Kürt Toplumu, Milliyetçilik ve Etnisite, Mülteci Sorunları Son yıllarda çok sayıda insanın Kürdistan’dan kaçışına şahit olduk. Körfez Savaşı ve Irak ve İran Kürdistanı’ndaki silahlı Kürt isyanları (veya daha doğru bir deyişle otonomi isteyen Kürt hareketinin sert bir şekilde bastırılışı), yüz binlerce Kürt’ün göç etmesiyle sonuçlandı. Uluslararası sınırları geçmeyi başaranlar siyasî mülteci olarak görünür hale geldiler; daha az görünürlük kazanan ülke içinde göç etmek zorunda kalanların sayısı ise muhtemelen çok daha yüksek. 1991’in bu dramatik olayları dışında medyanın ağırlıklı olarak üzerinde durduğu tek Kürt göçü, Irak’ın 1988’de Kuzey Iraktaki Kürtlere karşı düzenlediği kimyasal saldırı sonucunda yaşanmıştı. Bu kimyasal saldırı on binlerce Kürt’ün Türkiye’ye kaçmasına yol açmıştı. Son birkaç yıl içerisinde çok daha fazla sayıda Kürt, İran’a kaçtı. Her ne kadar bu insanların büyük bir kısmını yerlerinden edilen köylüler oluşturduysa da, her iki olayda da mültecilerin içinde siyasî eylemciler ve gerillalar da bulunmaktaydı. Bu esnada İran ve Türkiye Kürdistanı’ndan çok sayıda Kürt siyasî eylemci, batı (ve daha düşük oranda doğu) Avrupa ülkelerine sığındı. Savaş ve devlet terörü, insanların kaçmalarının tek nedeni değildir. Batı Avrupa ülkelerinden siyasî sığınma talep eden onbinlerce Türkiyeli Kürt’ün büyük bir çoğunluğu, genellikle politik baskıdan kaçmayan ama daha iyi bir yaşam standardı isteyen ‘ekonomik’ mülteciler olarak görülür. Söz konusu bütün ülkelerde, Kürdistan’ın ekonomik azgelişmişliğinin ve yüksek nüfus artış hızının Kürdistan’dan büyük bir işçi göçüne yolaçtığı doğrudur. Bununla birlikte ekonomik etken, bu göç sürecine yol açan faktörlerden sadece bir tanesidir ve birçok yerde de bir ölçüde politik durumun bir sonucudur. Bu özellikle, Müslüman komşularından zulüm gördüklerini savunun Yezidîler ve Suriye Hıristiyanları veya Sünnî çoğunluğun tehdidiyle karşı karşıya olduğunu düşünen Alevîler gibi dinî azınlıklar için geçerlidir. Fakat bunlara ilaveten çok sayıda Sünnî Kürt de yerel baskı ve politik çatışmanın farklı biçimleri nedeniyle kaçmaya zorlanmıştır. Her ne kadar tarafların kullandığı retorik böyle bir izlenim verse de, Kürt sorununu, Kürtlerle, Araplar veya Türkler arasında ya da Kürtler ve merkezî hükümetler arasında bir çatışma olarak görmek doğru değildir. Kürdistan pek çok iç çatışma ve rekabetin bulunduğu karmaşık bir toplumdur; bu sorunlar devlet düzeyindeki ekonomik değişiklikler ve politik çatışmalarla daha da ağırlaşır. Yerel ilişkileri ve çatışmaları devlet düzeyindeki ve devletler arası düzeydeki çatışmalarla bağlantılı hale gelmiştir ve yerel iktidar sahipleri ve devlet aygıtı (veya bir başka devlet benzeri aktör olan Kürt hareketi) arasında yoğun işbirliğinin farklı biçimleri gelişmiştir. Bütün bunlar, devlet baskısı ile yerel düzeydeki baskı biçimleri arasında kesin bir ayrım yapmayı güçleştirmektedir. Kürt toplumu: Heterojenlik, tabakalaşma ve azınlıklar En azından son birkaç yüzyıldır Kürtler, bölgede yaşayan farklı Hıristiyan topluluklardan olduğu kadar Farslardan, Türklerden ve Araplardan da ayrı bir halk olduklarının genel olarak bilincindedirler. En azından okumuşların kimin Kürt olup kimin olmadığı ve Kürtlerin nerede yaşadıkları hakkında somut bir fikirleri vardır. Bu kimlik ve birlik bilinci, Kürtleri birbirinden ayıran unsurlar düşünüldüğünde şaşırtıcıdır. Birçok Kürt için dil ve din/mezhep, kimliklerinin asıl unsurlarıdır, fakat bütün Kürtler aynı dinden/mezhepten değildirler ve aynı dili konuşmazlar. Kürt toplumunda belirgin bir tabakalaşma vardır; aşiret eliti yerleşik köylüler üzerinde tahakküm sahibidir. Aşiretler arasındaki çatışmalar ve hükmeden ve hükmedilen toplumsal tabakalar arasındaki sömürü ilişkileri Kürt toplumunu uzun bir zamandan beri bölmektedir. Belirli bir bölgedeki Kürtler için bile çatışan çıkarlar kolektif eylemi her zaman engellemiştir. Buna ilaveten Kürtlerin arasında birçok Kürt olmayan azınlık yaşamaktadır ve sosyal ve ekonomik ilişkilerin oluşturduğu karmaşık ağlarla Kürtlerle bağlanmışlardır. Dil çeşitliliği Kürtler, çok sayıda farklı lehçe kullanırlar; bu lehçeleri konuşanların çoğu öteki lehçeleri anlamazlar. İki temel lehçe Türkiye’de konuşulan Kurmanci (kuzey Kürtçesi) ile Irak ve İran Kürdistanı’nda konuşulan Sorani’dir (güney Kürtçesi). Bu lehçeler içinde de büyük çeşitlilikler görülür, ayrıca yer yer birbirlerine yaklaşırlar. Her iki lehçenin de yazılı bir edebiyat geleneği vardır. Bu iki lehçenin dışında Kürdistan’da İran kökenli iki dil daha konuşulur; kuzeybatıda ve Diyarbakır’ın kuzey ve batısındaki büyük bir bölgede Zazaca ve güney Kürdistan’ın farklı bölgelerinde Gurani. Zazaca ve Gurani konuşanlar, Kürtçe konuşanlarla aralarındaki küçük kültürel farklara rağmen kendileri (ve diğerleri) tarafından Kürt olarak kabul edilmektedir.1 Ayrıca baskı yoluyla veya gönüllü asimilasyonun bir sonucu olarak Kürtçe bilmeyen ya da çok az bilen, bunun yerine Türkçe, Arapça veya Farsça konuşan çok az sayıda Kürt bulunmaktadır. Ve yukarıda zikredilen ülkelerin herbirinde konuşulan Kürtçe, kelime hazinesi ve hatta sözdizimi bakımından resmî dilden derin bir şekilde etkilenmiştir. Devletlerin Kürdistan’ın farklı bölgelerindeki etkileri bununla sınırlı değildir. Bu ülkelerdeki farklı eğitim sistemleri, kitle iletişim araçları ve ayrı siyasî kültürlerin de kaçınılmaz olarak Kürt kültürü üzerinde derin etkileri olmuştur. Irak Kürtleri Kürt oldukları kadar Iraklıdırlar ve Iraklılarla Türkiyeli Kürtlerle kurduklarından daha kolay ilişki kurmaktadırlar. Kürdistan’ın herbir parçasındaki siyasî söylem ve siyasî eylem biçimleri farklıdır. Dinî çeşitlilik Nasıl dil Kürtlerin etnik birliğinin gerçek bir temeli sayılamazsa aynı şekilde din de birleştirici bir faktör değildir. Kürtlerin büyük bir çoğunluğu Şâfi mezhebine bağlı Sünnî Müslümanlardır, fakat diğer dinlerden/mezheplerden çok sayıda Kürt de vardır. Dahası Sünnî Kürtler dindarlık ve dinî törenler açısından büyük bir çeşitlilik gösterirler. Medreselerdeki geleneksel dinî eğitim bu yüzyılın başına kadar yaygın olarak sürdürülüyordu ve bu, Kürtlerin kimlik bilincinin oluşumuna katkıda bulunmuş olabilir. Medreselerde öğrenciler Arapça ve Farsça klasik metinlerin yanısıra, “millî” şair Ahmed Hani ve mistik Molla Ahmed Caziri’nin (Mele Cizir) de içinde olduğu Kürt yazarların eserlerini de okumaktaydı. Bu 17. yüzyıl şairleri sonraki dönemlerde milliyetçi entelektüellerce öncü olarak kabul edilmiş ve eserleri millî gurur kaynağı olmuştur. Sünnî çoğunluk arasında başta Nakşîlik ve Kadirîlik olmak üzere tarikatların yaygınlığı ve bu tarikatların şeyhlerinin köylüler ve kentsel alt sınıflardan gördükleri itibar dikkat çekicidir (van Bruinessen 1978: 249-339). Bazı şeyhlerin, çoğu aşiret reisinden daha büyük bir ekonomik ve politik güçleri vardır. Kürt milliyetçiliğinin ilk döneminde, yani kabaca 1880-1930 arasında, bu tarikatlar toplumun seferber edilmesinde kritik bir rol oynadılar. Tarikatlar, çeşitli rekabetlerin ve kan davalarının kaynağı olan aşiret yapısından bağımsızdır ve bu nedenle de geleneksel rakiplerin bile hareketlerini koordine edebilmişlerdir. Bu dönemde Kürt isyancıların belli başlı liderlerinin çoğu tarikat şeyhleriydi.
Martin Van Bruinessen – Kürtlük, Türklük, Alevilik
PDF Kitap İndir |