Evrenin dipsiz karanlığında masmavi bir küre gibi parıldayan dünyamızda yalnız değiliz. 3-3,5 milyar yıl önce oluşan dünyamızda tek hücrelilerden çok hücrelilere doğru evrilen yaşam dediğimiz o şaşırtıcı olgunun bize sunduğu biyolojik çeşitlilik öylesine karmaşık bir ekosistem oluşturmuş ki, bilim insanlarının hesaplarına göre bu çeşitliliğin 10-50 milyon arasında olduğu tahmin edilmekte. Tahmin edilmekte diyoruz, çünkü söz gelimi okyanusların ancak birkaç yüz metre altına dek yaşamın var olduğu sanılırken, bugün yapıla gelen araştırmalar bu derinliklerin çok çok altında da yaşamın var olduğunu gözler önüne seriyor. Son teknoloji ürünü robot denizaltılarla okyanusların binlerce metre altında yapılan araştırmalarda, insanoğlu daha önce kayıtlarda bulunmayan yeni türlerle karşılaşabiliyor. Birkaç milyon yıl önce Primat adını taşıyan sınıftan çok uzun yıllar sonra H om o S a p i e n s adıyla ayrılarak doğada kendine bir yer bulmuş olan insanoğlu, evrimsel süreç içerisinde geliştirmiş olduğu alet yapabilme yeteneğiyle daha sonra hayvan dostlarımızdan ayrılırken, yine o aletle doğaya egemen de olmuş, ancak bunun kendi uygarlık çizgisine olumlu katkısı olurken, Doğaya olan etkisi ise olumsuz olmuştur. İşte Amazonların gün günden yok olması ve oradaki biyolojik çeşitliliğin içine düştüğü tehlike; işte kuruyan nehir yatakları ve sonuçta buna bağlı olarak soyu tükenen, tükenmekte olan hayvan türleri.. Bunun uzun vadede insana da yansıyacak sonuçlarının olacağını ve insan fizyolojisinin daha az suya gereksinim duyacak biçimde evrimde ve evrende kendisine başka bir yol çizeceğini düşünüyorum. 9 Bangladeş’te köylülerin, tarlalarına girmiş olan Fil sürüsünü uzaklaştırmak isterken, yavru bir Filin istemeden de olsa ölümüne neden olmaları üzerine, o sürünün köyü basıp, altını üstüne getirerek, gözyaşları içinde küçük yavruyu aramalarını izlemiştim, bir belgeselde. Birbirlerine olan düşkünlükleri ve duygusallıklarıyla bilinen bu hayvanların, yaşam alanlarının git gide daralmasının yarattığı strese artık dayanamadığını öne sürüyor, bilim insanları. Bu konudaki örnekleri ne yazık ki çoğaltabiliriz. Çünkü hayvan dostlarımız, dünyanın en vahşi hayvanıyla toprağı paylaşmak zorunda: İnsanla. H om o S a p i e r ı s ‘in şurada hepi topu 100.000-150.000 yıllık bir geçmişi olduğunu düşünecek olursak, hayvan dostlarımızın bizden çok çok önce yeryüzünün sakini olmaya başladıklarını anlayabiliriz. Bilim insanlarının çalışmalarının ortaya koyduğuna göre, yaklaşık 65 milyon yıl önce dinozorların yok olmasına neden olan gök taşı felaketi sonucu yeryüzünde biyolojik hayat bitti sanılırken, biyokimyasal destekli olarak yavaş yavaş evrilmeye başlayan varoluş savaşı, Purgatorius denilen en ilkel memeli türünün hayata merhaba demesiyle insanoğlunun da macerası başlamış oldu ve onun torunlarının Ay’da yürümesini de kapsayan milyonlarca yıllık bir sürece yayıldı. Önce suda başlayan yaşam savaşı, oradan karaya sonra da havaya geçti. Dedeler ve torunlar arasındaki geçiş süreci basamak basamak gelişti ve torunlar dedelerinden aldıkları yapısal özellikleri yine kendi torunlarına geçirerek M e ga lo to n la r karşımıza B alin a, A r c h a e o p t e ry x l e r s e karşımıza K u ş la r olarak çıktı. Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar aslında insanın içine daldığı koca bir bilinmeyen dünya. Çünkü üzerlerindeki araştırmaların halen sürdürülmekte olduğu Yunusları ve Balinaları bırakın bir kenara, evimizdeki, yanı başımızdaki bağımsız ama mağrur; sevimli ama müdanasız dostlarımız Kediler bile bizim için gizemini hâlâ koruyan canlılardır. En büyüğünden en küçüğüne sonsuz sayıda biyolojik organizmalar olarak karşımıza çıkan hayvan dostlarımızın her biri, hem kendini hem içinde var olduğu Doğayı gemlenemez bir kâr hırsıyla yiyip bitiren İnsan denilen en tehlikeli hayvana karşın, bir ekosistemde kendine yer bulabilmişse, bundan bizim payımıza düşen, zekânın yalnızca insanı ilgilendiren bir 10 şey olmadığı gerçeğidir. Çünkü onlar da bizim gibi yerler, uyurlar, ürerler, korkarlar. Bundan dolayı onların her eyleminde insani bir dürtü, bir zekâ aramak mantıksız değildir. Görüntülerimizin, yemek listelerimizin, gırtlak ve dil yapımızın farklılığı, dişlerimizin, tırnaklarımızın keskinliği vs., bizi birbirimizden ayırsa da, milyonlarca yıllık evrimsel değişiklik bizi tek hücrelilerden çok hücrelilere taşısa da, onlarla ortak paydalarda buluşabiliyoruz. Söz gelimi yavrusunun yanına yabancı bir kuşun yaklaştığını gören bir anne Baykuşla, bebeğinin yanına yaklaşan yabancı bir kişiyi gören bir Kadının hissettiği tedirginlik duygusu ve koruma içgüdüsü, milyonlarca yılın yok edemediği ortak bir duygusal paydadan besleniyor olsa gerek. Doğada birbirimize bu kadar yakın durmamız kadim Çin’de bir dövüş disiplini olan Kung Fu’da bile kendini göstermiş ve insanoğlu Leopar, Yılan, Maymun vs. gibi hayvanların duruşlarını ve hamlelerini kendine uyarlayarak, yeni dövüş tarzları geliştirmiştir. Bu dövüş dalının ustaları hayvanlardan öğreneceğimiz çok şey olduğunu öne sürerler. Karada, havada veya denizde bizimle bu kadar iç içe geçmiş olan yakın dostlarımız hayvanlarla evrendeki yolculuğumuz sırasında ortak kültürler de geliştirdik. Avcı toplayıcı dönemlerimizden itibaren yaşantımızı paylaşmaya başladığımız hayvanlar, bir yandan yiyeceğimiz olurken, öte yandan postundan, kemiklerinden veya dişlerinden yararlandığımız temel kaynaklar olmaları nedeniyle belirli bir kutsallık mertebesine de yükseltilmiştir. Paleolitik çağa tarihlenen hayvan kemiği buluntularının dinsel amaçlı sunular olduğunun anlaşılması, insanoğlunun dinsel-kültürel gelişiminde hayvanların rolüne dikkat çekmekte. Başta Sibirya ve Üral-Altay halkları olmak üzere, eski çağlardaki ilkel toplulukların öbür dünyayla ilişki kurma, hastalarına şifa arama ve hastalığın bu halklara göre ruhun yerin altına kaçması anlamına gelmesi nedeniyle gerekirse yerin altına inerek kayıp olan ruhu geri getirme eylemlerinde çok önemli işlevler yüklenen hayvan kemiklerinin, insanoğlunun geliştirmiş olduğu Şamanizm denilen inanç sisteminde vazgeçilmez bir yeri vardı ve halen var. Fransa’nın L a s c a u x M a ğ a ra s ı’nda Aurignacien Dönem’den 11 (İ.Ö. y. 15000-13000) kaldığı tahmin edilen resimlerde Şamanizm’in en eski motifleri görülebilir. Bir Avrasya yaban sığırı, efsanevi bir yaratık olduğu sanılan tek boynuzlu bir hayvan, öküzler ve geyik ve at başları av öncesi yapılan büyüsel törenlerle ilişkilendirilmektedir. Sibirya kökenli bir sözcük olan Şamanizm, yerli kültürlerle çok yakından ilgilidir. Sihirbaz hekimin şifa verme ve ruhlar dünyasıyla temasa geçmede başvurduğu Şamanist uygulamalarla ilgili olarak antropologların yaptıkları çalışmalara göre, dünya üzerindeki pek çok eski kültürde benzerlikler olduğu görülmüştür ki, bu da aynı Şamanizmin değişik coğrafyalarda değişik kültürel biçimlerde karşımıza çıktığını gösterir. Ancak Şamanizmin özü hiç değişmez. Şamanizm bir din olmamakla birlikte, kendisine Hinduizm’den tutun, Hıristiyanlık’a dek yaşam alanı bulmuştur. Her inançta ondan etkiler ve kesitler görmek olanaklıdır. Şamanizm en kısa tanımıyla, ruhsal bilgeliğe giden en kısa yoldur, deneyimdir. Doğrud&n doğruya doğadan beslendiği için, dinleri kısa sürede etkilemiştir. Çok eski zamanlardan beri insanoğlu, Tabiat Ana’nm çocuklarıyla iletişim içinde olagelmiş, onun oluşturduğu o görünmez ama çok hassas denge içinde kayalarla, ağaçlarla, ırmaklarla, dağlarla, hayvanlarla yani doğanın tümüyle kendi varoluşunun belli bir akış içinde olduğunu keşfetmiştir. Yaradılış döngüsü içinde anlamlandırdığı Yüce Ruh kavramının ona hayvanlar aracılığıyla acıma, koruma, şefkat, saygı duygularını ihsan ettiğini düşünerek, tüm bunların hayatını yönlendirdiğini düşünmüştür. Bunlar doğada varlığını sürdürmekle birlikte öncüllerimiz olan hayvanlarda öteden beri baskındır ve her birinden insanın öğreneceği çok şey vardır. Sözgelimi Kartal’ın biz insanlar için taşıdığı ileti; özgürlük, cesaret, dürüst olmak, eyleme geçmek ve ileri atılmaktır. Onun taşıdığı tüm bu nitelikler, Şamana göre Yaradan’ın simgesi ve ruhsal yolun işaretleridir. Hayvanlar, fiziksel dünyamızda başarıya erişebilmemiz için nasıl davranmamız ve ne yapmamız gerektiğine ilişkin bazı belirli nitelikler ve davranışlar sergiler. En çok korktuğunuz hayvanın bile size verecek bir dersi vardır. Zor geçiş dönemlerinizde size yardımcı oldukları gibi, hayatta hangi niteliklerin eksikliğini duyduğunuzu anlamanıza 12 da yardımı dokunur. Yapmanız gereken onun iletisine kulak Vermektir. Kişinin kendini bilmesinde de eşsiz bir kılavuz olan hayvanlar, aynı zamanda bizim bilinçaltımızı da temsil ederler. Güç ve karakter açısından da benzerlikler gösterdiğimiz hayvanların doğasının içyüzünü keşfettikten sonra, kendi içyapımızdaki eksikliklerin neler olduğunu anlamamıza yardımcı olan hayvanlar bizi kendi kendimizle yüzleştirirler. Bu duyguyu belki de ağırlıklı olarak hayvanat bahçesinde hissederiz. Şaman inancında belirli bir hayvanın size günlük hayatınızda birden fazla gözükmesinin altında yatan ileti önem taşır. Her hayvanın size öğreteceği ve sizinle paylaşacağı şifa güçleri vardır, çünkü her birinin karşılaştığı güçlükleri saf dışı edecek yöntemleri bulunur. Kendinizi zayıf ve değersiz hissettiğinizde yapmanız gereken bu kadim dostlarımızla olan yitik ilişkimizi yenilemektir. Şamana göre doğadaki her şey canlıdır ve içinde kendi erkini ve bilgeliğini taşır. Bu yüzden de her hayvan Şamanist uygulamaların vazgeçilmez öğesidir. Şamanın atıldığı her tehlikede adeta onun şansı ve koruyucusu gibidir. Buna dayanarak da, Şamanlar herkesin bir erk hayvanının olduğuna ve bu hayvanın gücünü ve bilgeliğini o kişiye aktararak onu hastalıklardan ve kötülüklerden koruduğuna inanırlar. Onlara göre sahip olduğumuz her hayvan erkimize erk katar ve böylece hastalıklar ve olumsuz enerji bedenimizden içeri giremez. Her insan bu koruyucu erk hayvanlarının en azından bir kaçına sahiptir, aksi durumda insan çocukluğundan çıkamaz. Şamana göre, eğer bir erk hayvanı kişiyi terk eder ve yerini başkası almazsa, o kişi hastalıklara ve talihsizliklere açık duruma gelir. Sürüngen olsun, memeli olsun, deniz veya kara hayvanı olsun, her hayvan erk hayvanı olabilir. Evcil hayvanlar, insanların hizmetine girmiş oldukları için erk hayvanı olarak değerlendirilemez, çünkü evcil bir hayvana sahip olmak güzeldir, ama bir erk hayvanının yeterliliğine sahip, içinde kendi doğasını taşıyan bir hayvana sahip olmak daha güzel bir durumdur. Hayvanların insanlara sundukları yetenekler, kültürden kültüre değişiklik gösterse de, bazı belirli hayvanlar vardır ki, bunlar insanlarla paylaşmak istedikleri yetenekleriyle kişiye özgü bir ileti verir. ı3 Erk hayvanına saygı duymak çok önemlidir. Batı kültüründe hayvana saygı duymak diye bir şey söz konusu bile değilken, Şamanist kültürlerdeyse hayvan esas unsurdur. Şaman, hayvanına saygı duyarak hem onun yardımını kabul ettiğini ona bildirir hem de böylece onunla derin bir bağlantıya geçmiş olur. Saygı ifadesi içten bir teşekkürle olabileceği gibi, onu simgeleyen bir nesneyi günlük hayatının akışı içinde rahatça görebileceği bir yere koymasıyla da olur. Bu tür Şamanist uygulamalar, doğadaki her canlı varlıkta bulunan bilgeliği ve yaşamı onaylama ve onunla bütünün bir parçası olduğu anlamı taşır. Şamanizmde, doğadaki her şeyde insanoğlunun öğreneceği ve hayvanların bize sunmaya hazır olduğu zengin bilgelik kaynakları vardır ve bunlar bizi korur. Şamanist inançta bulunan Yüce Ruh, doğa ve hayvanlar aracılığıyla sizinle psişik bir bağlantı kurar. Hayvanların doğal karakterlerini ve çevrelerini incelemeniz, şifa ve ileti elde etmenize yarar. Yüce Ruh’un sizden istediği, doğal çevrenizdeki seslere, hareketlere ve iletilere kulak kabartmanız, canlı devinimine bir başka gözle bakmanızdır. Bir Böcek’in bir Kuş’un size söyleyecek bir sözü mutlaka vardır. Yaşadığınız bu tür deneyimlerin, gördüğünüz düşlerin yorumunu ön yargılardan uzak, saf bir bilinçle yorumlamanız erk hayvanınızın hangisi olduğunu ve ne gibi iletiler taşıdığını anlamanıza yardımı olacaktır. Erk hayvanınızın hangisi olduğunu öğrenmek için, Şamana danışmak gibi bir yöntem uygulamak veya bununla ilgili bir düş görmek ve bir hayvanın düşünüzde, hayalinizde çıkagelmesini beklemek de bir yöntem olabilir. Bu yöntemde hayvanınızdan kendisini göstermesini istedikten bir süre sonra belirdiğine ve sizinle temasa geçtiğine inanılır. Sözgelimi kanallar arasında gezinirken, bir doğa belgeselinde karşınıza çıkan bir Sığın (Elk); doğada gezintiler yaparken sanki sizi izliyormuş gibi gelen bir Kartal veya denizde sık karşılaştığınız bir Yunus. Bunun ardından hayvan çevrenizdeki şeylere karşı dikkatinizi çekerek sizin ruhsal kılavuzunuz olur. üst benliğinizle sürekli iletişim içinde olmanız, gerçek erk hayvanınızla karşılaşmanıza ve size kılavuzluk ederek, yol gösterici olmasında kolaylık sağlayacaktır. Hindistan ve Çin’de doğduktan sonra Kuzey ve Güney 14 Amerika’ya ve oradan da Avustralya’ya yayıldığı düşünülen Şamanizm’in izlerine, Kuzey Amerika’daki sayıları günümüzde epey azalmış olan Kızılderililerin inanç dünyalarında halen rastlayabiliyoruz. Bir Bizonun, bir Kartalın veya Ayının kabilede kutsal olarak kabul edilmesi hayvan dostlarımızın bizim dinsel-kültürel yolculuğumuzda, evrenle olan ilişkimizin yorumlanmasında yadsınamayacak bir önem taşıdığını gözler önüne seriyor. Şu bir gerçek: Bazı araştırmacılar Şamanizm’i avcı toplayıcı dönemlerden, bazılarınınsa düzenli sürü besiciliği dönemlerinden başlatsa da, her durumda hayvanların her zaman yanımızda olduğu gerçeği değişmiyor. Şamana göre Doğada bulunan her şey canlıdır ve ruhu vardır. O fiziksel ve ruhsal açıdan sıra dışı biridir. Ruhlar dünyasına hükmeder, orada sözü geçer. Yardımcı ruhları vardır, sözgelimi Sibirya Şamanları Ayı, Kurt, Tavşan, Baykuş gibi kuşlarla yakınlık kurarken; Yakutlar Boğa, Kartal ve Ayıyı en güçlü yandaşı olarak görür. Türk kavimleri arasında Şaman için Kam adı kullanılırken, Orhan Gazi’nin çağdaşı, “bir Geyik üzerinde altmış okkalık kılıçla cenk ettiği” söylenen Geyikli Baba’nın geyiklerle yürümesi ve bir geyiğe binmesi motifi; Anadolu kültürünün önemli adlarından Hacı Bektaş Veli’nin bir Şahin olup uçması, Şaman hayvanlarının bizim kültürümüzde de hatırı sayılır bir yere sahip olduğunu gösterir. Doğada her canlının bir görevi vardır, hiçbir canlı gereksiz veya anlamsız değildir. Bizim atalarımız bunu bizden iyi bildikleri için Doğayla olan alış verişlerinde, onun üyesi olan her canlıya kayıtsız şartsız bir saygı duymuş, onları yiyecek olarak görürken, postundan soğuktan korunmada, kemiğindense hem silah olarak hem.de öbür dünyayla iletişime geçmede bir araç olarak yararlanmıştır. Bazı Şamanlar Şamanist ayin sırasında söz gelimi bir Ayının postuna bürünerek, Ayının sahip olduğu gücü kötü ruhları kovmada kullanıyordu. Durum böyle olunca hayvan bir kutsallık mertebesine yükseliyor ve onun söz gelimi pençesi veya dişini bir süs aracı olarak kullanarak da bu gücün sürekli onunla birlikte olmasını sağlıyordu. Kutsal yerlere yolculuk yapmak, hastalığın özünü keşfet 15 mek, esrime (trans) durumuna geçerek ruhlarla konuşmak gibi görevleri de üstlenerek aynı zamanda büyücü sıfatını da kazanan Şaman bir şifacıdır, iyileştiricidir. İlk çağ insanının ölülerinin mezarına aynı zamanda hayvan kemiklerini koymuş olması, kayalardaki, hayvanlardaki ve ağaçlardaki ruhsallığa inanmış bu insanın plümden sonraki hayatın sürekliliğini de düşlediğini kanıtlıyor. Çünkü erken zamanlardan beri Din, Sanat ve Büyü iç içe geçmiş ve büyücü, yabanıl hayvanların başı olarak onların yazgısına etki etmekle kalmamış, aynı zamanda onları kurban da etmiştir. Eski çağların Şamanı hayvanların yüz hareketlerini öğrenmiş, bu yolla kendi danslarını onların eylemlerine dayandırmış, ilk paleolitik avcı-toplayıcı büyücü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. İngiliz Antropolog Sir Edward Tylor büyücülük ve dinle harmanlanmış bu döneme Animizm (Canlıcılık) adını verir. Ona göre ilk çağ insanı hayvanlardan başka bitkilerin de ruhu olduğuna inanmıştı ve bu düşünce evrensel bir niteliğe sahipti. Tylor’un bundan başka değindiği önemli bir nokta daha var ki o da ilkel insanın yabanıl hayvanlarla görüşürken, onları avlamadan önce bağışlanma dilemeleri veya onların daha önce ölmüş olan tanıdıklarının veya atalarının ruhlarını taşıdığına inanarak bir tür vicdan muhasebesi yapmalarıdır. (Daha geniş bilgi için bkz. Ş am a n izm – Nevili Drury, Çev. Erkan Şimşek, Okyanus Yayıncılık- 1996, syf. 22 v.d.) Tylor’un bu tezinin bugün bile geçerli olduğunu vurgulamakta yarar var. Salt bu örnek bile eski çağların ilkel(!) insanıyla, günümüz modern (!) insan arasındaki farkı ortaya koyuyor. Büyükannesi yarı Eskimo olan ve Kuzey Kutbu’na yolculuk yapan ünlü kâşif ve insanbilimci (antropolog) Knud Rasmussen’in bir Igluik Şamam’yla ilgili olarak anlattıkları dikkate değerdir: “Yaşamın en büyük tehlikesi, tümüyle canlardan ibaret olan insan besini olgusunda yatmaktadır. Öldürüp yemek durumunda kaldığımız tüm yaratıkların, kendimize elbise yapmak için parçalayıp yok ettiğimiz her şeyin bir canı vardır. Öyle canlar ki, bedenleriyle birlikte yok olup gitmezler, böylece bedenlerinden yoksun bıraktığımızdan dolayı bizden öç 16 almamaları için yatıştırılmaları gerekir.” (bkz. Aynı yer, syf. 26) Şamanın öteki dünyayla veya hayvanların ruhlarıyla olan ilişkilerinde Totemcilik anlayışını da buluruz. Totemcilik insanla hayvan veya bitki gibi doğal nesneler arasındaki bağ olduğu inancına dayanır. Kuzey Amerika’daki yerli kabileler bu bağ inancını boyalı ve oymalı ve üzerinde simgesel anlam taşıyan hayvan resimleri bulunan, totem denilen bir ağaç kütüğü dikerek göstermektedirler

Sherry Firedancer, Gary Buffalo – Şamanların Erk Hayvanları
PDF Kitap İndir |