Jules Verne – 80 Günde Devr-i Âlem

Konuşkan bir adam değildi Phileas Fogg. Ondaki gizemli hâli arttıran da bu gizem dolu sessizliğiydi. Ama hayatında esrarlı denecek bir yan yoktu. Şimdiye kadar belli bir yolculuk etmiş miydi?. Belki de söyledikleri doğruydu, kim bilir. Çünkü hiç kimse dünyayı onun kadar iyi bilmiyordu. En ücra yerler hakkında dahi fikirleri olurdu. Bazen klüpte yollarını kaybetmiş yolcular hakkında konuşulurdu. O zaman Phileas Fogg, bu konuşmalardaki hataları düzeltir, gerçek ihtimalleri gösterir, bu olaylar sonunda onun anlattığı gibi biterdi. Phileas Fogg, uzun süredir Londra’dan ayrılmamıştı. Kendisini daha eskiden tanıyanlar, evinden klübe gelmek için her gün yürüdüğü yol hariç, onu başka yerde görmediklerini söylüyorlardı. Phileas Fogg, yalnız gazete okumak ve vist oynamakla vakit geçirmekteydi. Vist, konuşulmadan oynanan bir kâğıt oyunu olduğundan onun yaradılışına uygundu. Phileas Fogg evli değildi.


Ayrıca akrabası ya da dostu da yoktu. Saville Row’daki evinde tek başına oturuyordu. Bir tek uşak, evin bütün işlerini görebiliyordu. Çünkü Phileas Fogg, öğle ve akşam yemeklerini hep aynı saatlerde, klübün aynı salonunda ve aynı masada yerdi. Günün yirmi dört saatinin on saatini evinde geçiriyor, bu süre içinde ya uyuyor ya da giyinerek tıraş oluyordu. Saville Row’daki evi lüks olmamakla beraber, çok rahat bir yerdi. Ev sahibinin alışkanlıkları hiç değişmediği için evin hizmeti pek o kadar ağır değildi. Fakat Phileas Fogg, çalıştırdığı bir tek uşağın yine de her işi tam zamanında ve çok düzgün yapmasını isterdi. Tam o gün, yani 2 Ekim tarihinde Phileas Fogg, uşağı James Forster’ın işine son vermişti. Uşağın suçu çok büyüktü. Efendisinin tıraş suyu seksen altı derece olacakken, seksen derece su getirmişti. Çok titiz olan efendisi de bu durum karşısında uşağına yol vermişti. Şimdi James Forster, yerine gelecek olan öteki uşağı bekliyordu. Yeni uşağın saat on birle on bir buçuk arasında gelmesi gerekiyordu. Phileas Fogg, bir koltuğa kurulmuş, iki ayağını hazır ol vaziyetinde bir asker gibi birbirine yaklaştırmıştı. Vücudu dimdikti.

Gözlerini saate dikmişti. Saat tam on bir buçuktu. Bay Fogg’un her günkü gibi evden çıkıp Reform klübe gitmesi gerekiyordu. Tam o sırada, Phileas Fogg’un oturmakta olduğu küçük salonun kapısı vuruldu. İşine son verilmiş uşak James Forster göründü: “Yeni uşak geldi efendim…” dedi. Onun peşi sıra da içeriye otuz yaşlarında bir delikanlı girerek selam verdi. Phileas Fogg: “Sen Fransız’sın; ama adın John, öyle mi?.” diye sordu. Yeni uşak: “Asıl adım Jean’dır…” dedi. “Fakat tanıdıklarım hep bana Paspartu Jean derler. Övünmek gibi olmasın ama tuttuğum her işin üstesinden gelirim de ondan. Herkes beni dürüst bir insan olarak tanır. Yalnız doğruyu söylemek gerekirse, şarkıcılık, canbazlık ve jimnastik hocalığına kadar her işi yaptım. Şimdi ise maksadım, sakin bir hayat sürmek. ‘Paspartu’ adını unutmak.

” Phileas Fogg: “Paspartu fena isim değil…” dedi. “Seni bana tavsiye eden dostlarım, hakkında iyi şeyler söylediler. Ne işi yapacağını biliyorsun, değil mi?” “Evet efendim.” “Peki, saatin kaç?” Paspartu, cebinden gümüş bir saat çıkarıp bakarak: “On biri yirmi geçiyor efendim…” dedi. “Evet ama saatin tam dört dakika geri. Neyse, farkın ne kadar olduğunu anladık ya, o da yeter. Şu hâlde 2 Ekim 1872 Çarşamba günü sabah saat on bir yirmi dörtten itibaren benim hizmetimdesin.” Phileas Fogg sonra şapkasını alarak dışarıya çıktı. Paspartu, sokak kapısının açılıp kapandığını işitti. Yeni efendisi dışarıya çıkıyordu. Kapı ikinci kez açılıp kapandı. Şimdi de kendisinden önce bu evde uşaklık eden James Forster sokağa çıkmıştı. Paspartu böylece Saville Row’daki evde yalnız kaldı. Paspartu, yeni efendisini incelemek imkânını da bulmuştu. Bay Fogg, kırk yaşlarında kadar olmalıydı.

Asil ve güzel bir yüzü vardı. Biraz şişmancaydı ama bu, ona yakışıyordu. Tam bir İngiliz centilmeniydi. Bay Fogg, sakin ve soğukkanlıydı, kronometre gibi dakik ve hassas bir adamdı. Paspartu’ya gelince o, arsız, yüzsüz, utanmaz bir adam değildi. İyi bir insandı, sevimli bir yüzü vardı. Yumuşak başlıydı, herkese yardıma hazırdı. Koyu kumral saçları daima biraz dağınıktı. İçi dışı bir, samimi bir çocuktu. Acaba Paspartu, efendisinin aradığı cinste, her işi eksiksiz, saniyesi saniyesine gören bir uşak olabilecek miydi? Gerçi Paspartu, epeyi fırtınalı, haşarılık dolu bir gençlik geçirmişti. Şimdi sakin, rahat bir hayat sürmekten başka istediği yoktu. İngilizlerin sakin insanlar olduğunu duyunca buraya çalışmaya gelmişti. Paspartu her şeyden önce, efendisi olarak kabul ettiği ve hizmetinde bulunduğu kimseye karşı saygı duymak isterdi. Saat on bir buçuğu çalmış, Paspartu da Saville Row’daki evde yalnız başına kalmıştı. Hemen evin içini dolaşmaya başladı.

Bodrumdan tavan arasına kadar her yeri gezdi. Temiz ve muntazamdı. Evin içi, işlerin kolayca görülmesine elverişli biçimde düzenlenmişti. Bütün bunlar Paspartu’nun pek hoşuna gitti. İkinci katta kendisine ayrılan odayı kolayca buluverdi. Tam istediği gibi bir odaydı. Kendi odasında saatin üzerine asılmış bir kâğıt vardı ve üzerinde yapılacak günlük işler yazılıydı. Paspartu bunu alıp iyice okudu. Phileas Fogg’un elbise dolabı da çok düzgün şekilde tertiplenmişti. Her pantolonun ceketin üzerinde bir numara vardı. Bu numaralar, aynı zamanda bir girdi çıktı defterine yazılmıştı. Her numaranın hizasında da mevsimine göre, bu elbisenin hangi günde giyilecekleri yazılıydı. Ayakkabılar için de aynı usul kullanılmıştı. Evde kitap ve kitaplık yoktu. Bay Fogg böyle şeyleri gereksiz görürdü.

Çünkü Reform klüpte zaten iki kütüphane vardı. Paspartu, evin her yanını adamakıllı inceledikten sonra ellerini ovuşturdu. “Tam bana göre bir yer doğrusu” diye tekrarladı. “Bay Fogg’la mutlaka iyi anlaşacağım. Evinde oturmaktan hoşlanmıyor. Saati saatine iş görüyor. Makine gibi adam.” Saat on ikiyi kırk yedi geçe, sofradan kalkıp salona gitti. Sırasıyla bütün gazeteleri okudu. Reform klübün bazı üyeleri içeri girdiler. Gelenler: Mühendis Andre Stuart, Banker John Sullivan ve Samuel Fallentin, bira fabrikatörü Thomaz Flanagon ve İngiltere bankasının yönetim kurulu üyelerinden Gauldhier Ralph’ti. Bunlar da Phileas Fogg gibi vist oyununun tiryakisiydiler. Hepsi zengin ve itibarlı kişilerdi. Thomas Flanagon sordu: “Ralph, şu hırsızlık meselesinden ne haber?”

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir