Jules Verne – Macellanya

N boynu, tombul yuvarlak sağrıları, ince ve arin sin bir irli hayvand bacakları ı; zarif vardı. kıvrımlı Gövdesi uzun yassı bir ydı; postu kızıla çalar kahverengi üzerine beyaz benekli, sorguç biçimindeki kısa kuyruğunu n kılları bol ve sıktı. Ülkedeki adı da guanaco, guanako . Bu geviş getiren hayvanlar uzaktan çoğu kez üstlerinde binicileri olan atlar sanılmış, bu görünüşe aldanan birçok gezgin bölgenin uçsuz bucaksız (ovalarındar belli bir düzen içinde at süren bir sürü atlı gördüğü izlenimine kapılmıştır. Q Bu sözcük elyazrnasında unutulmuş. Bu guanako kıyıdan çeyrek mil içerde, yalnız başınaydı . Ürkek ürkek, sazların, hışırtıyla birbirlerine sürtünerek ötek i dikenli bitki öbeklerinin arasından sivri uçlarını çıkardıkları geniş bir çayırın ortasındaki bir tepeciğin doruğuna gelip orada durdu. Burnunu rüzgara çevirmiş, hafif bir meltemin doğudan getirdiği kokuları içine çekiyordu. Bakışlarında dikkat, hatta kaygı vardı, beklenmedik bir şeylerden korkar gibiydi. Dikilmiş kulaklarını her yöne döndürerek etrafı dinliyordu; en kü çük bir kuşkulu gürültüde fırlayıp kaçacağı belliydi. Kuşkusuz bir kurşun vurabilir bu tedirgin ve ürkek hayvanı, avcının tüfeğinin menzili uzunsa; ya da bir ok, tabii oku atan bir çalının veya kayan ı n arkasına gizlenmişse .


Fakat bir kementin bir guanakoyu sarıp halkalarının içine hapsetmesi sık rastlanı r bir olay değildir. Olağanüstü çevikliği ve atınkini aşan hızı sayesinde bir anda kementten sıyrılıp birkaç sıçrayışta onun erişim alanından çıkabilir. Tepeciği çevreleyen kesimde ovan ı n yüzeyi boydan boya dümdüz değildi. Ötede beride zemin yükselip birtakım tümsekler oluşturuyordu; fırtınalarla gelen büyük yağmurların toprağı aşındırmasından geride kalan ince uzun kabartılardı bunlar. Bu sırtlardan biri boyunca, tepecikten on adım kadar uzakta, bir yerli, guanakonun bulunduğu yerden göremeyceği bir yerli, süzülü rcesine ilerliyordu. Üzerinde giysi diye parça parç� olmuş bir 2 kızıl post taşıyan ve bir yılan kadar esnek olan bu yarı çıplak yerli hiç gürültü çıkarmadan yerde sürünüyor, her adı mda göz diktiği -ve en küçük bir hışırtıda kaçacağı kesin olan- ava biraz daha yakla şacak şekilde otların arasına dalıp çıkıyordu. Ama avcının bütün özenine karşın guanako kaygı belirtileri göstermeye, başı nın üzerinde bir tehlikenin dolaştığını kavramaya başlamıştı bile. Nitekim çok geçmeden fırlatılan uzun bir kayışın havada çaldığı ıslık duyuldu. Uygun mesafeden atılan bir kement hayvana doğru açıldı, ama ucuna bağlanmış yuvarlak taş parçasının sürüklediği uzun deri şerit, hayvanın başına isabet etmeyip sağrısına rastladı, üzerinden kaydı ve hayvanı saramadı. Atış boşa gitmişti. Ani bir hareketle yana sıçrayan hayvan olanca hızıyla kaçıp gitti. Yerli, tepeci ğin doruğuna varınca onu bir an için o yönde ovayı sınırlayan koruluğun içinde kaybolurken görebildi. Guanako için artık hiçbir tehlike kalmadıysa da bu kez yerlinin kendisi tehdit altındaydı . Bir ucu kemerine bağlı olan kemendini toplayıp aşağı inmeye hazırlanıyordu ki, birkaç adım ötesinden öfkeli bir kükreme yükseldi. Hemen hemen aynı anda bir yırtıcı hayvan bir sıçrayışta ayaklarının dibine iniverdi ve hemen doğrulup boğazına saldırdı. Bir Amerika kaplanıydı bu; Asyal ı soydaşl arından daha küçük, fakat saldırısı aynı derecede korkunç bir yırtıcı -bir jaguar … Başından kuyruğunun 3 ucuna kadar bir buçuk metre uzunluğu nda, postu sırt bölgesinde kirli sarı, boynunda ve böğürlerinde ortaları birer gözbebeği gibi açık renkli siyah yuvarlak benekler bulu nan bir kedi türü … Yerli hemen yana doğru sıçradı. Bu hayvanı n gücünü ve yırtıcılığını iyi biliyordu; pençeleriyle göğsünü parçalayacak, keskin dişleriyle bir ısırışta boğazını sıkıp kendisini boğacaktı. Aksilik, gerilerken ayağı takıldı ve boylu boyunca yere serildi. M.

ahvolmuştu; silah olarak çok iyi bilenmiş bir fok kemiğinden yapılma bir tür bıçaktan başka bir şeyi yoktu. Bunu kemerinden çekmeyi başardı. Hayvan üzerine saldırınca elini kaldırarak, böyle korkunç bir düşman için pek yetersiz olan bu bı çağı ona sapladı. Hayvan bir adım gerileyince yerden kalkıp savunma için daha uygun bir duruma geçmeyi umuyordu . Ama buna vakit bulamadı. Hafifçe yaralanmış olan jaguar tekrar sıçradı ve pençeleriyle adamı yere yapıştırdı. Tam bu sırada bir karabinanın yankısız patlayı şı duyuldu ve tam kalbi ne bir kurşun yiyen jaguar yıldırım çarpmış gibi yana devrildi. O sırada, oradan yüz adım kadar uzaktaki yalıyarın başındaki iri kayalardan birinin üzerinde ince beyaz bir buhar dolaşıyor, kayanın üstünde de tüfeği hala omzunda bir adam duruyordu. İkinci bir atışa gerek olmadığı nı görünce silahını indirdi, horozunu kapattı, koltuğunun altına kıstırdı ve dönerek bakışlarını güney ufkunda gezdirdi. 4 Bu yönde, kayalık yalıyarın dibinden itibaren, oldukça geniş bir deniz kesimi ufka doğru yayılıyordu. Adam yardan aşağı eğilerek bir kez bağırdı; çığlığına K sesinin tekrarlanmasıyla dalıa da vurgulanan gırtlaktan gelme bir tonla söylenmiş birkaç söz de ekledi. Bu adam bir yerli değildi. Bütün kişiliğinde Avrupalı ya da Amerikalı tipi açıkça belli oluyordu. İyice yanmış olmasına karşın teni esmer değildi; yüzünde ise yerli ırk özelliklerinin hiçbiri yoktu. Ne derin göz çuku rları arasına sıkışmış yassı bir burnu, ne çıkık elmacık kemikleri, ne geriye eğimli dar bir alnı, ne de boncuk gibi küçücük gözleri vardı.

Tam tersine alnı genişti ve düşünen bir kafanın derin çizgilerini, bütün yüz ifadesi de keskin bir zekanın izlerini taşıyordu. Kısa kesilmiş saçları, sakalı gibi kırlaşmaya başlamıştı bile … Oysa bu ülkenin yerlilerinde sakal hemen hemen yoktur. Bu adamın yaşı pek anlaşılmıyordu; olsa olsa, on yıllık bir hata payıyla, kırk ya da elli yaşlarında olduğu söylenebilirdi. Uzun boylu, sağlam yapılı ve çok sağlıklı bir görünümü vardı. Bütün hal ve tavrı, bazen bir öfke patlamasına bile dönüşebilecek bir enerjiyle dolu bir adam olduğunu gösteriyordu. En göze çarpan özelliği büyük fiziksel gücüydü. Yüzündeyse Amerika’nın Uzak batı yerlilerininkini biraz andıran bir ağırbaşlılık i fadesi vardı; bütün kişiliğinden bir guru r, ama kendilerine aşık bencil- 5 !erin boş kendini beğenmişliklerindcn çok farklı bir gurur halesi yayılıyordu, bu da onun tüm hareket ve davranışlarına gerçek bir soyluluk kazandırıyordu. Y alıyarın başından ilk haykırışının ardından bir kez daha seslenmişti aşağıya; bu, adından yerli kökenli olduğu anlaşılan birine bir çağrı olsa gerekti: ” Karroly . Karroly ! . ” Bir dakika sonra, yalıyarın, üst kısmı çok geniş, aşağ·ısı ise iyice daralan ve yer yer siyah taşlarla beneklenmiş sarımsı çakıl k umsala kadar inen bir yarığından, bu Karroly denen adam göründü. Kesinlikle bir yerliydi bu ve sahneye girişini bu denli parlak bir tüfek atışıyla yapan bu beyaz adamdan tamamen farklı bir tipi vardı. Otuz beş kırk yaşlarında, geniş omuzlu, kasları güçlü bir adamdı; boyu bir altmış beş kadardı; kalın boynu ü zerindeki iri başı nerdeyse köşeli, teni gayet esmer, saçları kapkara, sakalı birkaç kızılımsı kıldan ibaretti; seyrek kaşlarının altında keskin bakışlı gözleri vardı . İlle de bir şey demek gerekirse, bu aşağı ırktan yaratığın doğasında hayvanlık özelliklerinin i nsanlık özelliklerine eşit olduğu söylenebilirdi; fakat yum uşak ve okşayıcı bir hayvanlıktı onunki. Yaradılışında yırtıcı hayvan özelliklerinden hiçbiri yoktu; daha çok akıllı ve sahibine sadık bir köpeğin, insanın sadece arkadaşı değil dostu da olabilen o cesur Terre-Neuve türü köpeklerden birinin i fadesi vardı yüzünde. Niteki m adı çağ6 rılır çağrılmaz, bu sahibine bağlı hayvanlardan biri gibi çıkagelip efendisine sokuldu; efendisi de onun elin i sıktı.

İkisi arasında yukarıda adı geçen yerli dilinde, alçak sesle, sanki her sözün ortasında biraz durup solu k alınarak, birkaç kelimelik bir konuşma oldu. Sonra her ikisi de ölü jaguarın yanında yatmakta olan yaralının bulunduğu yere doğru ilerlediler. Zavall ı kendin de değildi. Yırtıcı hayvanın paraladığı göğsünden fışkırıp toprağı kırmızıya bulayan kan hala dinmemiş, ince i nce sızmaya devam ediyordu. Gözleri kapalıydı; fakat bir elin omzunu bastırıp, altında birkaç yaranın daha kanamakta olduğu kaba posttan yapılmış giysisini aralamaya çalıştığını hissedince gözlerini açtı. Kendisine ilk yardımı yapmaya koşmuş olan adamı görünce, onu tanımış olmalıydı ki bakışları hafifçe aydı nlandı ve rengi kaçmış dudaklarından bir ad döküldü: ” Kaw-djer. Kaw-djer! . ” Yerli dilinde dost, iyilik yapıcı gibi bir anlamı olan bu sözcük herhalde bu beyaz adam için kullanılan bir ünvandı, çünkü adam başıyla onayladı . Yaralı yerlinin, Kaw-djer’in yanında bulunmasından dolayı içine biraz güven geldiğine hiç kuşku yoktu; insanları kandıran o büyücülerden, efsunculardan, uğur ve tılsım satıcılarından ya da kabile kabile gezip hastaların ı ovarak iyileştirebileceklerini iddia eden ve kimi zaman hedef oldukları kötü 7 davranışları tamamıyla hak eden “yakamuş” adı verilen o şarlatan masörlerden birinin ellerinde olmadığını biliyordu artık . Fakat yaralı, ruhunun uçup uçmayacağın ı sormak ister gibi elini bin güçlükle yukarı kaldırıp sonra ağzına götürerek hafifçe soluk verdiğinde, yaraları i ncelemiş olan Kaw-djer üzgün üzgün ba şını çevirdi. Yerlinin gözleri tekrar kapanmış, bu anlamlı hareketi görmemişti. Yarası sarıl ırken de ağzından hiçbir acı çığlığı çıkmayacaktı. Karroly çabucak yardan aşağı i nmiş ve az sonra, bir ilkyardım takımı ve ülkenin çeşitli bitkilerinden çıkarılmış özsularıyla dolu birkaç küçük şişe içeren bir avcı çantasıyla dönmüştü. O, göğsü açılmış olan yaralı nın başını kucağında tutarken Kaw-djer önce tümseğin yamacından akan suyla yaraları yıkadı, son kan sızıntıların ı durdurdu ve içlerine şişelerden birindeki suya batırılmış gaz bezinden tamponlar yerleştirdikten sonra yaraların kenarlarını birbirine yaklaştırdı; sonra yerlinin belindeki yün kuşağı çözerek, tüm sargıları yerinde tutacak şekilde göğsüne sarıp bağladı. Yapılan bu işlemle bile yerlinin hayatta kalabileceğin i Kaw-djer pek sanmıyordu.

Ciğerlere ve mideye kadar ulaşan böylesi derin yırtılmaların iyileştirilmesi hiçbir ilaçla olası değildi. Ama ne olursa olsun, bu zavallıyı son nefesine kadar bırakmayacaktı. Onu, belki birkaç gün önce guanako, nandu 8 ya da vikunya avlamak için ayrıldığı obasına geri götürecekti. Fakat yaralı kan kaybından dolayı çok zayıflamıştı, yaraları en küçük bir zorlamada yeniden açılabilirdi; bu du rumda, uzun süre yol almanın yorgunluğuna dayanabilir miydi acaba? Yerlinin gözlerinin bir ara tekrar açılmasından yararlanan Karroly sordu: – Kabilen nerde senin ? – Orada … orada … , diye yanıtladı yerli, doğu yönünü işaret ederek. – Buradan dört beş mil uzakta, kanalın kıyısında olmalı, diye akıl yürüttü Kaw-djer, gece uzaktan ışıklarını gördüğümüz şu Wallah kampı herhalde … Karroly onaylama işareti olarak başını yukardan aşağı salladı. – Daha saat dört, diye devam etti Kaw-djer. Ama sular birazdan yükselecek; Wallah’a ancak gün doğarken varabi liriz … – Evet … Rüzgar batıdan esiyor ama … dedi Karroly kolunu kaldırarak. – Hafif bir rüzgar, akşama kalmaz kesilir zaten, dedi Kaw-djer. Yine de yola çıkalım. Akıntı bizi Picton Adası’ndan önce bırakmaz. Karroly harekete hazırdı. – Yerliyi kaldıralım, dedi Kaw-djer, belki de kıyıya kadar inebilir. Yaralı Karroly’ye dayanarak ayakta durmaya çalıştı, fakat bacakları tutmadı, bayıldı; kucakta ta şınması gerekiyordu . 9 Yalıyarın dibine varmak için geçilecek uzaklık altı yüz adımdan fazla değildi. Jaguara ve değerli postuna gelince, elbette yerli bir kez kıyıya i ndirildi mi, Karroly geri dönüp onu da alacaktı.

Doğrusu bu jaguar görkemli bir hayvandı; postu yabancı tüccarlara bayağı iyi bir fiyata satılabilirdi. Bu ülkede postlar ve kürkler başlıca ticaret malı olup, buralıların kürk tüccarlarıyla ilişkileri oldukça sıkıydı. İki adam önce yaralını n taşınmasıyla ilgileneceklerdi. Biri omuzlarından öbürü bacaklarından tutup kaldırdılar. İkisi de güçlü kuvvetli olduklarından, bu yük onlara fazla ağır gel mese gerekti. Tepeciğin dibi nden dolanıp uzun sırt boyunca biraz yürüdükten sonra, yaralıyı sarsmaktan kaçınarak kısa adımlarla kıyıya inen yarığa doğru yöneldiler. Ara sıra, zavallının dudaklarından bir inilti çıktık ça, durup dinleniyorlardı . Ne olur ne olmaz, en iyisi yavaş gitmekti. Zaman arkadan kovalamıyordu; nasıl olsa W allah kampına gün ağarmasından önce varılamayacaktı. Zaten yılın bu mevsiminde, kuzey yarımkürenin kasımına denk düşen bu mayıs ayında, buralarda güneş henüz batıdaki dağların ardına inip ufukta kaybolmamıştı, yalnızca yere yakın kesimlerinde hafif bir sise bürünmüş tertemiz bir gökyüzünde yavaş yavaş alçalıyordu. Yalıyarın başına, kayalar arasından kumsala kadar uzanan yarığın gen işlemiş üst ağzına varmak 1 0 bir çeyrek saat zaman aldı. Oldukça dik, ayrıca kaygan çakıl ve sivri çakmak taşlarıyla kaplı bu yokuştan inerken tökezlememek ve düşmemek için çok dikkatli olmak gerekiyordu . İnişe başlamadan önce Kaw-djer mola vermek istedi; yerli yere yatırılıp sırtı yamaca dayandı. Yaraları açılmış mıydı acaba? Sarsıntılar sargıları gevşetmiş olmasındı sakın? . Hatta zavallı hala soluk alabiliyor muydu? … Alnının ve yanaklarının koyu esmerliğine karşın kurşun i mor renge dönüşmüş olan benzinin ü rkütücü solgunluğuna bakılırsa, bundan bile kuşku duyulabil irdi.

Karroly adama baktı; herhalde canının çıkıp gitmiş olduğu izlenimine kapıldı ki, Kaw-djer’in ilk kez başına geldiğinde yerlinin yaptığı hareketin aynısını yaptı. Elini önce ağzına götürdü, sonra göğe doğru kaldırdı ve dudaklarının arasından hafif bir soluğun fısıltısı döküldü. O anda Kaw-djer de yaralının yanına diz çöküp göğsüne eğildi ve kalp atışlarını dinl edi. Kalbi çarpıyordu; nerdeyse algılanamayacak kadar hafif de olsa kalp atıyordu hala. – Bekleyelim bakalım, dedi Kaw-djer ve çantasındaki şişelerden birinden, yerlinin dudaklarına birkaç damla kordiyal damlattı . Adamın soğuk yanaklarında ısınma belirtisi görüldü. Mola sırasında Karroly jaguarın ölüsün ü yalıyarın kenarına getirmek için tepeciğe geri döndü; sonra gelip oradan alacaktı. Kurşun, hayvanın de-i l risini fazla zedelememişti; sol böğründe göze bile çarpmayan küçücük bir delik vardı, o kadar. Hiç kan lekesi de yoktu . Kürk toplamak için kabile kabile gezen tüccarlar buna para veya tütün ya da öteki değiş tokuş nesneleri cinsinden iyi bir fiyat verirlerdi herhalde. Karroly hayvanı yerden kaldırdı, dönüp sırtına aldı; güçlü kuvvetl i biri olduğu halde, bu bir tek hayvan la tam yükünü tutmuş olduğunu hissetti. Sonra, jaguarın uzun kuyruğunu yerde sürüyerek yalıyarın kenarına döndü. Pek düşünceli görünen Kaw-djer hayvana doğru dürüst bakmadı bile. Son bir kez yerlinin göğsünü dinledi, kalkınca da Karroly’ye tekrar yola koyulma emrini vermedi. Aksine, yarın kıyısına doğru birkaç adım gitti, manzaraya hakim bir kayanın üzerine çıkıp bakışlarıyla u fku çepeçevre taradı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir