Gerard De Villiers – 08 San Salvadorda Dehset

Las Amapolas Caddesi ile Venezuela Bulvarı’nın kesiştiği kırmızı ışıkta bekleyen kamyonetin yamndan iki baldırı çıplak geçti. Kamyonetin hemen yanında, ortalığı simsiyah dumana boğan döküntü otobüsün pencere kenarında oturan Teresa Santos umursamaz bir tavırla adamlara baktı. O da, El Salvador’u aylardır kana bulayan iç savaşı yaşayan bahtsızlardan biriydi. Yakalanmayacaklarından yüzde yüz emin olan solcu ya da sağcı katiller bir anda ortaya çıkıyor, etrafı tarıyor ve ortadan yok oluyorlardı. Olaylardan bıkmış olan polis, çoğu kez cesetleri, aileleri gelip alana dek olay yerinde sineklere ve çürümeye terkediyordu. Yeşil ışığın yanmasıyla birlikte baldırı çıplaklar Teresa Santos’un görüş alanından çıktılar. Camino Real Oteli’nin barında garsonluk yapan Teresa politikaya karışmadığı gibi çevresinde sürüp giden bu vahşetten yakındığı da olmazdı. Nihayet ineceği durağa yaklaşıyordu. Otobüs, Autopista Sur Kavşağı’nda durmak üzere yavaşladı. Diğer yolcularla birlikte Teresa Santos da otobüsten indi ve gecekondusunun bulunduğu Colonia Las Mercedes yönüne doğru yürüdü. Üzerindeki Camino Real Oteli’nin yeşil, kahverengi ünifor5 Orijinal adı: TERREUR A SAN SALVADOR ması mahallede dikkat çeken lüks bir giyimdi. Bir süre sonra ya’aında bir araba durdu. Koyu renk camlı, geniş lastikli bir Range-Rover. Arabadan iki adam indi ve ona doğru yaklaştı.


Siyah gözlüklerinin ardında yüz ifadeleri anlaşılmayan uzun boylu kişilerdi. Teresa Santos içgüdüsel olarak durdu. Adamlardan biri yanına yaklaşarak sordu: — Senyorita Santos? Genç kızın heyecandan kalbi çarpmaya başladı. — Evet. Yabancı gülümsedi. — Bizimle gelinr Hava yürünemeyecek kadar sıcak. Genç kızın kımıldamadığını görünce iki yanına geçtiler ve nazikçe arabaya doğru ittiler. Hareketleri çok kibardı. Buna rağmen Teresa Santos kalçasına hafifçe dürtülen bir bıçak hissetti. Bacakları kesildi. Birkaç metre öteden sayısız araba ve kamyon geçiyordu, ama Teresa Santos’un korkudan gözü hiçbir şey görmüyordu. Gazetelerde her gün buna benzer haberler yer ahyordu. Başkent San Salvador’da da bu böyleydi, diğer kentlerde de. İnsanlar sessiz, sakin ve acımasızdı. Hemen her gün, kurşunlarla delik deşik olmuş, cinsel organları kesilip ağızlarına sokulmuş ve kulaklarına, cinayet “nedenini” açıklayıcı etiketler yapıştırılmış sayısız ceset bulunuyordu. Yılbaşından bu yana üç bin siyasi cinayet işlenmiş ve bir tek tutuklama olmamıştı.

Gel de bu kentte yaşa! îki adam Teresa Santos’u Range-Rover’m arka koltuğuna itti. Kapı dış dünyaya kapandı ve araba hareket etti. Adamlar ön koltuktaydılar. Garson kız devamlı terliyor, önündeki kadife kaph koltuklardan başka bir şey görmüyordu. Karşı 6 koymak aklının ucundan bile geçmemişti, çünkü isteseler onu oracıkta öldürebilirlerdi. Koltuğun bir köşesine büzülmüş olan genç kız titremeye başladı. Korkudan uyuşmuş küçücük beyniyle niçin kaçırıldığım bulmaya çalışıyordu. El Salvador’da bu gibi şeylerin nedeni pek aranmazdı, ama Teresa Santos bu güne dek kendini her şeyden uzak tutmuş ve hiç ağzım açmamıştı. Range-Rover, AutopistaSur’ubir kilometre kadar daha izledikten sonra sağa, kuzeye saptı ve iki yanı villalar ve askeri garnizonlarla çevrili Carretera Panamericana boyunca ilerledi. Sonunda, beyzbol alanını geçtikten sonra tekrar sağa, manolyalarla çevrili dar, sakin bir yola saptılar. O andan sonra Teresa Santos, lüks evlerle çevrili birbirinin benzeri caddelerde yolunu ve yönünü şaşırdı. Colonia San Francisco, San Salvador’un en zengin mahallesiydi. Çevrede yaya kimse yoktu ve pek az araba vardı. Range-Rover bir garajın önünde durdu ve klakson çaldı. Garajın kapısı açıldı, araba içeri girdikten sonra da hemen kapandı.

Teresa Santos’u tek kelime etmeden aşağı indirdiler. Garaj, tropikal bitkilerle kaph geniş bir bahçenin kenarında bulunuyordu. Adamlar garson kızı bahçenin dibinde bulunan küçük beton bir binaya götürdüler. Elli metrelik yol boyunca Teresa Santos sol tarafta sütunlu beyaz bir ev farketti. Evin yüzme havuzu çalıştığı otelinki kadar büyüktü. Suyun kenarında güneşlenen mayolu esmer bir kadın vardı. Adamlar genç kızı büyük bir ampulle aydınlatılmış, duvarları sıvalı, atölyeye benzer bir odaya soktular, içlerinden biri cebinden sicim çıkardı; Teresa Santos’un bileklerini arkada kavuşturarak başparmaklarım özenle bağladı ve düğümü öylesine sıktı ki, genç kız parmaklarında kan dolaşımı7 nın durduğunu hissetti. Sonra onu bir tabureye doğru ittiler. — Otur şuraya ve kımıldama! Adamlar dışarı çıktılar. Kapının kilitlendiğini duyan Teresa Santos kendini korkuyla baş başa buldu. Neydi bu adamlann amacı? Yüksek sesle, var gücüyle dua etmeye başladı. * ** Kapı tekrar açıldığında Teresa Santos sessiz ağlıyordu. Aradan aşağı yukarı bir saat geçmişti ve başparmakları müthiş acıyor, patlayacakmış gibi zonkluyordu. Genç kız gözyaşları arasında üç erkek farketti: İkisi onu buraya getirenlerdi, üçüncüsü ise ne bir katile benziyordu, ne de bir zorbaya. Aksine, karışık siyah saçları, düzgün ve ince hatlarıyla daha çok bir sinema oyuncusunu andırıyordu.

Üzerinde işlemeli bir Meksika gömleği, siyah pantolon ve Meksika çizmeleri vardı. Ağzındaki yeşil purodan bir nefes çekerek ona yaklaştı: — Adın ne? Teresa Santos öyle korkuyordu ki birkaç saniye cevap veremedi. Diğeri sakin bir tavırla bekliyordu. — Santos… Teresa Santos. — Nerede oturuyorsun? — Colonia Las Mercedes, Rasales Sokağı, 56 numarada. — Ne iş yaparsın? — Camino Real Oteli’nde çahşıyorum. — Anlaşıldı. Teresa Santos’un cevaplarından hoşnut kalmış gibi başını salladı. Bundan cesaret alan genç kız: — Senyor, dedi, buraya niçin getirildim? Soruları soran adam cevap olarak elini uzattı 8 ve beklenmedik bir hareketle genç kızın sol göğsünü yakaladı. İçinde sutyen yoktu ve bu temas başparmaklarının acı sı NI unutturacak derecede büyük bir haz verdi genç kıza. Değişik koşullarda bu yakışıklı erkeğin cazibesinden serseme dönebilirdi. Birden, göğsünü saran parmakların memesinin ucuna doğru kaydığını ve onu sıktığını farketti. İlk saniyelerin haz verici duygusu yerini bir anda acıya bıraktı. Teresa Santos ince bir çığlık atarak boş yere kurtulmak için debelendi. Katil kılıklı adamlardan biri arkasına dolanıp sımsıkı tutmuştu onu.

Saçları dağınık yakışıklı adam: — Orospu, dedi. Kötü ilişkilerin var. Yüzünde zalimce bir gülümseme belirmişti. — Ne gibi, senyor? Ne gibi? Yabancı aynı sakin sesle devam etti: — Sen, Mauricio Garcia’nın ailesinden değil misin? — Evet, dedi Teresa Santos. Amcam olurdu. — Anarşistin tekiydi, öyle değil mi? Teresa Santos sustu. Amcası bir yıl önce sokakta öldürülmüştü. Salvadorluların çoğu gibi DHC’nin* sempatizanıydı. — Hayır, dedi Teresa. Bir cinayete kurban gitmişti. — Orospu! Suratına inen tokat yumruktan farksızdı. Darbenin etkisiyle Teresa’nın başı yana savruldu. Yakışıklı adam göğsünü bıraktı ve yüzüne tükürdü. — Köpoğlusu amcan idam edildi. O da senin gibi komünistin tekiydi! — Hayır, yanılıyorsunuz, diye hıçkırmaya başladı genç kız.

Ben komünist değilim. Tanrı’nın önünde yemin ederim. (*) DHC: Devrimci Halk Cephe»!. 9 — öyleyse kanıtla bunu, dedi yakışıklı adam. — Peki ama nasıl, senybr? Ben… — Amcanın ölüm yıldönümü için bir ayin yapılacakmış, dedi sakin bir sesle. Nerede ve ne zaman? Teresa Santos başparmaklarının zonklamasını unutup, bu beklenmedik sorunun nedenini anlamaya çalışarak suskun kalakaldı. Bu ayinden haberi vardı tabii. Hatta gitmeyi bile düşünüyordu. Fakat kendisini kaçıranların bu işle ne ilgisi vardı? Karşısındaki adam o sakin sesiyle devam etti; — Amcanın komünist olmadığını söylüyorsun, ama ailesi gidip “Kızıl Papaz “dan ayini yönetmesini istiyor. Buna ne dersin? Teresa Santos dudaklarının kenarına süzülen gözyaşlarını yaladı. Durumu anlamaya başlıyordu. Başparmaklarının acısı dayanılır gibi değildi. Bakışları bulanıklaşıyordu. Adamın sertleşen sesi korkusunu daha da artırdı. — Cevap vermek istemiyor musun, orospu? Teresa başını önüne eğdi.

Konuştuğu takdirde çok kötü şeyler olabilirdi. Az önce onu etkileyen o çekici yüz şimdi allak bullak olmuş görünüyordu. — Sen de bir komünistsin, bunu şimdi anladın değil mi? “Kızıl Papaz”ı koruyorsun! — Böyle bir ayinden haberim yok! diye hıçkırdı kız. Suratında bir tokat daha patladı. — Yalancı karı! — Tanrı adına yemin ederim. (Katıla katıla ağlamaya başladı.) Oh! Canım yanıyor! Başparmaklarımı çözün. Lütfen, Tanrı aşkına! İçinden, söylediği yalan için Tanrı’dan bağışlamasını diledi. Durumunu herhalde kabul ederdi. Kısa bir sessizlik oldu, ardından aynı soğukkanlı ses: ıo — Tanrı’dan yalanını bağışlamasını dilediğini biliyorum, dedi. Ama yine de parmaklarını çözdüreceğim. Adamlarından birine döndü: — Jesus, çöz onu. Jesus adlı katil genç kızı sırtı masaya dönük durumda geriye itti. Teresa Santos bir an ırzına geçeceklerim tahmin etti ve rahat bir soluk aldı. Aynı şey on dört yaşındayken de başına gelmişti ve insan bundan ölmüyordu.

Birden Jesus’nün bacakları arasından sarkan deri kınlı palayı farketti. Sivil muhafızların taşıdıkları palalara benziyordu. Jesus, Teresa’yi bileklerinden tutarak başparmakları üstte kalacak biçimde ellerini masanın kenarına çekti. Teresa Santos’un korkacak zamanı bile olmadı. Palanın ışıldıyan çelik ağzı sırtından aşağı doğru hızla indi ve bağlı başparmaklarım kopararak tahtaya saplandı. Teresa Santos ellerinde önce iğne batar gibi bir his duydu. Katil bir sıçrayışta geri çekilirken genç kız da içgüdüsel bir davranışla kendini korumak için kollarım öne uzattı. Elleri, havada kandan iz bırakarak bir kavis çizdi ve aynı anda parmaklarından yayılan korkunç bir ağrı tüm benliğini kapladı. Ağrıdan çok, dayanılmaz bir yanmaydı bu. Teresa ellerine baktı. Birkaç saniye önce başparmaklarının bulunduğu yerden şimdi kan fışkırıyordu. Masamn üzerinde birbirine bağlı duran iki parmak ise, gerçeküstücü heykelcikleri andırıyordu. Genç kızın bakışları buğulandı, korkunç bir mide bulantısıyla iki kat oldu ve bir anda kendinden geçti. * ** ıı Teresa Santos gözlerini açar açmaz üzerine kustu. Onu eski bir deri koltuğa oturtmuşlardı.

Elleri sülfrik aside batırılmış gibi yanıyordu. Yaralarını eski püskü bezlerle sararak, kanamayı durdurmuşlardı, ama kendini son derece halsiz hissediyordu. Bacakları titriyor, başı dönüyordu. Altını ıslatmış olduğunu farketti. Parmaklarını kesen Jesus sırıtarak onu izliyordu. Masaya yaslanmış olan esmer, yakışıklı adam yeşil purosunu içmeye devam ediyordu. Ayıldığını görünce yanına yaklaştı: — Nasıl, beğendin mi? Hâlâ bana yalan söylemekte kararlı mısın? Soruma cevap verecek misin? Adamın Kübalılara özgü konuşması ilk kez olarak Teresa’nın dikkatini çekmişti. Teresa olumsuz bir biçimde başını salladı. Gözlerini, masanın üstünde küçük kan lekesinin ortasında duran parmaklarından ayıramıyordu. Genç adam döndü, tiksinerek parmakları tutan sicimi yakaladı, sonra Teresa’nın önünde salladı. — Sen kızıl köpeğin tekisin. Bu nedenle ben de seni köpeğime yem yapacağım. Genç adamın tekrar geriye dönmesiyle Teresa, masada bir aletin, küçük bir kıyma makinesinin bulunduğunu farketti. Adam bir düğmeye basar basmaz alet uğuldamaya başladı. Sonra elindeki parmakları makinenin içine atarak tahta sapla bastırdı.

Makinenin sesi hemen değişti. Teresa Santos sanki parmaklan hâlâ yerinde ve canlıymış gibi korkunç bir çığlık attı. Parmakları makinenin deliklerinden kıyma halinde çıkarken çığlığın yerini hıçkırıklar aldı… Jesus gürültüyü önlemek için eliyle ağzım kapattığında Teresa biraz sakinleşti. Makine görevini sürdürüyordu. Genç kız midesinin kabardığını 12 hissettiği anda makinenin sesi tekrar değişti ve hızlandı: Parmakları bir tutam kıyma olmuştu. Diğer katil makineyi durdurdu. Jesus, Teresa’yi saçlarından kavrayarak başını kaldırdı. — tyi bak, orospu! Diğer katil kıyma tabağını alıp yere bıraktı. Küba şivesiyle konuşan yakışıklı adam bahçeye açılan kapıyı aralayıp ıslık çaldı. Birkaç saniye sonra içeriye sivri burunlu, dili dışarda, simsiyah, Doberman türü iri bir köpek girdi. İçerde bir tur attıktan sonra tabağın önünde durdu. Bir an kokladı ve iştahla kıymayı yemeye başladı. Teresa Santos tekrar bir çığlık attı ve ancak Jesus’nün palasının sapım başına vurmasıyla sustu. Yakışıklı, esmer adam yanına yaklaşarak karşısına dikildi. Tatlı bir sesle: -r- Görüyorsun ya, dedi.

Bu köpek senden hem daha akıllı hem daha yararlı. Fakat zavallı hâlâ aç! Gerçekten de hayvanın yiyecek ister gibi bir hali vardı. Genç adam gözlerini gözlerine dikerek aynı sakin sesle devam etti: — Eğer konuşmamakta direnirsen, seni parça parça kesip kıyma makinesinden geçirdikten sonra köpeğe yedireceğiz… Hem de tek lokma etin kalmayıncaya dek… Sustu ve yüzünü buruşturarak purosundan bir nefes çekti. Ter, kan, sidik kokusu ve sıcak, odayı dayanılmaz yapmıştı. Teresa Santos çıldıracak gibiydi. Bu işkence onu ölümden daha çok korkutuyordu, işkence edilmiş, gözleri oyulmuş, boğazları kesilmiş birçok ceset görmüştü, ama böylesine bir vahşete hiç tanık olmamıştı. Elinde olmayarak gözleri tabağı yalamakta olan Doberman’a kaydı. Parmaklarından geriye hiçbir şey kalmamıştı. Bu vahşete daha fazla dayanamayarak deliler .gibi bağırmaya başladı. 13 ** Aynı adı taşıyan hastanenin bitişiğindeki Divina Providencia Kilisesi dışarının cehennemi sıcağına karşılık, son derece serin olmasına rağmen hemen hemen boştu. Oysa saat akşamın altısını biraz geçiyordu. Mart ayı geldi mi, San Salvador yaşanacak yer olmaktan çıkar. Buhar banyosunu andıran gündüzleriyle geceler arasındaki ısı farkı ancak birkaç derecedir

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir