İsmet Özel – Tahrir Vazifeleri 5

WELTGESCHICHTE, WELTGERICHT: evrensel tarih evrensel hükümdür. Böyle diyordu Hegel. Anlamı üzerinde uzunca tartışabileceğimiz bu sözlerde büyük ölçüde kendine güven ve bir bakıma böbürlenme saklıdır. Çünkü Hegel’in bu sözleri ettiği yıllarda Prusya devleti bir yükseliş yaşamakta, Almanlar arasından felsefe, bilim, sanat alanlarında evrensel başarıları temsil eden isimler sıkça çıkmaktadır. Bu isimler arasında bizzat Hegel vardır. Açıkçası evrensel tarihin evrensel hüküm olduğunu ifade etmekle Hegel, üstü örtülü olarak “güçlü olan haklıdır” görüşünü öne sürme pervasızlığında bulunabiliyordu. Bugün sahip olduğumuz ahlâkî önyargılar birinin kalkıp da “güçlü olan haklıdır” veya “haklı olsaydınız galip gelirdiniz” diye haykırmasına elvermiyor. Yine de bizim kabullerimizin fiilî durumu hiç değiştirmediğini görüyoruz. Dünya sistemi dediğimiz hegemonya mekanizması uygun şartları kollayarak, hareket serbestisi elde edebileceği şartları sağlayarak milletler üzerinde keyfince tasarrufta bulunabiliyor. Öyleyse tarih sahnesinde mağlupların mahkûmiyeti sineye çekmek zorunda olduklarını, galiplerin ise haklılıklarından ötürü galebe çaldıklarını ister istemez kabullenmeli miyiz? İşte bu noktada karşımıza tarihin ne kadar “canlı” olduğu ve insan iradesinin tarihe yön vermede hangi bakımdan etkili olduğu meselesi çıkıyor. Tarihin hükmünün tarihin bir uğrağında (momentum) gözlenebilen bir sahnede mi, yoksa sahnede yer alan oyuncuların ruhunda mı aranması gerektiği sorusu önem kazanıyor. Sözü uzatmadan dile getirelim ki eğer tarih canlıysa, bu onun özerk bir faaliyet alanına sahip olarak insanları kendi hükmüne boyun eğdirmesinden ötürü değil; insanların kendi tarihlerini hayatiyet sahibi kılacak iradeyi ve dirayeti gösteriyor oluşlarındandır. Bir milletin sırtına yabancılar tarafından giydirilen bir elbise olarak tarih ilk bakışta gösterişli ve yakışmış görünse bile bir esaret, bir mahkûmiyet giysisidir. Buna mukabil bir milletin kendi varlığını kendinde bulmak için eliyle biçip, dikip giyindiği bir elbise olarak tarih beynelmilel sahada gösteriş yapmaya fazlaca müsait olmasa bile, o milletin özgürlüğünün güvencesidir. Gerçek tarihini benimsemiş bir millet Hegel’in anladığı tarzda tarihin hükmü yüzünden esarete düşse bile varlığını korudukça kurtuluş yolunu açık tutmuş olacaktır.


Bütün bu teorik mülâhazaları (ya da afirmasyonları deyin isterseniz) Türkiye’nin şu anda karşı karşıya kaldığı zor durum sebebiyle ve Türkiye’nin bir tarihi var mıdır sorusuna gelebilmek için sıraladık. Osmanlı Devleti hakkında ne söylenirse söylensin son tahlilde sünnî bir İslâm devleti olarak nitelendirilebilirdi ve bu özelliğini kaybetmesiyle ortadan kalktı. Osmanlı Devleti’nin devamını isteyenler de, bir an önce tarihten silinmesine gayret gösterenler de tezlerini olsun, siyasi faaliyetlerini olsun Osmanlı Devletinin bir sünnî İslâm devleti olduğu esasından hareketle ortaya koyuyorlardı. Kısacası Osmanlı Devleti’nin bir tarihi vardı ve bu tarih geçmiş olayların ardarda sıralanmasından değil, bir toplumun hayat tarzından, o toplumda sorumluluk yüklenenlerin (olduğu kadar) iradelerinden ve (olduğu kadar) dirayetlerinden yükselen bir tarihti. Bugün zor durumda olduğunu söylediğimiz Türkiye Cumhuriyetinin hangi esaslara istinad ettiğini açıklamak ve hele bu esasları bir ibare ile dile getirmek dünyanın en parlak zekâlarının ve en bilgili insanlarının altından kalkacağı bir iş değildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti tarihi toplumun sırtına yabancılar tarafından zorla geçirilmiş bir elbisedir. O halde Türkiye Cumhuriyeti için tarihsiz bir devlet dememiz uygun düşer mi? Ne yazık ki evet. Böyle bir “hüküm” önce şu itirazla karşılaşabilir: Yetmiş yıllık geçmişin vakıaları aynı zamanda Cumhuriyetin tarihi sayılmaz mı? Yetmiş yıl hiç yaşanmadı mı? Elbette yaşandı, ne var ki bu yaşananların tarih sayılabilmesi ancak böyle bir birikimden güç alan ve bu gücü geleceğe aktarmayı başarabilen insan unsurunun etkinlik göstermesi şartına bağlıdır. Türkiye Cumhuriyeti güttüğü hedefler bakımından Osmanlı Devleti’nin bir devamı değildir; kendine yeni hedefler ihdas etmiş bir İslâm devleti hiç değildir; size tuhaf gelebilir ama Türklüğü koruyup üstün kılma hedefine dönük bir Türk devleti de değildir. Peki, nedir? Bu soruya yalın bir cevap veremeyiz. Karmaşık cevabımız durumun karmaşıklığını sergilemekle sınırlı kalacaktır. Karmaşıklığın sebebi Türkiye Cumhuriyeti devletinin gerçekliğiyle bu devletin uyruğu durumundaki milletin gerçekliğinin uyumsuzluk arzetmesidir. Devlet beynelmilel siyasetin pratik zorlamalarının ürünü olarak devamını sağlıyor ve devam edemeyişi aynı pratik zorlamalara ayarlı. Millet birlikte yaşama iradesinin ürünü olarak bir varlık sahibi. Bu ikisi birlikte veya ayrı ayrı tarihlerine kavuşmak zaruretiyle karşı karşıya… Tarihini bulamayanın talihsizliğe uğrayacağı kesin.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir