahut da bir şey danışmaya geldiğini derhal çaktı. Kondos bir haftalık sakalını tıraş ettirecek kadar zengin mi olmuştu? Yoksa yine takacak mıydı? Her zaman yaptığı gibi bütün ceplerini alabora edecek, adamakıllı bir küfürden sonra: — Bu ceplerde para mı kalır be usta Dimitro? Bak hepsi delik, diyecek. Usta Dimitro, Kondos’un parası olduğu zaman kendisine gelmeyeceğini bilirdi. Fakat Kondos’u kızdırmaya da gelmezdi. Belalının biriydi… Suyu ısıtmadı bile. Sabunu köpürtmedi. İki dakika sonra Kondos tertemizdi. Tıraş olunca yüzü o mahalle çocuğu suratını kaybetmişti. Bazı çizgileri sert, derin, hatta manidardı. İnsan o mahalle çocuğu intibaını Kondos’un gözlerinden aldığını derhal anlıyordu. Saçlarını ıslatırken: — Usta Dimitro, diye başladı, benim kızı senin yanına vermeye niyetim var… Ha, ne dersin? — Berber mi yapacaksın kızı, Ali Rıza? — Öyle istiyorum, Allah izin verirse… Dimitro, “Türkler ne oldular? Olur şey değil, vay anasını! Türkler… Bu Kondos gibileri bile… Olur iş değil” dedi içinden. — Nasıl olur? dedi. Sizin Müslümanlıkta günahtır vre Kondos. Ali Rıza hiddetlenmişti. — Ulan berber! Bana dinimi sen mi öğreteceksin? Ada’da âdettir: Fakir her erkek çocuk bir bakkal, sütçü, ekmekçi, pastacı, kasap veya berber yanına çırak alınır.

Kimse dışarıdan çırak getirmez. Ta ki, Ada çocuklarının hepsi iş bulsun… Yalnız hırsızlarla fazla açıkgözler müstesna… O geçen sene Karamanlı’nın zeytinyağlarını aşıran çocuk değil mi? Şu daha evvelki sene kilise mumlarını İstanbul’a kaçıran oğlan değil mi? Onlar müstesna, hepsi bir yere kapılanır. Üstleri yağlı, ayakları çıplak, belleri çökük, yazın koca yokuşları damacanalarla, sırtlarına yüklendikleri, fanilalardan sulan akan buzlarla, zeytinyağı tenekeleriyle, sepetlerle her şeyi bu çocuklar taşır. Dükkânların önünü onlar süpürür. İki lira haftalıklarım aylarca biriktirdikten sonra yaz bitene yalan hepsinin sırtında bir mavi gömlek, ayaklarında bit beyin verdiği büyük ayakkabı vardır. Şimdi beyaz, kar gibi pantolonlarıyla onlar da çorbacı çocuklarına karışabilirler. İşte o zaman da Karamanlı’nın dükkânından gaz tenekesi, sebzecinin şeftalileri, kavunları, ekmekçinin ekmekleri, pastacının kurabiyeleri eksilir. İşte bunun için haftalıklarını hemen yiyen çıraklar en makbul çıraklardır. “Para insanı ahlaksız ediyor. Karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor” der bakkal Karamanlı. Bunu tecrübeyle öğrenmiştir. Bunda bir hakikat vardır ama bu hakikati herkes kendine göre tefsir eder. Karamanlı’nın yüz paralık buzu, yirmi beşe, hastalara sattığı çok olmuştu. Ama buna hırsızlık denmez, açıkgözlülük denirdi. Kiliseden mumları aşıran çocuğa gelince: O da dünyada güzel şeylerin bulunduğunu altı ay sonra başına geçirebildiği mektepli kasketi, iki bacağına taktığı keten pantolonu giydikten sonra hissetmiştir.

Manastırın mumlarıysa demet demet köşede yığılıdır. Nafile yere yanar dururlar. İstanbul’a vapurla, parayla inilir. Bir yerde ışıklar söner, bir perdede çocuklar oynar, adamlar boğazlaşır. Bacakları gümüş kızlar öpüşür… İstanbul’da daha neler neler vardır… Manastırın mumlarıysa yok yere kilisede korkunç, sarı, manasız uzanmış ölüler için yanar. Doğrusu hiçbir çocuk böyle düşünmez. Biz büyükler böyle düşünürüz. Çocuk nasıl, niçin çalar? Yirmi tane faraziye ortaya koyar, yine de niçin çaldığını bilmeyiz. Berber Dimitro, çalan çocuklara karşı çok müsamahakârdır. Fakat kendisi hiçbir zaman çırak yetiştirememiştir de belki ondan… Dimitro, Kondos’un kızını reddetmek istedi. Sonra yine Venizelos’un makalesi hatırına geldi. Yine reddetmek istedi. Fakat köy âdetinde hırsızlığı olmayan çocuğu reddetmek hemen hemen hakaret, hiç olmazsa bir nevi fazla hodperestlik [7] gibi telakki edileceğini düşündü. Kondos’un bıyıklarını düzeltmek üzere şıkırdattığı makas daha fazla şıkırdamaya başladı. Yalnız olgun berberlerde düşünmekle makas şıkırdaması arasında bir muvazene [8] vardır.

Kötü berber düşünürken ya makas elinde donakalır yahut da makas ahenksiz şıkırdar. Çok iyi berberse hem kafasına, hem eline hâkim olandır. Düşüncenin süratiyle, haletiruhiyeyle makasın ahengi bozulmamalıdır. Diyebiliriz ki, aynı ahenkten anlayan bir başka berber bu makas şıkırtısıyla Mors alfabesiyle çıkarılan manalar çıkarabilir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir