İsmet Özel – Cuma Mektupları 1

1977 yılından bu yana gazete yazılarımı izleyenler ve daha önceden yazdıklarıma aşina olanlar bundan bir süre önce “Benden bu kadar” diyerek gazete yazarlığına veda ettiğimi hatırlayacaklardır. Bunların bir kısmı bugün yine beni karşılarında bulunca ister istemez “ne oldu?” diye soracak, benim önceki kararımdan cayıp caymadığımı merak edecekler. Herşeyden önce okurlarımın zihnine takılan bu ve buna benzer sorulara bir açıklık getirmenin zorunlu olduğunu düşünüyorum. Peşinen belirteyim ki 1977 yılında başlayıp bazı aralıklarla 1987 yılına kadar kendimi yıpratarak sürdürdüğüm “fikra” yazarlığı benim için gerçekten sona erdi. Ne var ki böyle bir son benim yazarlığımı noktaladığım anlamına gelemezdi. Doğrusu şu ki gazetelerde fıkra yazmak belli bir insan tipinin, belli ilişkiler içinde yürütebileceği bir iş. Kendimi o insan tipine uygun saymadığım, gazete yazarlığının gerektirdiği ilişkilerden rahatsız olduğum için yeniden aynı sıkıntılara dönmeyeceğim. (Hazır yeri gelmişken şunu da eklemeliyim: Sözünü ettiğim “sıkıntı” herhangi bir zorlukla ilgili değil. Günlük fıkra yazarlığında benim için büyük kolaylıklar bile var!) Cuma Mektupları’nda yapmak istediğim, Türkiye’de bir Müslüman olarak bulunduğumuz yeri ilgilendiren meseleleri kapsayan konuları kendimce enine boyuna ele almak ve gazete yazılarının herhangi bir meseleye şöyle bir dokunmakla iktifa eden ve bunu yaparken de sözcülüğünü yüklendiği odakların kısa vadeli çıkarlarını gözeten sınırlarını aşmak veya zorlamaktır. Yazdıklarımı sıkılmadan, öfkelenmeden ve benim açılım aradığım noktalarda kendi açılımını arayarak izleyecek olanlara bu yol arkadaşlığının engebelerini şimdiden hatırlatmalıyım. Kimsenin sırtını sıvazlamaya niyetim yok. Toplumun hal-i hazırdaki kuruluşu dolayısıyla sahip olduğumuz önyargıların birçoğunu elimizin tersiyle itmek zorundayız. Bazı önyargıları ise beslemek, sağlıklı bir temele oturtmak göreviyle karşı karşıyayız. Önyargısız olmaya çalışmanın bir tuzağa yakalanmak olduğu düşüncesindeyim. Ben önyargıları eleştirerek, temelsiz olanları ayıklamak ve temele sahip olanları da pekiştirmekten yanayım.


İşte Cuma Mektupları bu zorlukla ve böyle bir görevle başı hoş olanlara seslenecek. Diğerleriyle yolumuz zaten ayrılmıştı. Evet, benimle fıkra yazarlığının çerez kabilenden eğlencesini paylaşmak üzere yazdıklarıma eğilenler mutlaka eğlenecek bir başka şey bulurlar. Ve lâkin terkettiğim fıkra yazılarını okurken bile benim temel endişemi veya temel endişelerimi sezen ve benimkilere yakın endişeler taşıyan her kim ise, onlar nelerin farkedilmesi ve neler uğruna bazı çabalara girişilmesi konusunda ciddi tespitlere açık oldukları için yürünecek yolun kıldan ince, kılıçtan keskin tarafını meşakkatli görmeyeceklerdir. Zira haklılığı aramak onlar için en büyük tesellidir. Şimdi sadece onlarla yol arkadaşlığı yapabileceğimi hissediyorum ve onlarla Cuma Mektupları’nın çetinliğine rıza gösterdikleri oranda ilerleyeceğiz. Bazıları vardır, rağbette olan neyse sadece ona rağbet eder, ama bazıları da rağbet edilecek şeyi arar bulur. Türkiye’de Müslümanlığın küfre karşı bir siper kılınmasını sağlayanlar da bu ikincilerdir. Türkiye’de Müslümanlığın dünyada benzeri görülmemiş sarsıntılara uğramasına rağmen hâlâ bir siper özelliğini koruması ne geleneksel değerlerin yıkılmaz gücüyle, ne de Müslümanlığını dünya olaylarının dalgalanması içinde doğan etkilere açık tutanların faaliyetleriyle açıklanabilir. Yüzyıllar boyunca Türkiye’de “doğru” ve “haklı” uğruna birçok mahrumiyeti göze alan insanlar yaşadı. Müslüman olarak bizi bu güne onlar getirdi. Amacımız, bu insanlar arasında yer almak. Okurlarımın arasında bu insanlardan bulunduğuna inanıyorum. Siperleri terketmeye niyetim olmayışının yanı sıra, siperleri terketmeyen başkalarına duyduğum saygı gazete yazarlığını bırakmama rağmen Millî Gazete’nin bir sayfasında hâlâ görünmemin izahını getirecektir sanırım. Bir siperden sözediyorum.

İlk soru şu: Acaba bu siperin bir yakasında Müslümanlar, karşı yakasında ise gayri müslimler mi yer alıyor? Elbette böyle bir durum ideal, ama ne yazık ki gerçek değil. Ne yazık ki siperin iki yakasında da Müslümanlar var. Bazıları dünya sisteminin işletilmesinden ve bu işletiliş içinde birçok Müslümanın mağdur olmasından büyük bir rahatsızlık duymuyor. Dünya sisteminin gerçek dinamiklerinin neler olduğundan habersiz. Belki bir “dünya sistemi” olduğunu bile umarsamıyor. Kendi bilgisizliğinin nelere mal olduğunu ya bilmiyor veya bilmez görünmenin işine geldiğini düşünüyor. Bazı Müslümanlar ise işleyen dünya sisteminin hem bütün Müslümanları ezdiğinin farkında, hem de ezilenler arasında henüz Müslümanlıkla şereflenmemiş kimselerin de bulunduğunu anlamış. Demek ki siperin her iki yakasında gayri müslimler de var. Dünya sistemi ve onun işleyişi sözkonusu olduğunda müslim ve gayri müslim ayırımı tek belirleyici unsur değil. Yukarıda da belirttiğim gibi ideal durum siperin bir yanında yalnızca Müslümanların, karşıda ise gayri müslimlerin bulunmasıdır. Yani hakkı, hakikati savunanlar sadece Müslümanlar olmalı ve Müslümanların düşmanı olarak sadece butlan içinde kalanlar, zulme yardakçılık edenler, cehaleti makbul sayanlar kalmalı. Durum bu değil ve durumun bu olması için birşeyler yapılmalıdır. Durum karışık, fakat anlaşılmayacak kadar değil. Eğer anlamak, aydınlanmak ve neler yapacağımız konusunda bir karara varmak istiyorsak karışıklığı çözebiliriz. Acaba herkes anlamak, aydınlanmak ve ne yapması gerektiği konusunda karara varmak istiyor mu? Hayır.

Bazıları anlamaktan kaçındığı kadar, anlaşılmaktan da korkuyor. Yaptıklarının doğruluğu konusunda bir soru ile karşılaşmaktan hoşlanmıyor ve neler yapması gerektiği konusunda karar almayı çıkarlarına aykırı buluyor. Diğer bazıları ise önüne çıkan meseleleri, içinde bulunduğu durumu anlamakla bir yere varılabileceğine inanıyor. Kendini anlaşılır kılmakla bir çözüm elde edebileceğini kabul ediyor. Anladıklarının yardımıyla yeni kararlara varmaktan çekinmiyor. İnsanları müslim ve gayri müslim diye ikiye ayırmadan önce bilgiden güç ve cesaret alanlar ile bilgi karşısında telâşa kapılanlar, yani özgür düşünenler ve dogmatikler diye ikiye ayırmak bana daha sağlıklı görünüyor. Özgür düşünenler dediklerimiz hiçbir esasa bağlı kalmayıp da herşeyi düşünebilenler değildir. Özgür düşünebilmek için en temeldeki kesin bilgiye rabıtalı kalma zarureti vardır. Ancak bu irtibat insanı düşüncelerinde özgür kılabilir. Aksi halde düşünceler dağılır ve temel niteliklerinden uzaklaşır. Düşüncenin temel nitelikleri arasında en vazgeçilmez sayacağımız da onun tutarlı oluşudur. Dogmatik düşünenler düşüncenin tutarlı oluşuna önem vermekten ziyade otorite saydıkları mercilerin kabullerine uygunluğu gözetirler. Dogmatik düşünce, arayışı terketmiş ve kavramlarını dondurmuştur. Böylelikle her türlü bilgilenmeye kuşkulu bir gözle bakar, çünkü kesinliği kavramların yüzeydeki geçerliliğinde bulmuştur. Yürürlükteki kuralların devamına yetecek ölçüde düşünmeye hazırdır.

Düşüncenin, derindeki bağlılıktan güç alarak, görünüşteki yapının gerçeğe ne ölçüde uygun olduğuna yönelteceği eleştirilere tahammül gösteremez.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. türk tarihinin son asrının müslümanca bakış açısıyla değerlendirildiği bu kıymetli yazıları okumak ve öğrenmek istedim.