Faruk Duman – Cüce Prens

Cüce Prens, deniz kıyısına yapılmış gösterişli bir sarayda doğdu. Ama bu göz alıcı saray pek görünmüyordu dışarıdan. Çünkü deniz kıyısı, gür bir ormanla kaplıydı. Ağaçlar gökyüzüne uzanıyor, tepedeki yapraklar bulutlara değiyordu. Bazen küçük, neşeli sincapların bu uzun boylu ağaçlara tırmanarak bulutlara karıştığı görülüyor; deniz, mavi pırıltılar çıkararak akıyordu. Gemiler geçiyor, teknelerin, vapurların, kayıkların dalgın yolcuları kıyıya bakarak ormanı izliyorlardı. Sarayın huni şeklinde bir bacası vardı. Dikkatle bakıldığında ormanın içinde bu huni görülebilirdi. İşte bu güzel ormanın içine saklanmış bulunan bu göz alıcı sarayda doğdu Cüce Prens. Bahçeye kemerli bir kapıdan girilir, bahçıvan kulübesi, bekçi odası derken iri taşlarla döşenmiş yol faruk Duman ■ cücf. prens görkemli yeşim kapıya çıkardı. Duvarlar camdan yapılmış gibi parlardı çünkü ustalar taşları pırlanta tozuna batırmışlardı sarayı yaparken. Pencerelerden ışık saçılırdı. Padişahın cariyeleriyle nedimeler, saraylı hanımlarla burnu havada askerler, nöbetçiler bu pencerelerden dışarıya kurumla bakarlardı. Sanki her biri bir padişah.


Ne de olsa büyük hükümdarın, cihan padişahının, krallar kralının hizmetindeydiler. Böyle büyük, dünyaya korku salmış bir padişahın hizmetinde olacaksın da burnun havada olmayacak, görülmüş şey mi? Padişah I. Hâşim, pek talihsiz bir adamdı. Kendinden başka erkek kardeşi olmadığı için yerini alacak bir erkek çocuk istiyordu; ama bu çocuk da bir türlü doğmuyordu. Defalarca evlenmişti. Bir sürü karısı, bu kadınlardan da sayısız kızı olmuştu. Ama imparatorluk yasalarına göre, kendisinden sonra tahta çıkacak evladının bir erkek olması gerekiyordu. İşte bu durum, Cüce Prens doğuncaya kadar sürdü. Bir sabah padişaha müjdeyi verdiler. Hükümdarın en sevdiği vezir Kutalmış, huzura çıktı: “Efendim, bir oğlunuz oldu,” dedi. Padişah öyle sevindi ki yakınlarında bir yerde çil altın bulamadığı için elindeki ağır altın kupayı attı Kutalmış’ın kucağına, müjdelik olarak. Ne yazık ki kupa vezirin burnuna çarptı ve zavallı adam o günden sonra koku almadı. 8 cüce prens’in ilk günleri Padişah kalkıp hemen doğum odasına gitti. Onu görünce kalabalık açıldı, herkes büyük hünkâra yol verdi. Hünkâr, yüzünde güller açmış karısını kucaklayıp tebrik etti ve elini sevecenlikle sıktı.

“Teşekkürler canım,” dedi karısına. Ne yazık ki genç karısının adını unutmuştu. Sonra hemen yanıbaşmdaki ebeye döndü: “Peki, oğlum nerede?” diye sordu. “Burada,” diyerek bir sepet gösterdiler ona. Hünkâr sepete baktı ama sepet boştu. El büyüklüğünde bir pamuk döşekten başka bir şey yoktu beşikte. Hünkâr bu işe bir anlam veremedi. “Hani, göremiyorum,” dedi şaşkınlıkla. “İşte burada efendimiz,” dedi ebe sakin bir biçimde. Ama hünkâr, oğlunu yine göremedi. Bu nedenle çok kızdı. 9 fctruk Duman ■ cüce prens “Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?” diye bağırdı, “Hemen oğlumu gösterin bana!” O zaman herkes çok korktu. Ebe hemen sepetin başına geldi, işaret parmağını uzatarak beşikteki küçük, beyaz bir noktayı gösterdi: “İşte, efendimiz, oğlunuz burada, biraz zayıf ama merak buyurmayın, sağlıklı,” dedi sesini titreterek. “Zayıf mı?” dedi padişah müthiş bir üzüntüyle, “Zayıf mı? Bu, neredeyse yok!” Sonra karısına döndü: “Peki, senin o kocaman karnında dokuz aydır ne vardı be kadın?” dedi. Kadın ağlamaya başladı.

Tam bu sırada ebe hanımının yardımına yetişti: “Bu bir işaret efendimiz,” dedi, “hamilelikte iri karın, çocuğun geleceğinin çok ama çok parlak olacağını gösterir, gönlünüzü ferah tutun.” Bunu duyunca hünkâr biraz rahatladı. Ne de olsa çok yaşlı ve anlayışlı bir adamdı ve cüce de olsa bir oğul sahibi olmak onu çok mutlu etmişti. Yardımcılarına dönerek: “Bana hemen bir büyüteç bulun,” dedi, “oğluma daha yakından bakmak istiyorum.” Saray doktoru Tacettin, hemen odasına koştu ve ilaçlar, cetveller, cam tüpler, kâğıt ve türlü kimyasal sıvılar arasından bir büyüteç bulup çıkardı, sonra bunu hünkâra götürdü. Hünkâr, büyüteci oğlunun üstüne tuttu. Böylece onu daha yakından gördü. Saçsız ama kaşları gür, kolları, bacakları ve pipisi uzun, hareketli, zıpkın gibi bir oğlandı bu. Doğar doğmaz ayakta durmaya başlamıştı. Hani boyuna uygun bir zırhı, bir de kılıcı olsa savaş meydanlarına gidecekti neredeyse. Padişahın keyfi yerine geldi. Büyüteci sepetin içine bıraktı, sonra keyif içinde dönüp geldiği gibi gitti. Tahtına oturur oturmaz oğluna bir isim düşünmeye başladı. Doğrusu, şimdiye kadar hiç düşünmemişti bunu çünkü artık ümidini bütünüyle yitirmişti. Vezirler, sadrazamlar, devletin ileri gelenleri yanında toplanmıştı.

“Hemen oğluma bir isim bulalım!” diye bağırdı hünkâr. O böyle bağırınca herkes aklındaki ismi padişaha önermeye başladı. Sadrazam, önce boğazını temizledi (öğle yemeğinde bir kuzuyu tek başına yemişti) sonra bir yanardağ gibi kükreyerek yeni prens için düşündüğü ismi haykırdı: “Aslaneddin!” Birinci vezir atıldı:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir