Sevan Nişanyan – Elifin Öküzü ya da Sürprizler Kitabı

Kullandığımız sözcüklerin inanılmaz bir tarihi var. Türk dilinin bilinen geçmişi 1300 yıllık. Oysa bugün kullandığımız bazı kelimelerin kökeni daha binlerce yıl öncesine dayanıyor. Üvendire ve evlek gibi iki kadim Anadolu sözcüğüne 2800 yıl önce yaşamış olan Homeros’un destanlarında rastlıyoruz. Aferin deyimi Zerdüşt dininin 3000 yıllık kutsal metinlerinde “seni kutsuyorum” anlamıyla karşımıza çıkıyor. Kimilerinin Amerikan icadı zannettiği seks, bizi Roma’nın henüz imparatorluk bile olmadığı bir devrin haremlik-selamlık düzenine geri götürüyor. 3000 küsur yıl önce Fenikelilerin kendi alfabelerinin ilk harfine verdikleri elif adı ise 21. yüzyıl Türkiye’sinde popüler bir kadın adı olarak yaşamaya devam ediyor. Elinizdeki kitabın ana fikri Selçuk Kapalı Cezaevinde zorunlu ikametim sırasında sevgili dostum Ali Nesin’in eğlenmem için Fransa’dan gönderdiği René Garrus’ün Les étymologies surprises (Paris 1988) adlı çok keyifli kitabından esinlendi. Oradaki gibi, birbiriyle ilgisiz gibi gözüken kelime çiftlerini ele alıp, aralarındaki umulmadık akrabalık ilişkilerini gözler önüne sermeye çalıştım. Eğer okura bir-iki gün hoşça vakit geçirtebilirsem kendimi mutlu sayacağım. Burada anlatılan konuları daha sistemli olarak izlemek isteyenler, Sözlerin Soyağacı (Adam Yayınları, 2002) adlı etimolojik sözlüğüme başvurabilirler. Sevan Nişanyan Şirince 2002. Dil uçsuz bucaksız bir konu. İnsan öğrendikçe öğreniyor.


Öğrenince de eski yazdıklarını eksik, zayıf, yanlış görmeye başlıyor. Birkaç yıldan beri tükenmiş olan Elifin Öküzü’nün yeni basımından bu nedenle uzunca bir süre uzak durdum. Nihayet yeni yayınevimin dürtmesiyle geniş bir revizyona girmeyi göze alabildim. Altmışa yakın maddede ufak veya büyük düzeltmeler yaptım; yeni ayrıntı ekledim. Ciddi yanlışlarını gördüğüm üç maddeyi attım. Kitabın genel akışına tam uymasa da, hoşuma gittiği için Akatçaya dair bir yazı ekledim. Hatırladıkça yüzümün kızarmasına neden olan ‘Sunta’ maddesinden de nihayet kurtuldum. Çok bilen çok yanılır demişler. Öyle diyenleri haksız çıkarmak için yılmadan çalışıyoruz gerçi. Ama gene de atasözü ve deyimlerde daima bir doğruluk payı olduğunu akıldan çıkarmamak lazım. Sevan Nişanyan Şirince 2008 Kullanım Kılavuzu Her bölümün başındaki iki kelime, ortak bir kökten türediklerini öğrendiğimde beni şaşırtmış olan akraba çiftleri gösteriyor. Ortak kökü başlık altı satırında gösterdim. Metinde çoğu zaman başlıktakilere ek olarak aynı aileden başka kelimelere de yer verdim. Ortak kökten türeyen Türkçe kelimeleri kalın, yabancı dildeki asıllarını italik olarak yazdım. Arada sözü geçen ama akraba olmayan bazı kelimeleri ise kalın italik ile gösterdim.

Çift tırnak işareti ( “ ) kelimelerin anlamlarını, tek tırnak işareti ( ’ ) bazı deyimleri veya Türkçe telaffuzları gösteriyor. Yazıyı tipografiye boğmamak için bu konularda aşırı bir titizlikten bilhassa kaçındım. Fransızca, İngilizce, Latince, İtalyanca gibi Latin alfabesiyle yazılan dilleri aslına uygun imla ile yazdım. Arapça, Yunanca ve Farsça gibi ayrı alfabesi olan dillerde mümkün olduğunca modern Türkçe imlaya yakın bir standart benimsedim. Gırtlaktan gelen ‘kh’ sesini Yunanca khi χ ile, gırtlaktan gelen ‘gh’ sesini noktalı ġ harfiyle, Arapça ayn’ı sağa dönük çengelle ( ˁ ) gösterdim. Uzun seslileri matbaacıların mak Alfa – Elif Fenikece alep : öküz. Alfabeyi bundan 3000 küsur yıl önce Fenikeliler icat etmiş. Basit gibi gözüken, son derece zekice bir buluş bu. Daha önce her biri bir basit kavramı ifade eden binlerce simge-resim varken bunlardan 25 kadarını almışlar, her birini adının ilk sesini simgelemek için kullanmışlar. Öküz anlamına gelen alep a olmuş (küçük matbaa a’sına dikkatle bakarsanız öküz başını hala görebilirsiniz). Ev anlamına gelen bēt b, cirit sopası anlamına gelen gmel g, kapı anlamına gelen dalıt d olmuş. Fenikelilerin icadını önce komşuları olan Suriyeli Aramiler ve İbraniler, MÖ 700’lerden itibaren de Yunanlılar taklit etmişler. Harflerin biçimleri bir hayli değişmiş, ama isimleri pek değişmemiş. Arami ve İbrani alfabesinin ilk dört harfi aleph, beth, gīmel, dāleth. Yunan alfabesinin ilk dört harfi ise alpha, bēta, gamma, delta.

Yunan alfabesinin harfleri Batı geleneğinde öteden beri soyut sıra adları olarak kullanılıyor. Fizikteki alfa, beta, gamma ışınları öyle. Tansiyon hastalarının yakından tanıdığı alfa ve beta blokerler öyle. Bilgisayar yazılımında “piyasaya çıkarılan deneme versiyonu” anlamında kullanılan beta öyle. Sony’nin Betamax’ı da aynı zümreden. Alfabe sözcüğü (Fransızca alphabet yoluyla) Yunan harflerinin adından türemiş. Hz Muhammed’den 300 yıl önce ortaya çıkan Arap alfabesi, bugünkü Süryanicenin atası olan Aramiceden esinlenmiş. Arapça harf isimlerinin elīf, bā, cīm, dāl olması bu yüzden. Aramice gīml’in Arapça cīm olması normal, çünkü başka dillerdeki g sesi Arapçada daima c’ye dönüşmüş. Kelimeler zamanla bambaşka anlamlara bürünebiliyorlar. Fenikelilerin öküzünün, 3000 yıl sonra, Türkiye’de son zamanlarda doğan her on kızdan birine verilen güzel bir ada dönüşmesini başka nasıl açıklayabiliriz? Amatör – Amigo Latince amare : sevmek. Eski tip Latince ders kitaplarının birinci bölümü genellikle amare fiilinin çekimiyle başlar: amo, amas, amat – severim, seversin, sever… Daha sonra başka türevler öğrenilir: amor sevgi, amator seven, amatus sevilen, amicus sevgili veya dost… Şansınız varsa bir süre sonra Ovidius’un kadın tavlama sanatına ilişkin harikulade eseri Ars amatoria ya da Sevişme Sanatı’na sıra gelir. Ya da Catullus’un bıçak keskinliğindeki epigramları karşınıza çıkabilir: Odi et amo. Quare id faciam fortasse requiris. Nescio.

Sed fieri sentio et excrucior. (Hem seviyor hem nefret ediyorum. Neden böyleyim diye sorabilirsin. / Bilmem. Ama içimden öyle geliyor ve acı çekiyorum.) Türkçeye Latinceden dolaysız olarak alınmış sözcük pek yok. Buna karşılık Latincenin günümüzdeki torunları olan Fransızca, İtalyanca ve İspanyolcadan binlerce kelime almışız. Örnek mi? Örneğin Latince amator Fransızca amateur şeklinden Türkçeye amatör olup gelmiş. Bu arada, “bir işi para için değil sevdiği için yapan kimse” anlamını kazanmış. Latincede iki sesli arasına gelen ‘k’ sesi İspanyolcada daima ‘g’ halini aldığı, Latince -us eril eki de İspanyolca -o eril ekine dönüştüğü için Latince amicus İspanyolca amigo olmuş. “Arkadaş” anlamına gelen bu sözcük 1950’lerde Tommiks, Teks ve Pekos Bill’in Meksika maceraları sayesinde dilimize girdi. Sonra Beşiktaş’ın fanatik bir taraftarı olan rahmetli Amigo Orhan’ın yanılmıyorsan 1969-70 yıllarında tribünlerde yarattığı coşkudan esinlenerek apayrı bir anlam kazandı. Günümüz Türkçesinde amigo arkadaş değil, tribün goygoycusu anlamında kullanılıyor. Anadolu – Nataşa Yunanca edat aná : yukarı. Şiirsel bir bakış açısıyla bakıp Anadolu’nun analarla dolu bir toprak olduğunu söylemek belki mümkün.

Ama Eski Çağda Anadolu’ya Anatolé adını verenler olaya bu açıdan yaklaşmamışlar. Anatolé (ya da şimdiki söyleyişiyle anatolí) Yunanca Doğu anlamına gelen bir sözcük – tam olarak söylemek gerekirse “yukarı kalkmak” anlamına gelen anatélein fiilinden, “güneşin kalkışı” anlamına geliyor. Ege’nin ortalarında bir yerden bakınca bu adın neden verildiğini anlamak zor değil. Bir coğrafi ve idari birim olarak Anatolé’nin kapsamı daha sonraki yüzyıllarda birkaç kez değişmiş. Bizans’ın 7. yüzyıldaki idari reorganizasyonunda, Sivas merkez olmak üzere Kayseri, Ankara ve yanılmıyorsam Malatya’yı kapsayan bir Anadolu Eyaleti (Anatolikón Théma) kurulmuş. Türkler bu ülkeye geldikten sonra da Anadolu deyimi uzun süre sadece bu bölgenin – yani Fırat sınırına kadar İç Doğu Anadolu’nun – adı olarak kullanılmış. Anatélein fiilinin başındaki ana-, tıpkı İngilizce up gibi, genellikle yukarı doğru hareket bildiren Yunanca bir edat. Anafor (yukarı çeken burgaç), anod (“yukarı”, yani artı kutba doğru akım yönü), anevrizma (damarda balon şeklinde kabarma) sözcüklerinde de ana- eki aynı anlamı taşıyor. Anahtar (ev açar) ve anatomi (kesip açma) sözcüklerinde ise, İngilizce to open up gibi, “kapalı bir şeyi açma” anlamı var. Anastásis de birinci zümreden bir bileşik isim. “Durma” anlamına gelen stásis’ten “ayağa kalkma, ayağa durma” gibi bir anlamı çağrıştırıyor, ama esas kullanımı, tıpkı Arapça aynı anlama gelen qıyāmet sözcüğü gibi, “ölmüşlerin dirilişi”. İsa’nın Paskalya’da “dirilişi” tarihteki anastásis vakalarının en ünlüsü sayılıyor. Anastasía ise dini bütün Rumların ve onlardan esinlenen Rusların pek sevdiği bir kadın ismi. Esasen Paskalya’yı izleyen kırk günde doğan kızlara verilmesi gereken bir ad, ama öyle inceliklere artık bakan yok.

Nataşa bu ismin Rusçasının kısaltılıp sevimlileştirilmiş biçimi. 1 Türkçedeki özel anlamı 1989- 90’dan sonra türedi. Ölmüşlerin dirilişiyle pek alakası kalmadı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir