Louis Lambert’le ilk karşılaşmam, doksanlı yılların ortalarında, çalıştığım yayınevinde basılan bir Balzac Kitabı için, bir zamanlar babamın çevirdiği bu romandan bir bölümü gözden geçirip günümüz diline aktarmam istendiğinde oldu. Kitabın aslını hiçbir zaman okumamıştım, babamın bu çevirisinin varlığını bile unutmuştum ve ilk kez elime aldığımda, çevirinin dilinin eskiliği, metindeki Osmanlıca sözcüklerin, babamın dilinde ve kaleminde hiç alışık olmadığım bolluğu, epeyce şaşırtmıştı beni. Çevirinin günümüzden yaklaşık elli yıl önce, benim tanımadığım bir “babam” tarafından, bambaşka bir dil ortamında kaleme alındığını ve o dönemde yazılmış metinlerin, yapılmış çevirilerin çoğunda bu tür sorunlar olduğunu anlamam biraz zaman aldı. Sabahattin Eyüboğlu’nun bir sözünü anımsamıştım o zamanlar. Yetmişli yıllarda, Mina Urgan’la birlikte yaptıkları Moby Dick çevirisini yeni bir basım için gözden geçirdiğinde: “Sanki dedem yapmış çeviriyi!” demişti. O zaman çok iyi kavramamıştım söylediğini; ama önce babamın Louis Lambert’inin kısa bir bölümünü, daha sonra da Ataç’ın Lukianos ve Andersen çevirilerini yayına hazırladığımda, bir nedenle Eyüboğlu’nun Montaigne çevirisinin birbirini izleyen basımlarına yazdığı önsözleri karşılaştırdığımda çok iyi anladım. Kırklı yıllarla altmışlı yıllar arasında çok hızlı bir değişim olmuş, yazarlarımızın, çevirmenlerimizin dilleri çok hızlı bir değişim geçirmiş, arınmış, bir sürü Osmanlıca artığından kurtulmuş ve büyük ölçüde bugün kullandığımız Türkçe’ye dönüşmüştü besbelli. Bu değişimde başı çeken, bu değişim uğruna herkesle kavgalar eden Ataç’ın çevirilerinde çok açık ve belirgin bir biçimde görülüyordu bu gelişme; örneğin basımı beş altı yıla yayılan üç kitaplık Lukianos çevirisinin her kitabında dil değişiyor, arınıyor, giderek son kitapta Ataç’ın kimisi tutmuş, kimisi unutulup gitmiş “aşırı” önerileriyle donanıyordu. Bu gelişimin çeviri metinlerde daha belirgin olmasının nedeni de, yazarların kendi yazdıklarında Arapça Farsça sözcüklerden daha kolay kaçınabilmeleri, buna karşılık çevirilerde belirli sözcüklere belirli karşılıklar bulma zorunluluğuyla karşı karşıya kalmalarıydı büyük olasılıkla. Birçok kavramın karşılığı daha bulunmamıştı; Tahsin Saraç’ın o görkemli sözlüğü henüz ortalıkta yoktu (Fransızca için konuşuyorum), sorunlar Şemsettin Sami Bey’in 19. yüzyıldan kalma, çok değerli, ama çok eski Kâmus-u Fransevi’siyle çözülüyordu. Louis Lambert’in bu ilk çevirisiyle ilgili bir de küçük öykü var, annemin anlattığı. Babam bu çeviriyi yaparken, evde epeyce gülünç bir kaza geçirmiş, bacağında çok derin bir yara açılmış (bu kocaman yara izini görmüştüm sonradan, bugün de gözümün önünde; gelse tanırım Eurykleia gibi) ve bu yüzden uzunca bir süre yatağa düşmüş. “Louis Lambert’i yatakta çevirdi” demişti annem. Benim gözümün önüne de hemen, hayal meyal anımsadığım bir yer, Ankara, Uludağ Sokak’taki evimiz (o şiirdeki sokak), evin ortasındaki sofaya benzer mekân ve orada babamın yatarak çalışan görüntüsü gelmişti. Bu manzarayı görmüş olamazdım oysa; kitap yayınlandığında bir yaşında bile değildim. Olsun; yine de görür gibiyim şimdi: Benden yaklaşık yirmi beş yaş daha genç (ne tuhaf), koyu siyah saçlı, yakışıklı bir adam yatağın üstüne kâğıtlarını saçmış (gözlük kullanmıyor daha), yanı başında Kâmus-u Fransevi’yle Kâmus-u Türkî; bir de eski püskü Larousse. Bir iki tümce okuyor; sonra kaba “müsvedde” kâğıtlarına eski yazıyla (hep öyle yazardı) çeviriyor; sık sık sözlüklere el atıyor. İyi bildiği sözcüklere bile bakıyor kendine güvenmeyip: “Bir başka anlamı olabilir mi?” (Ondan öğrendim; ben de bakarım.) Annem akşamları kâğıtları temize çekiyor. Birileri geliyor ara sıra; Orhan Veli (“Bu çocuk, gözleri açık uyuyor” demiş beni uyurken gördüğünde; bense hiç bakamadım ona). Melih Cevdet’le Sabahat Hanım, Cahit Sıtkı (daha sonrasını anımsıyor olmalıyım: bana çikolata getiriyor çünkü).

Honoré de Balzac – Louis Lambert – İnsanlık Komedyası
PDF Kitap İndir |