Faruk Duman – Köpekler İçin Gece Müziği

Sabah saatlerinin yoğun sisi dağılıyordu artık. Gecede yoğunlaşan, kabarıp genişleyen… Sis bütün o asırlık korkuların, ürpertici haberlerin, kötü belirtilerin cesaretle yayılması gibi her yanı sarmış, sıcakla birlikte geri çekilmeye başlamıştı. Böyle zamanlarda ağaçlar, çalı dipleri, taşlar… Sanırsın her nesne uyanıp sisi emmeye, onu çıkıp ürediği yerlere (yılan yuvaları, yılan yuvaları, köstebek tünelleri, irili ufaklı mağaralar, akıntı oyukları, periyuvaları, çürümüş gövdeler, salyangoz kabukları, rüzgârın girebildiği) geri çağırıyordu. Böylece belirtiler, o kötü haberlerin, korku verici çıtırtıların izi, uysal, küskün, geri dönüyordu. Hava ısınınca, gece boyunca düşmüş çiğin de kuruyup buharlaşması… Ot kokusunun ansızın yükselmesi… Bahar artık daha çabuk geliyordu. Asfalt yol ısınmıştı. Bir yılan dik dik geçiyordu karşı tarafa. Yolun bir yanı tepe, öbür yanı uçurumdu. Kayalardan çalı fışkırmıştı. Sıcakla birlikte sinekler, mor arılar, helikopterler gibi vınlayarak uçan iğneli yaratıklar (ne yazık ki bunların isimleri bilinmiyordu henüz) çokuşmuştu çalıların başında. Vızıltı ağır, süreğen bir gözyaşı gibi dolanıyordu ormanda. Yüzyıllık kovuklara girip çıkıyor, el değmemiş kütüklerin içinde uğulduyordu. Sonra diken uçları hiçbir zaman bunca iştahlı olmamıştı. Bunlar kendi kendilerinin varlığıyla yüz yüze, övünç içinde durup duruyorlardı yan yana. Diken dikeni nice sokacak? Ama her dikenin öbüründen iyice hali bulunur.


ZATEN HER DİKENİN ÖBÜRÜNDEN ALACAĞI VARDIR. Rüzgârdı, arada bir, boşlukta bir hıncı varmış gibi. Sanırsın zaman hırsızı. Düzensiz, kararsız eserek. Kayalardan kayalara konarak. Yaprakların arasında hışırdayarak. Suların üstünü yalayıp tarayarak. Bal çiçeklerinin saçlarını temizleyerek. Neden sonra kayboluyordu. Sonra o unutulmaz, akıldan çıkmaz cırcırböcekleri; nedense hep kuğuları akla getiren kumrular, birlikte, az daha görünmez olsalar rüzgârı anımsatacak biçimde uçuşup duran adsız sansız sinekler. Yol tabelalarını boyamış toz, zamanında çamur kılığına girerek akmış yağmur. Alçalıp yükselen tepeler vardı, yabanıl ağaçlardı sonra, bu tepeleri her mevsim yeniden biçimlendirerek. Kimini az daha yüksek kimini hepten yerle bir kılıyordu. İşte bu tepelerin arasında, yine alçalıp yükselerek, kıvrılıp bükülerek uzayıp giden asfalt yolda in cin top oynuyordu. Pütürlenmiş bir asfalttı bu; yer yer çatlamış, çatlakların içinden yabani otlar fışkırmıştı.

Sıcakla çabucak kavrulan, kısa ömürlü otlar. Yine de, yaklaşan bir şeyi, henüz gürültüsü duyulmamış bir gürültüyü sözgelimi. Ya da henüz iz olamamış bir ayak izini en iyi yılanlarla tavşanlar bilir. Uçurumun dibinde, çalıyla çalı, toprakla toprak olmuş bir tavşan yuvası vardı. GERÇİ, BİR TAVŞAN, YUVASIYLA AYNI ŞEYDİR. Bu nedenle çalının moruna, toprağa, kahvenin rengine benzeyen rengine benziyordu bu tavşan. Hızla çarpan bir kalbi, durduk yerde her yere bakan tuhaf gözleri vardı. Kalkıp asırlık av köpekleri gibi kulaklarını dikiyor, sonra orada, korkuyla bakıp durduğu o boşlukta bir şeyler görmüş gibi kendi kendine dertleniyordu. Böyle durumlarda bir tavşan, tatlı esen rüzgârı, çağıldayıp akan suyu ne yapsın? Dallarıyla salkım salkım meyve ağaçlarını. Dikkatini bir şeye verdiği zaman, o şey onun bütün benliğini alıp götürüyor, götürüp imi timi belirsiz, koygun, kimsesiz, uçsuz bucaksız bir yerde bir başına bırakıyordu da. Bundan sonra artık zaman bile elinden kaçmış oluyordu. Zamanı kaçırmayacaksın. İnsan kendi zamanını elinden bir kere kaçırmayagörsün, o kayıp zamanın izinde yaşamının hiç bitmeyecekmiş gibi gözünün önünden akıp gittiğini duyumsar. Bu da onu her türlü davranıştan yoksun bırakır.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir