Guy De Maupassant – Bir Hayat

Jeanne bavullarını hazırlamayı bitirince pencereye yaklaştı. Yağmur bir türlü dinmiyordu. Kaldırım taşları ve çatılar bütün gece sağanak altında inlemişti. Gitgide alçalan yağmur yüklü gökyüzü delinmiş gibi görünüyordu. Yeryüzüne boşalan sular toprağı şeker gibi eritip çamura buluyordu. Boğucu bir sıcak dalgası yayan sert bir rüzgâr hissediliyordu ara sıra. Nehirlerden taşan sular ıssız sokakları dolduruyordu. Yağmur suyunu sünger gibi emen evler nem içinde kalıyor, tavan arasından mahzene bütün duvarlar terliyordu. Manastırdan bir gün önce çıkan Jeanne nihayet sonsuza kadar özgür kalmıştı. Çok uzun süredir hayalini kurduğu hayatın bütün mutluluklarına hazırdı. Babasının böyle bir havada yola çıkmakta tereddüt edeceğini düşünerek, sabahtan beri belki yüzüncü kere ufku kontrol ediyordu. O sırada takvimini çantasına koymayı unuttuğunu fark etti. Aylara ayrılmış küçük karton parçasını duvardan aldı. 1819 yılı altın rengiyle işaretlenmişti. Bir kalem alıp ilk dört sütununu çizdi, manastırdan çıkış günü olan 2 Mayıs’a kadar bütün aziz adlarını karaladı.


Kapının ardından bir ses işitildi: “Jeanette!” Jeanne cevap verdi: “Girebilirsin baba!” Babası kapıda belirdi. Baron Simon-Jacques Le Perthuis des Vauds, duyarlığı ve iyi yürekliliğiyle başka asırdan kalmış bir centilmen gibiydi. J.-J.Rousseau hayranıydı. Doğaya, kırlara, ormanlara, hayvanlara tutkuyla bağlıydı. Aristokrat bir aileden gelen bu adam doksan üç devriminden içsel olarak nefret ediyor, sahip olduğu felsefi düşünce yapısı, aldığı liberal eğitim, diktatörlüğe karşı, saldırgan olmamakla birlikte açıkça ortaya koyduğu bir nefret duymasına neden oluyordu. En büyük gücü ve en büyük zayıflığı iyiliğiydi. Okşama, verme, kucaklama yetisi olmayan, yaratıcı ama dağınık, iradesinin hâkim olamadığı, karşı konulamaz bir iyilikti onunki. Neredeyse bir kusur gibiydi. Bir teori adamı olarak, mutlu, iyi, dürüst ve şefkatli olmasını istediği kızı için eksiksiz bir eğitim planı yapmıştı. Jeanette on iki yaşına kadar aile ortamında büyümüş, sonra annesinin döktüğü gözyaşlarına rağmen Sacré-Coeur’e gönderilmişti. Buradaki hayatı süresince hep manastır içinde kapalı kalmış, insani olgulardan uzak, hatta habersiz büyümüştü. On yedi yaşında namuslu bir varlık olarak özgürlüğüne kavuştuğunda, gerçeğe yakın bir şiir gibi katılması istenmişti hayata. Ruhunu kırlarda, verimli toprakların ortasında açacak, hayvanların saf aşkı, şefkatli dokunuşları, yaşamın erinç ve mutluluk getiren kurallarını bomboş ruhuna dolduracaktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir