Herbert Marcuse – Görünmeyen Diktatör

Eflatun «devlette», bir şeyin erdemi, o şeyin kendine özgü görevini yerine getirmesini sağlayan durum ya da niteliktir, der. Bıçağın erdemi keskinliği, bir koşu atının erdemi de hızıdır. Aynı şekilde bilgelik, cesaret, ölçülülük ve hakseverlik erdemleri de insan ruhunun «meziyetleridir» ve insanın yapmak zorunda olduğu şeyi -yani yaşamayı – iyi yapmasını sağlarlar. Her canlı ve cansız varlığın kendine özgü erdemleri olduğu gibi, siyasi toplum biçimlerinin de, asıl ilkelerini gerçekleştirdikleri ideal bir durumları vardır, diyebiliriz. Eflatun için iyi toplum, bilgelerin ve iyilerin, bilgileri ve yetenekleri kendilerinden az olan kişileri yönettikleri, hizmet esasına dayanan bir aristokrasidir. Görevlerin ve otoritenin doğru olarak paylaştırılmasına Eflatun «adalet» der, demek ki Eflatun’un ütopyasındaki erdem «adalet»tir. -7 Bu kavramı genişletirsek, örneğin bir monarşideki erdemin «sadakat» olduğunu söyliyebiliriz; çünki burada devlet kralın şahsında toplanmaktadır. Toplumun çözülmesini önleyen, tebaasındaki herkesin krala karşı olan kişisel görevini yerine getirmesidir. Bir askeri diktatoryanın erdemi şeref, bürokrat bir diktatoryanınki verimlilik, iş görme gücüdür. Geleneksel liberal demokrasilerin erdemi eşitlik, sosyalist bir demokrasininki ise kardeşliktir. İdeal bir nasyonal demokrasi <vatan sevgisi» erdemini geliştirir. «Vatan sevgisi» «sadakat» ten krala değ·il de devletin kendisine dönük olmakla ayrılır. Hoşgörü ise, günümüz Amerika’sında ortaya çıkmış olan modern çoğulcu (plüralist) bir demokrasinin erdemidir. Siyasal hoşgörü, çoğulcu bir demokrasinin düzgün işleyebilmek ve çoğulculuk idealini gerçekleştirebilmek için toplumdan beklediği bir anlayış ve zihinsel tutum biçimidir. Bu nedenle, eğer hoşgörüyü siyasal bir erdem olarak anlamak istiyorsak, onu psikoloji ya da ahlak açısından önyargıları inceliyerek değil, tersine demokratik çoğuloı’ıluğun kuram ve uygulanmasını çözümleyerek araştırmalıyız.


Bu yazıda ulaşmak istediğim şey hoşgörünün felsefesini anlamak ve aynı zamanda eleştirmektir. Bu yüzden ilk bölümü, bu kavramın açıklanmasına ve çoğulculuk kuramıyla olan ilişkilerinin gösterilmesine ayırdım. İkinci bölümde ise hoşgörü için ileri sürülebilecek çeşitli savları inceliyeceğim ve demokratik çoğulculuk kuramının insan tabiat ve toplumdaki zıt anlayışla- – 8 rın biraraya gelmesiyle ortaya çıktığını göstermeye çalışacağım. Son bölümde ise bu kuram bazı eleştirici düşüncelerin süzgecinden geçirilecek ki, ba’la kalırsa, 1Ju :iiişünceler içinde bulunduğ·umuz şu çağda bu kuramı savunmayı olanaksız kılmaktadır. İlk bakışta bu yol biraz gereksiz ve dolambaçlı gibi gelebilir. Bu yc.Ju seçişimin nedeni ç.oğulculuğu tüm ba�ansız bir kuram olarak görıneyişimdir, tersine bu kuram Amerikan’ın ı:re!işmesinin bir döneminde değerli bir rol oyııaım�tır, bugiin is(; geı ,.k hf’tim!eyici gerek yol göster ic i olma bakımından değerini yitirmiştir. Bu açıdan bakıldığında, vazı hoşgörüyü aşmayı öğütlemektedir, ve -Hegel’in hatırlattığı gibi – bir şeyi aşmak onu yadsımak demek olduğu kadar, içine de almak demektir. l. Siyasal kuramların çoğunda olduğu gibi demokratik çoğulculuğun da hem betimleyici, hem yol gösterici değişkenleri vardır. Çoğulculuk, betimleyici olarak, ödevinin, modern endüstri demokrasilerinin, özellikle Amerikan demokrasisinin gerçekte nasıl işlediğini söylemek olduğuna inanır. Yol gösterici olarak da, endüstri demokrasisinin nasıl olabileceğini gösteren bir «ideal görünüm» çiziştirir. Kcuramın bu iki biçimi de 19.

yüzyılda klasik – liberal geleneğin yöntembilimsel bireyciliğine yapılan saldırılardan· çıkmıştır. Bu geleneğe göre siyasal toplum, özerk bireylerin, isteklerini durmadan oya sundukları ve, kendi çıkarla- – 9 – rını gözönünde bulundurarak, güçlerini «devlet» te topladıkları bir «biraraya gelme» dir. (ya da olmalıdır-liberalizm de aynı biçimde çift anlamlıdır) Devlet en yüksek gücün ve otoritenin toplandığı bir yer, kamusal bir kurumdur. Emirleri demokratik bir karar verme ve denetim süreciyle meşru kılımı:. Bu süreç -doğru işlediği sürece- bağımlı olduğu kanunların yapılmasına kişinin katılmasını sağlar. Nihayet kuramın odak noktasında da tek tek vatandaşlarla egemen ve üstün devlet arasındaki ilişki yer alır. Devletin dışındaki birlikler, kurumlar önem açısından ikinci derecede kalır ve varlıkları açısından da devletin isteklerine bağımlı olarak görülürler. Bazı liberal düşünceli filozoflar devletin özel kurumlara asgari derecede karışmasını öğütlerken, bazıları devletin etken olarak karışması için çaba gösterirler. Her iki durumda da, yönetim görevi olmayan kuruluşlara, devlet kuramı içinde, ikinci dereceden ve bağımlı bir yer verilir. Bağımlılığı belirleyen çizgi «bir kurum, birlik meydana getirmeyen bireyler yığını» olarak görülen, «halkın ortaklaşa isteklerinin temsilcisi ve somut biçimi» olarak anlaşılan devletin, ve gene bu bireylerin küçük küçük gruplaşmalarıyla meydana gelmiş, ama devletin isteğiyle güçlendirilmiş olan özel kurumların arasından geçer. Klasik liberalizmin ideal bir «siyasi kamusal kurum» kuramı olarak tercih edilme nedenleri ne olmuş olursa olsun, bu liberalizmin, 19. yüzyılda ortaya çıkan endüstri demokrasisini yansıtmak açısından yetersiz olduğu çok çabuk ortaya çıkmıştır. Gerçek ve kuram – 10 – arasında gittikçe büyüyerek gelişen farklılaşmanın nedeni düzenin iki temel niteliğine bağlanabilir. Birincisi büyük ulusal devletlerdeki tüm yetişmiş halkın siyasal alanda etkin bir bağımsızlığa kavuşması, ikincisi de, toplumda «özel» düzeyde, gelişmiş bir endüstri sisteminin ortaya çıkarak temsilci yönetimin siyasal çerçevesi içinde, yeni çoğulou bir yapının gelişmesine yol açması. Geleneksel demokratik kuram, ön koşul olarak tek tek vatandaşlarla yönetim (hükümet) arasında dolaysız ve anlayışlı bir ilişkiyi gerektirir, bu ister Rousseau’nun istediği gibi «doğrudan demokrasi» biçiminde, ister Locke’un anlattığı temsilci mekanizmanın yardımıyla olabilir.

(Locke’un temsilci mekanizmasına göre devlet vatandaşın karşısına hem hizmetçi, hem efendi olarak doğrudan çıkmaktadır.) Kanunlarda açıklanan olgular -böyle oldukları varsayılmıştır bunların- hem okumuş her kişinin kavrıyabileceği gibi olmalı, hem de bu kişinin çıkarları açısından taşıdıkları önem kolayca anlaşılabilmeliydi. Fakat kitle siyasetinin ortaya çıkmasıyla bu dolaysızlık ve kavranabilirlik üzerine kurulan bütün umutlar bir daha geri gelmemecesine kayboldular. Küçük, kendi kendini yöneten özerk bir siyasal toplum ideal çekiciliğini sürdürüyjordu. Bunun dışavurumunu Avrupa ve Amerika’da 19. yüzyılda doğ·an ütopik kamusal kurumlarda görüyoruz. Ama yeni devrin büyük endüstri demokrasilerini yargılamaya yarıyan ölçü olarak bakıldığında bunları birçok eksiklikleri vardı: Uygulanmaları olanaksızdı. Halkın isteğini, seçtiği «gücü elinde bulunduran» kişilere ulaştırabilmesi için sürekli ve karışık kurumsal işlemler gerekiyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir