David Herbert Lawrence – Italya’da Alacakaranlik

İtalya’nın kuzeyinde yer alan Garda Gölü, güneyindeki güzel kıyılarda yaşayan insanlara müthiş bir manzara sunar. Göl, bu geniş kıyılardan kuzeye doğru daralarak bir armut görünümü alır, sonra iki yaka Riva Körfezi’nde birleşir. Gölün yüksek dağlarla kaplı batı kıyısına 1930’lu yıllarda yapılan yol sayesinde buraya daha çok insan gidebilmeye başlamıştır. İşte bu kıyı, D.H. Lawrence ve Frieda Weekley’nin 18 Eylül 1912’den 3 Nisan 1913’e kadar Villa di Gargnano’da göle bakan bir evde yaklaşık yedi ay kaldıkları yerdir. Burası yerli halkın gurur duyduğu güzelliklerle dolu bir bölgedir. Ilıman iklim ve verimli toprak güney meyvelerinin yetişmesine olanak sağlar. Yüzyıllar boyunca Gargnano’nun tepelerinde limon bahçeleri vardı. Verimli toprak, Gargnano’nun ekonomisini canlandırdı. Kuzey Avrupa ülkeleri ve AvusturyaMacaristan İmparatorluğu’nun gereksinimi buradan karşılandı. Limon yetiştiriciliği 20. yüzyılın başında ölse de limon bahçelerinin izleri kaldı. Buradaki limonluklar yalnızca sıradan birer sera değil, limon ağaçlarının yazın açıkta, kışın tahta ve camlarla korunarak bakıldığı, taş sütunlarla çevrili yapılardır. Limon üretimi, demiryolunun yapılmasıyla, 20.


yüzyılın başında düşüşe geçti. Lawrence, Garda Gölü’ne Almanya ve Alpler’den geçerek yaptığı bir yolculuk sonunda varmıştır. Bu kitaptaki denemelerin tümü 1912-1915 yılları arasında –dünyanın bozulmaya yüz tuttuğu, komşu ülkelerle ilgili bilgilerin önem kazandığı, İngiltere’nin kime karşı duracağı ve kiminle ittifak yapacağının tartışıldığı bir dönemde– yazılmıştır. Lawrence, Frieda’yı ve kendisini bu yolculukta geçindirmek için yol boyunca yazdığı kimi denemeleri İngiltere’ye yollayarak basılmalarını sağlamıştır. İtalya’da Alacakaranlık’taki denemeler “Dağlardaki Çarmıh”la başlar, “Garda Gölü Üzerine” adlı bölümdeki denemelerle sürer. “Sürgündeki İtalyanlar” ve “Dönüş Yolu” adlı yazılarla biter. Bu kitaptaki denemeler, birbirlerinden bağımsız olarak da okunabilir; çünkü her biri başka bir konuyu ele alıyor. Yine de tümünü kapsayan ana tema, yaklaşan savaş tehdidi ve Avrupa’nın bir alacakaranlığa doğru ilerlemesidir. Okur, bu yazıları okurken, Avrupa’nın kaygan bir zeminde yıkılışa doğru nasıl gittiğini açıkça görür. Tüm yazılarda ortak olan bir başka unsur da farklı kültürlerdeki insanların yüz yüze gelmeleridir. Önemli bir tarihsel dönemde yazılan bu yazılarda hep bir “yabancı” ya da “öteki” bulunur. Lawrence, kitap boyunca insanların farklılıklarını anlamaya çalışır. Sonuç, farklı dilleri konuşan, farklı etnik kökenlerden gelen insanlarla oluşturulan çoksesli bir yapıttır. Almanca, İtalyanca ve Fransızca sözcükler sıklıkla kullanılmaktadır. Kitap boyunca insanların yabancı dilleri konuşmasına dikkat çekilmiştir; ama yazar onları kimi zaman şiveden dolayı kimi zaman da kültürlerinden ve farklı düşünüş tarzlarından dolayı anlayamaz.

Bir yabancı ve bir yazar olarak onların dünyasına tam olarak giremeden, dışarıdan gözleyerek, “uzak gerçeklerini” anlatmak zorundadır. Bu nokta “Il Duro” adlı yazısında belirgindir. Lawrence bu insanın herkesten uzak durmasına hayrandır ve Il Duro, Lawrence’ın evlilik konusundaki ısrarları üzerine “çok fazla şey gördüğünü” söyler. Kitap, röportajlar yazma peşindeki bir gazetecilik anlayışından, bilinçli bir gezi yazarlığına doğru oluşan gelişmeyi de gösterir. Kimi yazılar ikinci kez yazılmıştır, bu gelişme yazıların ikinci kez yazıldığı aşamada ortaya çıkar. Gezi yazarlığının içinde gelişen, yabancı bir dünyayla iletişim kurma olgusu, Lawrence’a uygarlığın o yıllardaki bozulması üzerine felsefi gözlemler sağlar. Lawrence, yazdıklarını sürekli yeni düşüncelerin ışığında gözden geçirir, değiştirir. Bu kitapta belirgin olan bir başka nokta, yapılan düzeltmelerin sanatsal bir gelişmeyle beraber gitmesi. Yeniden yazılan denemelerde insanın yazgısı ve tarihi üzerine düşündürücü bölümler bulunuyor. Ama düzeltilmeyen ve ilk halleriyle sunulan San Gaudenzio denemelerinde yalnızca yabancı bir dünya canlı bir biçimde kısaca betimlenir. Yeniden yazılan denemeler felsefi görüş ve düşünceler açısından zengindir; ama onlarda da San Gaudenzio denemelerindeki canlılık ve yerel öğeler yoktur. Bu felsefi gözlemler, her ne kadar iyi anlatılmış olsalar da organik bir düşünce sistemi oluşturmaz; kimi zaman da denemelerin ana konusundan saparak gezi kitabını, İtalya’yı anlatmanın yalnızca bir araç olduğu izlenimini yaratan zor bir yapıta dönüştürürler. Bu bağlamda İtalya’da Alacakaranlık daha çok yabancı bir çevre ve kültür üstüne bir kitaptır. Karamsarlık egemen olsa da son iki denemede (“Sürgündeki İtalyanlar” ve “Dönüş Yolu”) yabancı bir çevre canlılıkla betimlenir. Bu bölümlerde “alacakaranlık” iyice belirginleşir.

Kitabın ana teması, Güney ve Kuzey arasındaki karşıtlıktır. Bu çelişki, aydınlık-karanlık, gece-gündüz, akılruh, yüksek-alçak, kadın-erkek, aristokrasidemokrasi tartışmalarıyla daha da gelişir. Bu karşıtlıklarla oluşan gerginlikler bir uyumun, bu karşıtlıkların birleşeceği bir çizginin umutsuzca aranmasına hız verir. Tıpkı gece ve gündüzün uyum içinde birleşeceği alacakaranlık çizgisi gibi. Tüm denemeler Kuzey-Güney ayrımını yansıtır. Lawrence her iki gezisinde de kuzeyden güneye doğru gitmektedir, fakat ikinci gezide çoktanrılı inancından sıyrılmış, makineleşmeye yem olacak bir İtalya’yla karşılaşır. Makineleşmeden kaçarak yabancı bir ülkeye giden yazar orada yine aynı şeyle karşılaşır. Milano’daki Katedral Meydanı’nda acı campari yudumlarken Avrupa’nın çöküşünün ve “insan yaşamının kusursuzca mekanikleşmesinin” acı tadını da duyar. Yeniden yazılmış denemeleri birbirine bağlayan bir başka nokta da yüksekle alçak arasındaki karşıtlıktır. Bu, “Yün Eğiren Kadın ve Keşişler”de gökyüzü ve gölgede kalan insanlarla; “Limon Bahçeleri”nde yükseklere çıkıldıkça daha da belirginleşen bozulmuşlukla; “Tiyatro”da ise localarda oturan kişiler ve sıradan halk arasındaki farkla ortaya çıkar. Başka bir ortak nokta da yaklaşan savaşın hissedilmesidir. “Tiyatro”, evlerine dönen bersaglier’leri ve karanlıktaki tek belirgin yer olan Avusturya sınırını betimleyerek biter. “Sürgündeki İtalyanlar”da bir yanda köylüler tarafından karşılanan süvari, öte yanda kendilerini asker yapan İtalyan hükümetine karşı olan anarşist İtalyanlar vardır. “Dönüş Yolu”nda ise Lawrence askere gitmek üzere olanlarla karşılaşır. “Sürgündeki İtalyanlar”ın başında betimlenen birbirleriyle dövüşen üç kuş ve onları zevkle izleyen Almanlar ise artmakta olan şiddetin göstergesidir.

Bu kitabı oluşturan yazılar üç ana bölümde incelenebilir: Lawrence’ın Frieda’yla birlikte Bavyera’dan Garda Gölü’ne gittiği dönem, Garda Gölü’nde kaldıkları dönem ve 1913’te tek başına Frieda’yla buluşmak için Bavyera’dan Milano’ya yürüyerek gittiği dönem. Bavyera’dan Garda Gölü’ne Gidiş (Ağustos-Eylül 1912) 1912’de Frieda ve Lawrence Haziran’dan Ağustos’a kadar Münih’in güneyinde yaşadı. 5 Ağustos 1912’de İtalya’ya gitmek için yola çıktılar. Bu dönemde yazılan “Tirol’deki İsalar” adlı yazı daha sonra “Dağlardaki Kilise” adıyla yeniden yazılmıştır. Aynı yazı daha sonra değiştirilerek “Dağlardaki Çarmıh” adıyla İtalya’da Alacakaranlık’a alınmıştır. “Dağlardaki Çarmıh” –başlıkta geçen “çarmıh” sözünün de katkısıyla– yazarın Kuzey ve Güney arasında sıkışmasını ve arada kalışını anlatır. Burası, Lawrence’ın gerçek bir dini inancın simgesi olan ve ona gerçek gözüken çarmıhı bulduğu yerdir. Dini inancın simgesi olan gerçek İsa, denemenin sonunda sözü edilen parçalanmış İsa’dır. Bir kenarda unutulmuş olan bu İsa, bu yönüyle o dönemdeki dini inanca benzemektedir. Yaşamlarını doğa olaylarının yönlendirdiği, doğa içinde yaşayan dindar Bavyeralılar da, insan kalabalıklarından uzak yaşayan toplulukların son örneğidir. Onlar yere yuvarlanmış, parçalara ayrılmış İsa heykelleri gibidir. Alacakaranlıklarına doğru yaklaşan bir insan topluluğudurlar. Garda Gölü (Eylül 1912-Nisan1913) 18 Eylül 1912’de Lawrence ve Frieda gölün batı yakasındaki Villa di Gargnano’ya yerleşti. Lawrence, burada üç deneme (“Yün Eğiren Kadın ve Keşişler”, “Limon Bahçeleri” ve “Tiyatro”) yazdı. Bunlar daha sonra değiştirilerek İtalya’da Alacakaranlık’a alındı.

Kitaptaki öteki yazılardan biri olan “John”, Frieda ve Lawrence’ın 16 Şubat 1913’te Gardola di Tignale’ye yaptıkları bir yürüyüş sırasında ortaya çıkmıştır. Öteki yazılar “San Gaudenzio”, “Dans” ve “Il Duro”, Lawrence ve Frieda’nın Garda Gölü’nden ayrılmadan önce (3-11 Nisan 1913 tarihleri arasında) Muslone yakınlarındaki bir çiftlik evinde geçirdikleri bir haftadan doğmuştur. Bu bölümün ilk denemesi olan “Yün Eğiren Kadın ve Keşişler”in ana teması, yukarıdaki dağlarda ve aşağıdaki toprakta yaşam savaşı veren insanlar arasındaki farktır. Bu karşıtlık, Hıristiyanlıkta var olan iki farklı kiliseyle –Kartal ve Güvercin Kiliseleri’yle– yazının başında belirtilir. Bir yanda yukarıda duran ve aşağıdaki dünyaya bakan San Tomasso, öte yanda alçakgönüllü ve insanlar arasında fark edilmez San Francesco Kilisesi vardır. Yazarın yüksek-alçak, aydınlık-karanlık karşıtlığına bakışı deneme boyunca değişir. Örneğin, yün eğiren kadınla beraberken kendini karanlıkla, esmer tenli İtalyanlarla karşılaşınca da aydınlıkla özdeşleştirir. Kadın onunla konuşmayı kestiğinde, tepedeki kayalara bakarak aşağıya doğru yürür. Alacakaranlık yaklaştığındaysa karanlığın içine hapsolmamak için koşar. Daha sonra yine bir yüksek noktadan bakarken bir ileri bir geri hareket eden, aydınlık-karanlık ikileminde tarafsız duran iki keşiş görür. Gece ve gündüz alacakaranlık çizgisinde kendi bütünlükleriyle ortaya çıkarlarken, bu iki keşiş karşıtlıkları kendilerinden uzakta tutarak iki karşıt noktanın birleşmesini önler gibidir. Bir başka karşıtlık da Lawrence “Strada Vecchia” (Eski Yol) ile “Strada Nuova”yı (Yeni Yol) karşılaştırdığında ortaya çıkar. Onların birleşimi iki dönem arasındaki alacakaranlık çizgisidir. Biri karanlıkta kaybolurken öteki gün ışığına çıkar. Eski yol aşağıya doğru inerken, yeni yol Avusturya sınırına doğru yukarı çıkar.

“Limon Bahçeleri”nde güney ırklarının kanlarındaki ateş ile kuzey ırklarının beyinlerindeki heyecan karşı karşıyadır. Lawrence’a göre Güney ve Kuzey birbirleriyle örtüşür. Bir yanda kişinin kendine tapması ve her şeyi yutan kaplan, öte yanda kendi dışındakine tapma ve kuzu vardır. Bir denge kurmak yerine bu karşıt kutuplar birbirlerini yok eder. İngilizler ne kadar yüksek bir bilince erişseler de İtalyan kültüründeki “erkeklik organına tapınma” onlara çekici gelir. Padrone büyük bir açgözlülükle İngiltere’ye ve makinelere bakar. Lawrence’ın ortaçağa ve Rönesans’a dayandırdığı Kuzey ve Güney arasındaki bu ayrım, ona göre çifte alacakaranlıktır. Tüm dünya üzerine bir karabasan olarak çöken Londra ve öteki sanayi şehirlerinin yayılışını durdurmak gereklidir. Ama o, bunun olacağına inanmaz. Yazının sonu eski düzenin alacakaranlığa yaklaştığını ama gelen yeni düzenin eskisinden daha kısa bir yaşama mahkûm olduğunu öne sürer. “Padrone” bir maymuna benzetilir. Padrone’nin temsil ettiği aristokrasinin yazgısını belirginleştirmek için Lawrence yeniden karanlık-aydınlık karşıtlığını kullanır. Padrone ve karısına Pietro ve Gemma adlarını verir. Padrone’nin adının dinsel bir çağrışımı vardır. Katolik Kilisesi’nde Peter, cennetin kapısının anahtarına sahiptir.

Ama, Padrone yalnızca çökmekte olan bir imparatorluğun sahibidir. Burada, Lawrence Signor di Paoli’yle dalga geçmektedir yine. Karısının adı ise mücevher anlamına gelmektedir. Bu ad, kocasının yaşamını “süsleyen” ve soğuk, ışık geçirmez taşa (böyle taşlara İtalyanca “pietra” deniliyor) yansıyan kadına uygundur. Lawrence, kadının kocasına boyun eğişinin altını çizerek daha sonra üzerinde duracağı cinsiyet savaşı konusuna da hazırlık yapar. Lawrence, kadın ve erkek arasındaki bu ayrımı akıl ve ruh arasındaki karşıtlığa da bağlar. “Tiyatro” denemesinde kilisenin bir tiyatro salonuna dönüştürülmesi, gelişmeyi yakalamak için atılan bir adımdır. Lawrence, Signor di Paoli’nin sekiz numaralı locasından aşağıya baktığında tüm Gargnano halkını görebiliyor. Aşağıdakilerin bile toplumsal sınıflanmaya göre oturduklarını fark eden Lawrence, bu kez dikkatini toplumsal ayrımdan kadın-erkek ayrımına yönlendiriyor. Kadın ve erkeği birbirine bağlayan tek bağ annelik ve babalık kavramlarıdır, tanrısal olan çocuktur. Çocuğa duyulan bu güçlü saygıda kadın –anneliğin de gücüyle– erkeğin boyun eğdiği bir güç haline gelir. Kadınerkek savaşında yazarı etkileyen bir başka nokta bu birlikteliğin toplumsal görüntüsü. Birbirlerinden hoşlanmayan bir çift toplum içinde görünüşü kurtarmak için birlikte yürüyebiliyor. Hayaletler’i izlemek için çağrıldığında Lawrence bu gösterinin Münih’te izlediğinden ne kadar farklı olduğunu anlar. İtalya’da yapılan gösteri Ibsen’inkinden çok farklıdır, daha duygusaldır.

Bu fark, Kuzeylilerin akılcılığı ile İtalyanların bedene tapınması arasındaki farktan doğmuş olabilir. Ama yazının asıl konusu Hamlet’le ilgilidir. Tiyatronun yöneticisi Enrico Persevalli’nin son gece için Hamlet’i seçmesi zenginliğe, saygınlığa, endüstriye ve modern İngiltere’ye olan bağlılıktır. Bu gösteriyi izleyen Lawrence bu İngiliz trajedisinin trajik bir farsa dönüştüğünü düşünür. Oyunun entelektüel karmaşıklığı oyunu sergileyen köylülere yabancıdır. Dört San Gaudenzio denemesinde (“San Gaudenzio”, “Dans”, “Il Duro” ve “John”) Lawrence, bozulmamış göl ve dağın artık geçmişte kaldığını fark eder. Bu bölümün sessiz ve ağır bir havası vardır. Yaşamayı sürdüren şeyler de, gelmekte olan yeni kuşak tarafından yutulacaktır. “San Gaudenzio”nun başında yazar, yükseklere tırmanmasını güneşe yaklaşma olarak belirtir. Badem ve kayısı çiçeklerinin çıplak ağaçları örttüğü bir dönemi, baharın gelişini anlatır. Güneşe doğru gidişi, artık “evi” gibi görmediği yerden kaçışını, sürekli duyduğu “yerleşememe” duygusunu simgeler. “San Gaudenzio”da öne çıkan bir başka konu da Paolo ve Maria arasındaki çekişmeyle iletilen bir cinsiyet savaşıdır. Tutkulu ve esmer olan Maria ovadan gelmektedir, dünyayı tanır ve değişimden yanadır. Sarışın ve mavi gözlü Paolo ise dağlardan gelmektedir, gelenekten ve geçmişin sürekliliğinden yanadır. Maria’ya göre insanın dünyada sahip olduğu şeyler kendi çabası sonucudur.

Paolo’ya göre ise bu, insanın sorgulamadan kabul edeceği yazgısına bağlıdır. Daha iyi bir yaşam isteyerek geçmişin değiştirilemez görünen düzenine karşı mücadele yanlısı ile toplumun var olan yasalarına bağlı bir yaşamı savunan muhafazakâr arasındaki savaşın dikkatli bir gözlemcisidir Lawrence. Ama savaşı kimin kazandığına karar veremez bir türlü. Maria’nın açgözlülüğünü onaylamazken, Paolo’nun egemen sınıflara safça tapınmasına da göz yumamaz. Zenginlerin yeni düzenine inanan, evde söz sahibi olan Maria, kocasının Amerika’ya göç etmesinden sorumludur. Bu, İngilizce öğrenmekte olan çocuklarının da paylaşacağı bir yazgıdır. Onun yeni insan modeli, biraz da çökmekte olan eski dünyanın farkında olmasından ileri gelir. Yıkılmış ve terk edilmiş limonlukları gören Lawrence da Maria’ya bu noktada katılır. Yörede giderek yaygınlaşan “Birra, Verona” markası artık güney şarabının yerini kuzey birasının almasının bir simgesidir. Bölge dışından gelen her şeye ilgi duyma Lawrence’a göre bu insanların dinsel inançlarını yitirmelerine bağlıdır. Bu, içki içmeyi dua etmekten daha çok seven komik rahip karakteriyle anlatılmıştır. “Dans” adlı denemede Maria’nın “kaliteli” insanlarla sıradan insanlar arasında yaptığı ayrım ortaya çıkar. Daha fazla parası olan müşterilere yemek servisi yapılır ve onlar geç saatlere kadar kalabilir. Öte yanda köylüler Maria’nın istediği saatte gitmek zorundadır. Burada savaş öncesinde çiftlik evlerinde yapılan danslardan biri betimlenmektedir.

“Dans”, bize bir sonraki denemenin konusu olacak Il Duro’yu ve tahta bacaklı oduncuyu tanıtır. Satırları dansın ritmini çağrıştıran o uzun paragrafta Lawrence dans ederken Tanrı’ya benzeyen adamlara ve kendini dansa kaptırmış, bu adamların gücüyle kendinden geçmiş iki İngiliz kadına odaklanır. Erkeklerin erkeklerle dans etmeleri halka açık yerlerde erkek egemenliğinin göstergesidir. Kadınlar kendilerini ortaya dökerek evdeki egemenliklerini yitirmek istemez. “Il Duro” ve “John” adlı denemelerde Lawrence birbirinden çok farklı iki karakteri betimler. Onları bağlayan şey İtalya dışında yaşamış olmalarıdır. Il Duro ve John, yurtdışında yaşama ve göçmenlik konularında iki farklı noktayı temsil etmektedir. Kendini insanlardan soyutlamış ve kendine yeten Il Duro, Lawrence’a göre Güneylilerin kana tapınmasının simgesidir. Paolo gibi, Il Duro da gücünü kendi köklerinden alır, Amerika’da kalışı yalnızca bir zorunluluktur. Öte yanda, John yabancı dil öğrenerek ve geleneklere uyarak yabancı bir kültüre uyum sağlamayı denemiştir. Ama şimdi çok huzursuz, ülkesinde kendini rahat hissedememektedir. Ülkesiyle tek bağı babasıdır. Amerika’da başına gelen tüm kötülük ve aşağılanmalara karşı, yeni dünyayı gelecekle, kendi ülkesini ise geçmişle ve ölümle bağdaştırır. Göçmenliği onu köksüz, yeni bir kuşağın temsilcisi yapmıştır. Eski düzenin çöküşüne tanıklık etmek, yeni karmaşanın içinde yaşamak bu kuşağın yazgısıdır.

Her iki adam da Lawrence’a anlaşılmaz görünür. Il Duro’nun evlilik konusundaki inatçılığı da, John’u Amerika’ya yollayan dürtüyü de Lawrence anlayamaz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir