Kürşat Başar – Başucumda Müzik

Bazen kendimizi bir hayalin içinde sanırız ama aslında yaşadıklarımız gerçektir. Bazen de her şeyi gerçek sanırken aslında yalnızca hayal gördüğümüzün farkına varmayız. Bu kitapta yazılanların hepsi gerçektir. Ama aynı zamanda hepsi yalandır. Çünkü onu ben yazdım. Başucumda müzik olmadan uyuyamam. Çocukluğumdan beri. En azından şu küçük müzik kutusundan gelen o eski aşk şarkısı mutlaka çalar, beni çok uzak günlerin unutulmaz resimlerine taşır. İnsan belleği ne tuhaf! O resimler sanki birden canlanır, renkleri yeniden seçilir, bozulmuş bir zaman makinesine girmiş gibi yıllar içinde sizi oradan oraya savurur. Görüntülerle zamanlar birbirine karışır. Hangi kokunun hangi anıya ait olduğunu bilemez insan. Yalnızca belki de kendiliğinden, hangisinin onun için değerli olduğunu bilir ve kimi zaman belleğin o karmaşık düzeneğinde savrulurken, görüntüler sanki hızla giden bir trenin camlarından geçermiş gibi akarken, içlerinden biri kısacık bir an için parıldar ve o an’a, o resme, o, yaşandığı zaman farkına bile varılmamış biricik duyguya dönmeyi dünyada hiçbir şeyi istemediğiniz kadar çok istersiniz. Bazı insanların evi yoktur. Hayatım oradan oraya taşınmakla, geçici yerleşilen evlerde, otel odalarında, misafirhanelerde, yollarda geçti. Şimdi dünyanın bambaşka köşelerindeki o evleri pek hatırlamıyorum.


Hatırlamak güzeldir derler. Hayır, değildir. Anılar bir an için bizi gülümsetse bile hemen sonra elimizi uzatıp tutmaya çalıştığımızda silinip giderler ve ne yaparsak yapalım ancak acı verirler. Eşyaya düşkünlüğüm yok. Anıları saklamak gibi alışkanlığım da… Çoğu kez resimleri belleğime kazımaktan bile kaçınırım. Ama neye yarar! İşte bütün bir hayatın resimleri benimle gelmedi mi buraya kadar? Çocukluğumdan beri hep o kayıt düzeneğine şaşarım. Görüntüler, renkler, yüzler, manzaralar, fotoğraflar, evler, yollar, giysiler, sonra kokular, sesler, duygular sonsuz bir hızla kaydediliyor belleğe… Bir kez daha karşılaştığınızda -onunla ya da benzeriyle- yeniden hatırlanması için… O karmakarışık, gitgide büyüyen, biriken arşivin içinde gezerim bazen, bir türlü yakalayamadığınız, birbiri içine geçmiş, sürekli çılgınca dönüp duran sayısız çemberin arasında kaybolurum. Bir anıyı, bir duyguyu, yaşanmış bir an’ı hatırlayıp izlemek isterken bambaşka zamanlara, mekânlara geçerim. Nasıl olup da çocukluğun odalarındaki bir konuşmanın yarısı silinmiş kayıtlarını duyarken birdenbire kendimi yıllar sonra bambaşka bir yerde, bir deniz kıyısında ya da beklenmedik bir baharın kokusunu duyarken bulurum, bilmem. Artık uzayda yolculuk mümkün ama zamana yolculuk ancak belleğin bilinmez kentlerinde, kendi içimizde yapılabiliyor… Uzayda yolculuk… Şimdi hatırladığım o günlerde henüz bu sözcük bizim için bir masalın gizemli dünyasını çağrıştırıyordu. Ve biz sıradan insanlar için dünyanın sınırlarının ötesinde inanılmayacak şeyler vardı. Sonsuz hayal gücünün yarattığı yeni dünyalar… Boşlukta, bilinmez bir evren parçasında birdenbire karşımıza çıkacak ürpertici canlılar… Korku… Heyecan… Bilinmezliğin yarattığı düşler… Kendi sınırlarını yıkıp sonsuz evrenin karanlığına çıkmanın o eşsiz duygusu… Kimbilir neler bulacaktık? Kimbilir ay’ın yüzeyine ilk insan ayak bastığında neler olacaktı? Bizi izleyip, zaman zaman gizlice dünyamıza gelen o yaratıkların evreni gerçekten de çok yakında mıydı? Hayatın sırrını çözmek için dünyanın sınırlarını aşmak yetecek miydi acaba? Korkunç bir merakla bekliyorduk. Sonra gittiler… Birbiri ardınca uzayın karanlığında ateş saçan roketler yollandı. Derken bir gün, ay’ın soluk yüzünde, kraterlerin üzerinde çocuklar gibi sıçrayarak yürüdüklerini gördük. Evet gördük.

İnanılmaz bir şeydi. Gerçekten. Yalnızca masal kitaplarının karalamalarında, .çizgi romanlarda, filmlerde gördüğümüz şey gerçek olmuştu. Oradaydılar ve biz buradan, oturduğumuz yerden onları izliyorduk. Bomboş bir yerde, ayak basılmamış gizemli bir ülkede, kraterlerin arasında komik kuklalar gibi sıçrayıp zıplıyorlardı. Evet gittiler ama aynı zamanda hayallerin de sonu geldi. Ne beklenmedik yaratıklar ne gizli mesajlarımıza cevap veren uzak ülkeler vardı… Biz gittikçe evren bizden kaçıyor, uzaklaşıyordu sanki. O sonsuz karanlık bizi içine aldıkça daha da derinleşiyordu. Ve yalnızca kendi kendisine bir şeyler kanıtlamaya çalışan çocuklar gibi yapayalnız, kırışık yüzlü bir gezegene bayraklar dikip geri döndük. Hepsi bu. Kimselerin gelmediği yapayalnız bir yıldızda dalgalanan renkli kumaş parçaları… Çocuksu bir gururun sonsuz gökyüzüne bırakılmış izleri… Eğer orada, bizi izleyen biri varsa, yaptığımız bu komik, anlaşılmaz şeye herhalde çok gülmüştür. Böyle ne çok şey geçmiş. Yaşarken pek farkına varamadığımız, kendi dışımızdaki dünyadan bize ancak gazete başlıklarıyla ulaşabilen yıkımlar, savaşlar, buluşlar, hiç bitmeyen bir dönüşüm onca yılda yanımızdan geçip gitmiş. Sanki dünya da bizim gibi büyümüş ve sihrini kaybetmiş.

Çünkü oradan, çok uzaklardan, bambaşka bir yerden kendimize baktık ve sonsuzluğun içinde yalnızca bir toz tanesi olduğumuzu anladık. Sonsuz evrenin içinde bir toz tanesi… Anlayabildik mi gerçekten? Küçük bir kız çocuğu olduğum günlerden beri bana hep aynı şeyi söylediler: “Gerçekleri gör!” Evet ama beni mutsuz eden gerçeği görüp de ne yapayım? Siz ne isterseniz düşünün, ben yalanları severim. Hayalleri, düşleri, kimseye zararı olmayan yalanları… İnsan işte böyle bir evin içinde oturup bunca yıldan sonra yalnız gerçekleri düşünse ancak hayatının neden bu denli uzun olduğuna şaşabilir… Canı sıkılır. Hem kim bütün bu hayatın bir rüya değil de gerçek olduğunu söyleyebilir ki?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir