Harper Lee – Bülbülü Öldürmek (Altın Kitaplar)

Bülbülü Öldürmek’te giriş bölümü yok çok şükür. Bir okur olarak giriş bölümlerinden nefret ederim. Bana göre, önsözler ancak, yazarın ölümünden ve eserin yayımlanmasından çok uzun yıllar sonra yeniden basılan romanlara yakışır. Her ne kadar Bülbülü Öldürmek yazılalı çok zaman geçmiş olsa da, 51 yıldır baskısı hiç tükenmedi ve geçen yıllar içinde çok sessiz kalmış olsam bile, ben de henüz hayattayım. Önsözler kitaptan zevk almayı engeller, beklentinin heyecanını öldürür, insanı hayal kırıklığına uğratır. Önsözlerin tek iyi yanı, bazı durumlarda romanın yaratacağı şoku ertelemesidir. Bülbülü Öldürmek anlatması gereken şeyleri hâlâ tek başına anlatıyor; yıllardır herhangi bir başlangıca ihtiyaç duymadan yaşamayı da başardı. Ağabeyim Jem on üç yaşındayken, kolu dirseğinden çok kötü kırılmıştı. İyileşip de bir daha asla futbol oynayamayacağı korkusu yatıştıktan sonra sakatlığını neredeyse unuttu. Sol kolu, sağından bir parça kısa kalmıştı. Ayaktayken ya da otururken, elinin ayası bedeniyle dik bir açı yapacak biçimde ayrık dururdu. Ama o top oynayabildiği sürece bunlara hiç aldırış etmezdi. Aradan, geçmişi anımsamak gereğini duyacak kadar uzun yıllar geçtikten sonra aramızda Jem’in kolunun kırılmasına neden olan olayları konuşabilecek duruma geldik. Ben her şeyin Ewell’larla başladığını söylüyordum, benden dört yaş büyük olan ağabeyim Jem ise her şeyin çok daha önce başladığına inanıyordu. Ona göre her şey, Dill’in gelişi ve Boo Radley’i dışarı çıkarma fikrini ortaya atışıyla başlamıştı.


“Durumu ayrıntılarıyla ele alacak olursan, işin Andrew Jakson’la başladığını göreceksin. O burada yaşayan Kızılderilileri koydan yukarılara sürmeseydi, atamız Simon Finch Alabama kıyılarında kürek çekemeyecekti. İşte o zaman biz nerede olacaktık acaba?” dediğim zaman çok kızmıştı. Ama tartışmaları yumrukla çözemeyecek kadar büyümüştük artık. Onun için Atticus’a danıştık. Babamız ikimizin de haklı olduğunu söyledi. Güneyli oluşumuz, Hasting Çarpışması’nda, dost ya da düşman yanda, atalarımızdan birinin dövüştüğünü gösterir yazılı bir belgenin bulunmaması, ailemizden kimileri için bir utanç kaynağı olmuştur. Varımız yoğumuz, dindarlığına yalnızca cimriliğinin üstün geldiği, Cornwall’lü Simon Finch’tir. İngiltere’de kendilerine Metodist diyenlerin uyguladığı ağır baskılar Simon’ın rahatını kaçırmıştı. Çünkü Simon da kendini Metodist sayıyordu. Bu yüzden İngiltere’den göç edip Atlantik Okyanusu’nu aşarak Philadelphia’ya gelmişti. Oradan Jamaika’ya, oradan da Mobile’a ve Saint Stephen’ın yukarılarına geçmişti. Öğretmeni John Wesley’in öğütlerini unutmamaya çalışarak, eczacılık yapmış, hatta bir hayli de para kazanmıştı. Fakat süslü, pahalı şeyler giyinmek gibi Tanrı’nın buyruğuna uymayacak şeyler yaptığından dolayı mutsuzdu. Duygularına uymuş, öğretmeninin insan ticareti için söylediklerini hiçe sayarak, üç köle satın almıştı.

Onların yardımıyla Saint Stephen’ın kırk mil kadar yukarılarında, Alabama Nehri’nin kıyılarında bir çiftlik kurmuştu. Bütün ömrü boyunca Saint Stephen’a yalnız bir kez, o da evlenecek bir kadın bulmak için dönmüştü. Böylece Simon, karısı ve birbiri peşi sıra doğan çocuklarıyla bir soy kurmuştu. Simon Finch uzun yıllar yaşamış, zengin bir insan olarak ölmüştü. Ailenin erkeklerinin, Finch’in çiftliği diye bilinen, Simon’ın kurduğu bu krallıkta kalmaları gelenekti. Çiftlik kendi kendini besleyecek güçteydi: Çevresindeki imparatorluklarla karşılaştırılınca hayli gösterişsiz bir yerdi, ama Mobile’dan nehir yoluyla getirilen un, buz, giyim eşyası dışındaki her türlü gereksinmesini karşılayacak durumdaydı. Simon Finch yaşasaydı, torunlarının elinde topraklarından başka bir şey bırakmayan KuzeyGüney Savaşı’nı çaresiz bir öfkeyle karşılardı sanırım. Yine de babam Atticus’un hukuk okumak için eyaletin başkenti Montgomery’ye, küçük kardeşinin de tıp öğrenimi için Boston’a gittiği yirminci yüzyıla kadar, erkeklerin çiftlikte kalmaları geleneği sürmüştü, iki erkek çiftlikten uzaklaşınca, geride kız kardeşleri Alexandra kalmıştı. Alexandra, zamanını nehir kıyısındaki hamağına uzanıp oltasına alabalık gelmesini bekleyerek geçiren sessiz bir adamla evlenmişti. Babam baroya kabul edilir edilmez Maycomb’a dönüp avukatlığa başlamıştı. Finch çiftliğinin yirmi mil doğusunda bulunan Maycomb, Alabama Eyaleti’ne bağlıydı. Atticus’un adliye binasındaki ofisi, bir şapka askısı, bir tükürük hokkası, bir dama tahtası ve yepyeni bir Alabama yasa kitabından başka pek az şey alabilirdi. İlk iki müşterisi, Maycomb Hapishanesi’nde asılan iki hükümlü olmuştu. Atticus onlardan, eyaletin suçlulara tanıdığı bir haktan faydalanabilmeleri için suçlu olduklarını kabul etmelerini istemiş, böylece idam cezasından kurtulacaklarını söylemişti. Fakat aptallıkları ve inatçılıklarıyla tanınan bu iki kardeş buna yanaşmamışlardı.

Alacağı karşılığında katırlarına el koyan bir nalbandı üç şahidin gözleri önünde öldürmelerine rağmen suçsuz olduklarında diretmişler, Atticus için de müvekkillerinin idamında hazır bulunmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir