Peter Randa – Uzayda Dehşet Tora

KELİMENİN tam anlamıyla tehlikedeyiz şimdi… Retrofüzeler çalışmaya başladı. Şu sırada bir detektör yerimizi saptayacak olursa, artık bir daha koyvermezler ardımızı; ve arayıcı torpillerden biri, nereye gidersek gidelim, sonunda bizi yakalar. Ve her şeyin sonu olur bu. Pis bir an yaşıyoruz. Gidip Arka zindanlarında çürümeye hiç niyetim yok… Baş döndürücü bir hızla Araman üzerinde uçmayı sürdürüyoruz. Gelma da aynı duyguları taşıyor. Göz ucuyla bakıyorum. Yüzü renk vermiyor ama, pilot koltuğunun kenarlarını kavramış olan parmakları neredeyse kırılacak gibi sinirden. Urbiya, Kers gezegenindeki beyaz ırktan bir kız. Uzun boylu, ince yüzlü, kalın kızıl saçlı. Elmacık kemikleri hafifçe çıkık. Olağanüstü berrak bir teni var… Bana bu görevi verdikleri zaman, yardımcı olarak yanımda bir kadın bulacağımı aklımdan bile geçirmiyordum. Gezegen yaklaşıyor. Yükseklik göstergesine dikkatle bakıyorum, 100150 metre kala yere paralel şekilde fırlatmam gerekir Silüs’ü. Tam sırası.


Retrofüzeleri durdurup motorları çalıştırıyorum. Hava tabakaları üzerinde sıçramaya başlıyoruz birden: Su üzerinde sıçrayarak giden bir taş gibi. Şimdi motoru frenleyip, savanın ortasındaki ufak bir tepenin üzerinde gördüğüm küçük koruluğa doğru dalıyorum. Yere yavaşça konuyor Silüs; motorları stop etmeden önce sık bir çalılığın ortasına kaydırıyor ve derhal, negatif dalga yayan cihazı çalıştırıyorum. Eğer bizi şu ana kadar saptayamadılarsa, arayıcı dalgalar bizim cihazımız tarafından yutulacağı için. yerimizi bulmaları imkânsız… Biraz rahatlıyorum. Herhangi bir kötü belirti yok gökyüzünde; başardık herhalde… Uzay gömleğimin cebinden bir sigara çekip soruyorum Gelma’ya: — Sigara ister misin? — Hayır sağol! Pek hoşlanmadı “sen” diye hitap etmemden. Gülümsüyorum. — Katıldığın ilk sefer mi bu? — Hayır! — Benden önce birlikte çalıştıkların “sen ” diye hitap etmediler mi sana hiç? — Hemen hiçbir zaman. — Yani şaşırttım seni? — Aptal değilim. — Bravo!. Yola çıkmadan önce adınızın Gelma olduğunu söylemişlerdi. Soyadınız ne? — Arene. — Kersli’siniz galiba? — Evet. Ama soyumuz Dünyalı.

— Bunu tahmin etmiştim. Yükledikleri görev. Dünyalı olmanızı gerektirir. Kaç zamandır servistesiniz? — İki yıldan beri. — Kaçıncı göreviniz bu? — Dördüncü. — Sizi böyle bir göreve vermeleri için, ilk üç görevde olağanüstü yetenekler ortaya koymuş olmalısınız. — Bilmiyorum. Beni buraya sizinle niçin gönderdiklerini bile bilmiyorum. — Kural böyle. Ben açıklayacağım size. Zorunlu bulduğum kadarıyla. Yavaş yavaş. Benim kim olduğumu söylediler mi size? — Hayır. — Guy Terrel. Hafifçe açıyor gözlerini.

Benden söz edildiğini işitmiş olsa gerek; ve en tehlikeli görevlerin genellikle bana verildiğini biliyor olmalı. Nihayet sigaramı yakıp derin bir nefes çekiyorum, sonra da: — Bu seferki iş, çantada keklik, diyorum. “Farkımıza varmadılar. Başarırsak, Dünyaya geri dönmek bakımından ciddî bir şans kazanmış oluruz ki bu bile harika. ” Biraz alaycı bir gülümseyişle, üzerine konduğumuz kıtanın bir haritasını çıkarıyor ve bulunduğumuz yeri sefer tablosunun koordinatlarına başvurarak kolayca buluyorum. Ardından, bölgenin ayrıntılı bir haritasını alıyor ve geniş bir yeşil düzlüğü gösteriyorum Gelma’ya: — Şuradayız. İşte üzerine konmuş olduğumuz tepecik. Ordet savanının tam ortasında. Ordet kim biliyor musun? — Hayır. — Buraya ilk inen pilot. Yüz yıldan fazla olmuş. Eski bir aktüalite filminde görmüştüm Ordet’i; ve şimdi onu düşünmekten kendimi alamıyorum işte! Onu ve Komutan Rampell’i. Dişlerim gıcırdıyor kendiliğinden, yumruklarım sıkılıyor… Gelma’ya durumu hemen anlatman belki daha iyi olacak. Her şeyi değil tabii sadece hareket noktası bakımından gerekli olanları. — Rampell de kaybolan gemisiyle, buraya, bu savana inmişti.

— Rampell? — Komutan Rampell. Bugünkü büyük savaş gemilerimizin ilk örneğine komuta eden adam. Raf I’in komutanı. Raflar insanlığın şimdiye kadar gördüğü en büyük, en korkunç savaş araçlarıdır biliyorsun. Ve biz bütün bilinen samanyolları arasındaki üstünlüğümüzü, bu araçlar sayesinde sürdürmekteyiz. Sigaramdan derin bir nefes çekip ağır ağır burnumdan salıyorum dumanı. — Bundan 25 yıl önce oldu bu. Geminin uçuş sırasında parçalanıp tuzbuz olduğunu sanmıştı o zaman herkes; ve olay kafalardan silinmiş gitmişti. Ama bundan üç ay önce bir gün bir irtibat füzesinin, Ay’ın etrafında dönen ikmal uydusunun yörüngesine girdiği görüldü. Bu irtibat füzesi Rampell tarafından yollanmış, ama yolundan saptığı için zamanında yetişememişti. 25 yıl önce bu türden aksamalar normal sayılıyordu. Dikkatle dinliyor Gelma. Hafifçe gülümseyerek devam ediyorum: — Raf I parçalanmış değildi. Rampell gemisini Araman’a indirmişti. Blokmotorda bir arıza vardı, ve bu arızayı kendi imkânlarıyla onaramaz durumdaydı.

İrtibat füzesinde kayıtlı mesajında, uzay gemisinde üç ay dayanabileceğini — Ve komutan Rampell’den bir daha söz edilmedi öyle mi? — Ne ondan, ne de komutasındaki öteki görevlilerden. Duman olup uçmuşlardı sanki… — Ve siz… — Yakalanıp tutuklandıklarını ve prototip geminin gizlenmiş olduğu yerin sırrını kendisinden zorla almak istedikleri zaman da, ölmüş olduklarını sanıyorum. — Hepsi mi? Hepsi evet! Bir prototipin komutanı gibi bütün tayfası da, asla konuşmamaya şartlandırılmışlardır. Ve artık direnemeyecek hale geldikleri an, intihar ederler. İntihar ettiklerini bilmeden. — Allahım! — Belki ikimiz de aynı durumdayız Gelma. — Öyle olsak, söylerlerdi bize. Başımı sallıyorum: — Zalimce bir şey olurdu bunu söylemeleri. Rampell’in mesajı deşifre edilir edilmez, Dünya Konfederasyonu hükümeti Tora’ya derhal bir araştırma komisyonu yollayarak açıklama istedi. Ama Tora makamları hiçbir şeyden haberleri olmadığını ileri sürdüler ve Dünyalılar’ın kuşkusuz Araman’daki yerli kabileler tarafından öldürüldüğünü sandıklarını bildirdiler. Tora’ya yeni temsilciler yolladı Hükümet, ama bir tedbirsizlik sonucu haber yayıldı ve Dünya basını, Rampell’in basit bir gemiye komuta etmediğini, Araman’a inmeyi başardığını ve Rafını da orada gizlemiş bulunduğunu yazdı. Bir an daldıktan sonra ekliyorum: — Bu haberin yayınlanmasından iki gün sonra da Tora’daki temsilcilerimiz, Ovada yaşayan muhalif kabileler tarafından katledildi. Hükümetimiz yeni temsilci göndermek isteyince de, Araman yöneticileri, yeni kurulun güvenliğini sağlayamayacakları bahanesiyle isteği reddettiler. — Anlıyorum diye mırıldanıyor Gelma. — Bir filo yollayıp bütün gezegeni işgal edebilirdik; ama çok büyük bir risk altına girmiş olurduk o zaman.

Hükümet böyle bir tedbire, ancak iyice çaresiz kaldığı takdirde başvurabilir! Bizi gizlice göndermelerinin nedeni de, işte bu. — Yani biz fedai olarak geldik? — Tastamam. — Ve amacımız da o prototipi bulmak. — Bulup yok etmek. Tabii onarıp beraber götüremediğimiz takdirde. — Komutan Rampell’in gizlemiş olduğu yeri bildiğinize göre, gemiyi bulmak zor olmayacaktır. — Hiç de öyle değil. Çünkü bilmiyorum. Kendi imkân ve yeteneklerimizle bulmak zorundayız onu. Tek avantajım, gemi için şartlandırılmış olmam. Yani belirli birtakım durumlarda, bilinçaltım kendiliğinden tepki gösterecektir. — Peki bu gizlilik niye? — Çünkü bizi ele geçirip doğru söyleten uyuşturucular verebilirler. Bu durumda, biz de bir şey bilmediğimiz için düşmanlarımıza yardımcı olmak tehlikesinden korunmuş oluyoruz. — Araman’da düşmanlarımız bulunduğunu hiç sanmıyordum. — Yalnız Araman’da değil, her yerde.

Bütün Galaksiler’de Dünyalı veya Dünyalı olmayan herkes barbarlığa dönebilmek için bizi yok etmeyi düşlüyor. Egemenliğimizi silahlarımızın ezici üstünlüğüne borçluyuz. Ve eğer öteki federasyonların hükümetleri, Raf gibi bir silahı ellerine geçirebilseler; bizim üstünlüğümüz epey sarsılır. Bir an susuyor Gelma, sonra içini çekerek mırıldanıyor: — Şimdi bir sigara verebilirsiniz bana. Paketi uzatıyorum, alıyor. Çakmağımı yakarken soruyorum: — Çok etkilenmiş gibisin?. — Seferin bu kadar tehlikeli olduğunu düşünmemiştim. — Ve korkuyorsun? — Tabii. Sefere başlarken daima korkulur. Yalnız, burada, prototipi yok etmeden önce veya sonra ele geçecek olursak, bir tutsak değişimi çerçevesi içine girmemiz de söz konusu olmayacaktır. — Tora yöneticileri bizi niye tutukladıklarını hiçbir zaman açıklamak istemeyeceklerine göre, tamamen haklısın. — Yalnız, senin de benim gibi şartlanmış olduğunu bil. Ve bu, gerekirse, hiç beklenmedik şaşırtıcı imkânlar verebilir sana. Bu ihtimal bile pek sevindirmiyor onu. Dostça omuzuna vuruyorum: — Şunu da iyice belle ki, sen seçildiysen, bu görevi başarabilecek yetenekli kadın sayılıyorsun demektir.

— Başarıdan kastınız ne? Prototipi yoketmemiz mi, yoksa Dünya’ya dönmemiz mi? — İkisi biribirinden ayrılmaz Gelma. Servisin, Rafı geri getireceğimizi umduğunu da hiçbir zaman çıkarma aklından. Her ikimiz de Büyük amiral rütbesiyle Dış Güvenlik Servisi’ne bağlıyız. Rütbenin nedeni basit. Görev sırasında karşımıza çıkacak darkafalı veya saf bir subay, bize asla engel olamasın. Üniformamız yok. Ama her ay, yüksek rütbeli bir subayın aldığından üç dört kat fazla para geçer elimize. Bu da, A sınıfındakilerin bütün haklarından yararlanmamıza yeter. Buna karşılık, servis istediği gibi kullanabilir bizi. Amacı o belirler, ve biz başarmak zorundayızdır. Üstün önemli görevlerde iki defa başarısızlığa uğramış hiçbir ajanımız yoktur. Söz konusu prototipin geri getirilmesi veya ortadan kaldırılması, “üstün önemli bir görev. Ya başaracak, ya öleceğiz! Üçüncü bir yol yok!… Buna karşılık, amaca varmak için başvuracağımız hiçbir araç, tartışma konusu olamaz. Her aracı deneyebiliriz rahatça. Dokunulmazlığımız, “dünyasal adaletin yürürlükte olduğu her yerde ” servis tarafından garantilenmiştir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir