Umberto Eco – Yanlış Okumalar

1959’da, yazarlarından birçoğu daha sonra ‘Gruppo 63’ü oluşturacak olan yazın dergisi Il Verri’ye Diario Minimo başlıklı aylık yazılar yazmaya başladım; alçakgönüllülük kadar sakıntının da zorladığı bir başlıktı bu. Ezra Pound ve Çin ideogramları üzerine neoavangard ve etkileyici denemeler içeren dilbilimsel deneylerle dolu bir yayın organına, daha az önemli konularda, çoğu kez derginin benden daha ateşli öteki yazarlarını yansılama amacı taşıyan, uçarı düşüncelerle dolu sayfalarca yazı gönderiyordum. Bunun için de, daha en başta, bilerek komik ve garip, dolayısıyla da derginin diğer bölümlerinden daha az saygıdeğer olan bu yazılardan dolayı okurlardan özür dilemek istedim. İlk metinleri, yazın türü açısından, hem ben hem de dostlarım, Roland Barthes’ın Söylenler’ ine benzetiyorduk. Barthes’in kitabı 1957’de çıkmıştı, ama ben Diario Minimo’ları yazmaya başladığım sırada henüz görmemiştim. Yoksa, 1960’ta, striptiz üzerine bir deneme yazmaya asla kalkışmazdım. Ve sanıyorum Barthes’i okuduktan sonradır ki, alçakgönüllülükle, Söylenler biçemini terk ettim ve yavaş yavaş benzek {1} tarzına döndüm. Benzeği benimsememin daha derinde bir başka nedeni vardı: Neo-avangard yapıt, günlük yaşamın ve yazın’ın dilini tersyüz etme özelliğini içinde taşıyor idiyse, komik ve groteskin de bu programın bir parçası olması gerekirdi. Benzek geleneği —Fransa, bu alanda Proust, Queneau ve Oulipo grubu gibi ünlü uygulayıcılara sahip olmakla övünebilirdi— İtalyan yazınında genellikle daha az şanslı olmuştu bugüne kadar. Il Verri’nin sayfalarında Diario Minimo işte böyle başladı. Daha sonra, 1963’te dergide yayınlamış olduğum tek tek yazılar bir ciltte toplandığında, içerikleri, bilinen anlamıyla bir günce olmasa bile aynı ad verildi kitaba. Bu kitap birçok basım yaptı, şimdi de İngilizce çevirisine temel oluyor. Ba şlığı, sözcüğü sözcüğüne Küçük Günce diye çevirmek anlamsız olacağı için, ona Yanlış Okumalar adını vermeyi yeğledim. Yanılsama, bütün komik yazı türleri gibi, uzamla ve zamanla ilintilidir, Oidipus ve Antigone’nin trajik öyküleri bizi çok etkiler, ama klasik Atina hakk ında fazla bilgi sahibi değilsek, Aristophanes’teki anıştırmaların {2} çoğu bizi şaşırtacaktır. Böyle ünlü örnekler kullandığım için özür dilerim, ama ne demek istediğimi bunlar aracılığıyla daha kolay anlatabiliyorum.


Elinizdeki kitabın içindekiler bir seçme de olsa, fazla ‘İtalyan’ olan birkaç parça çıkarılmış da olsa, yabancı okurlara birkaç sözcüklük bir açıklama yapmak zorunluluğunu hissediyorum. Bir esprinin açıklanması onun etkisini çaresiz öldürür; ama -si parva licet componere magnis- Panurge’ün sözlerinin çoğu, onun dilinin Sorbonne dili olduğunu açıklayan bir dipnot koymazsak, anlaşılmaz olarak kalır. ‘Granita’, Nabokov’un Lolita’sının bir yansılaması olma amacını taşıyordu, bir de kahramanın adının çevirisinin Umberto Umberto olmasından yararlanıyordu. Tabii benim yazım, Nabokov’un yansılamasından çok romanının İtalyanca çevirisinin yansılaması; ama yazdıklarım, İtalyancadan çevrilmiş bile olsa, hala okunabilir, san ırım. Yansılama, benim doğduğum bölge olan Piemonte’nin küçük kasabalarında geçiyor ‘Parçalar’da, açıkça, İtalyan popüler şarkılarından sözcükler kullandım , İngilizce çeviride bunların yerine Amerikan karşılıkları kondu. Ama son alıntıda Shakespeare ve İtalyan şarkıları birbirine karışıyor (özgün metinde, Shakespeare yerine D’Annunzio’yu kullanmıştım ben). Çevirmenim, giriş notunda, Mike Bongiorno’nun, İtalyan olmayanlarca bilinmemesine karşın, tanıdık bir evrensel kategoriye girdiğine işaret ediyor; bense onu hala bir dahi olarak düşünüyorum. ‘Esquisse d’un nouveau cbat’da {3} açık bir biçimde Alain Robbe-Grillet’ye ve nouveau roman’a {4} gönderme var. Öteki örneklerde oldu ğu gibi burada da yansılama bir övgü amacını taşıyor. ‘Cennetten En Son Haberler’ günün politik jargonu ile öteki dünyadan haberler veriyor. Onlarca yıl önce yazıldı, ama sanıyorum Ross Perot ve Pat Buchanan çağında da anlaşılabilirliğini yitirmedi Anglo-Sakson insanbilimi klasikleri (Margaret Mead, Ruth Benedict, Kroeber, vb.), ‘Bir Po Vadisi Toplumunda Sanayi ve Cinsel Bask ı’nın esin kaynakları oldu, yazının başlığını Malinowski’nin bir yapıtından aldım. Yazının felsefi bölümleri,_Husserl’den, Binswanger’den, Heidegger ve başkalarından yapılan (uygun bir biçimde değiştirilmiş) alıntılarla zenginleştirildi. Porta Ludovica Paradoksu, İtalya’da, birçok üniversitenin mimarlık bölümlerinde yerleşik bir çalışma konusu haline gelmiştir. Aynı şekilde, Son Yakındır’, Adorno’nun ve Frankfurt okulunun toplumsal eleştirisinden esinlendir.

Baz ı parçalar, o y ıllar kendilerini ‘Adornolaşma’ya adamış olan İtalyan yazarlardan dolaysız alıntılardır. Ondan önceki parça gibi bu metin de bugün ‘alternatif insanbilim (bizim gözümüzle başkalarının dünyası değil, başkalarının gözüyle bizim dünyamız) denilen şey üzerine bir alıştırmadır. Montesquieu bunu Les Lettres Persanes’da {5} daha daha önce yapmıştı. Bir süre önce, bir grup insanbilimci, Fransız yaşam tarzını gözlemleyebilsinler diye Afrikalı araştırmacıları Fransa’ya çağırmıştı. Afrikalılar, Frans ızların köpeklerini gezdirme alışkanlığında olduklarını öğrenince çok şaşmışlardı örneğin. İnsanın ayda ilk yürüyüşünün televizyonda izlenmesi, ‘Amerika’nın keşfi’ adlı yazıyı getirdi. Özgün metinde İtalyan sunucularının adları kullanılıyordu; onların yerine tanıdık Amerikan adları kondu. ‘Benim Abartı-yorumum…’ başlığında, Finnegans Wake üzerine ünlü bir denemeler toplamının başlığı nerdeyse harfi harfine aynen kullanılıyor. Onlarca y ıl önce Amerikan üniversitelerinde moda olan bütün eleştiri biçemlerini (Yeni Eleştiriden simgesel eleştirinin çeşitli biçemlerine kadar, ayn ı zamanda Eliot’ın eleştirisine de birkaç yerde ima ile) akılda tutarak, bu aşırı-yorum tavırlarını on dokuzuncu yüzyılın en ünlü İtalyan romanına uyarladım. İngiliz dili okurlarının çoğu (Nişanlılar diye bir İngilizce çevirisi olmasına karşın) I Promessi sposi’ye aşina olmayabilirler ama benim Joyce’vari okumamın, on dokuzuncu yüzyıl başlarından kalma, biçemi ve anlatı yapısı Joyce’tan çok (örneğin) Walter Scott’ı akla getiren bir klasiğe uygulandığını bilmek yeterli olacaktır. Bugün ‘yap ı bozucu okuma’da son birçok çalışmanın, sanki benim yansılamamdan esinlenmiş gibi olduğunu fark ediyorum. Yansılamanın yapması gereken budur işte: Aşırıya kaçmaktan hiç korkmamalıdır. Yerini bulursa, ba şkalarının daha sonra gülümsemeden -ve yüzleri kızarmadan-ısrarla, katı bir ciddiyet içinde yapacakları bir şeyi önceden canlandırmış olacaktır yalnızca. Umberto Eco Bu elyazması bana Piemonte’de küçük bir kasabanın yerel hapisane müdürü tarafından verildi. Bu adamın, bu kağıtları hücresinde bırakmış olan o gizemli mahpus hakkında bize sağladığı inanılmaz bilgiler, yazarın kaderini örten karanlık, yolları aşağıdaki sayfaların yazarınınkiyle çatışan insanlarda görülen o inanılmaz, o açıklanamaz ağız sıkılığı, bizi elimizdekiyle yetinmek zorunda bırakıyor; hapisane farelerinin oburluklarından sonra elyazmasından geriye kalanlarla yetinmeliyiz; çünkü öyle hissediyoruz ki, okur, bu koşullarda bile bu Umberto Umberto denen adamın gizemli mahpus ola ki, mantığa uymasa da, Langhe Bölgesinde bir sürgün olan Vladimir Nabokov değilse ve elyazması bu maymun iştahlı ahlak düşkününün öteki yüzünü göstermiyorsa) olağanüstü öyküsü hakkında bir fikir oluşturabilir kafasında ve böylece en sonunda bu sayfalardan gizli bir ders çıkarabilir: Hovarda kılığı altında daha yüksek bir ahlak yatar.

Granita. Gençliğimin çiçeği, gecelerimin işkencesi. Bir daha görecek miyim seni? Granita. Granita. Gran-i-ta. İkincisi ve üçüncüsü, sanki birinciyle çelişir gibi, bir küçültme belirteci oluşturan üç hece. Gran. ita. Granita, dilerim, hayalin bir gölgeye, oturduğun yerse bir mezara dönüşünceye kadar anımsarım seni. Benim adım Umberto Umberto. O büyük olay olduğunda, gençliğin başarılarına cesaretle bırakıyordum kendimi. Beni şimdi görenlere değil de, o zamanlar tanıyanlara göre, Okurum, bu hücrede, yorgunluktan ve açlıktan bitkin, yanaklarımı sertleştiren peygamber sakalının ilk izleriyle… Beni o zaman tanıyanlara göre, sanırım, yüzünde bir Calabria’lı atanın Akdeniz kromozomlarından gelen bir melankoli taşıyan, yetenekli bir delikanlıydım. Karşılaştığım genç kızlar beni yapayalnız gecelerin dünyevi acılarına götürerek, yeni tomurcuklanan döl yataklarının bütün şiddetiyle arzu ederlerdi. Kendim de bambaşka bir tutkunun korkunç pençesinde olduğum için, pek anımsamam o kızları; gözlerim, batan günün eği k ışığında, ipek gibi, belli belirsiz ayva tüyleriyle pırıl pırıl yanaklarım okşayıp geçerdi yalnızca. Seviyordum, sevgili Okurum, aziz bostum! Ve sizin hantal bir düşüncesizlikle yaşlı kadınlar diye adlandıracağınız kimseleri o coşkulu yıllarımın çılgınlığıyla seviyordum.

Sert, amansız yılların damgasını yemiş, seksen yaşlarının öldürücü ritmiyle iki büklüm olmuş, yaşlılığın gölgesinin bir deri bir kemik bıraktığı o yaratıkları, sakalsız varlığımın en derin labirentinden arzu ediyordum. Birçoklarının, yirmi beşindeki güçlü Friulan sütçü kızlarının o bilinen kullanıcılarının şehvet düşkünü kayıtsızlıklarıyla önem vermediği, unuttuğu bu yaratıkları anlatabilmek için, sevgili Okur, -yine, girişebileceğim herhangi bir eyleme engel olan, onu durduran bir bilginin izinsiz geriye dönüşünün baskısı altında- dikkatle seçmiş olmaktan korkmadığım bir terim kullanacağım: Kader melekleri.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir