Kenan Kalecikli – Sevgi Günlüğü

3 Mart Her zamankinden erken kalkıyorum. Nedense içimde tuhaf bir sıkıntı var. Onu arasam mı? Nasıl karşılar acaba? Korkuyorum. Boğulacak gibi oluyorum böyle zamanlarda. Beynim ağırlaşıyor. Yaşadığım hiçbir olaya inanamıyorum. Kahvaltı yapmayacağım. Şekersiz bir süt hazırlamalıyım. Kendimi çok dağıttığımın farkındayım. Böyle zamanlarda annemi de üzdüğümü biliyorum. Bu bana ayrı bir sıkıntı veriyor. Aşkın bedelini yalnızca kendim ödemeliyim oysa. O kız yine çok şık giyinmiş, gidiyor. Penceremin önünden geçerken yıldız gibi kayıyor. Ama anlamadığım bir şey var: Yüzü neden hep asık oluyor? Bazan koşar adımlarla uzaklaşıp gidiyor.


Telefon ısrarla çalıyor. Birden heyecan basıyor içimi. Açıyorum. İlhan arıyor. Değişik tasarılar üretmiş yine. Beni O adamı hiç sevmiyorum. Bir insan yaşamını paylaştığı insana nasıl elini kaldırabilir? Hangi ilkel kültürün yansımasıdır bu? Kadın dışarıya çok az çıkıyor. Anneme uğruyor bazan, ama hiçbir şey anlatmıyor; içini açıp rahatlama yoluna gitmiyor. Belki açıldığı, yardım umduğu birileri vardır. Beni gördüğü zaman utandığını anlayabiliyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Çaresizlik ne kötü! Sevgi’ye suyunu veriyorum. Saksısını değiştirsem mi acaba? Güneşi çok seviyor, yani aydınlığı. Toprağını havalandırmayı unuttuğum zaman küsüyor. Sararmış yapraklarını topluyorum.

Çok emek istiyor. Çiçeğime bu adı verdiğimi öğrendiğinde uzun bir sessizlik olmuştu aramızda. Susmak, bazan en anlamlı konuşmaktır, ikimiz de biliyorduk. İçimde saatlerce yazı yazma isteği belirdi yeniden. En iyisi Fahir Atakoğlu’nun ezgileriyle sanatın derinliklerinde yitip gitmek. Dışarı çıkıyorum. Hava biraz soğuk. Sabahçı öğrenciler, yaşamın bütün zorluklarını hiçe sayan çığlıklarla dağılıyorlar. Lise yıllarımı anımsıyorum. O yıllarda yaşam daha kolay geliyordu bize. Aynaları yanıltan uçuk bakışlar, nedensiz kaprislerin çıkmazında kimliğini yitirmiş liseli âşıklar. Mezuniyet öncesi bir grup arkadaşla çektirdiğimiz fotoğrafa hangi umutlarımızı gizlemiştik? 7 Mart / Öğle Cemil Bey’e uğruyorum. Gerçek bir İstanbul beyefendisi. Onun sözleriyle İstanbul’a ilişkin nostaljinin dayanılmaz çekiciliğinde anılara dalmak çok hoş. Gözlerini kısarak anlatıyor; hüzünleniyor biraz da.

Uzun uzun anlatıyor. Eşinin fotoğrafına dalıp gittiğinde, buğulu gözlerle ondan söz ediyor. Bana utla klasik sanat müziği parçası çalıyor. Şarkıyı nedense çıkaramıyorum. Tatyos Efendi’ye ait olduğunu belirtiyor: <<Gençliğimiz meşkle geçti>> diyor. Eşine sık sık ut çaldığını, uzun kış gecelerinde hiç sıkılmadıklarını söylüyor: <> derken, bakışlarını sabit bir noktaya düğümlüyor. Yine geleceğimi söylüyorum; izin isteyip kalkıyorum. Beni sevgiyle uğurluyor. Akşam Onu aramak istiyorum. Böyle anlarda umutla umutsuzluk arası adı konmamış bir duygu kuşatıyor benliğimi. Telefon elimi yakıyor sanki. Yine korkuyorum. Yenilgi bu! Yenilgi bu! Radyoyu açıyorum. Güzel bir aşk şarkısının ezgisi doluyor odama. Sanatın derinlik boyutunu kavrayabilen güzel bir şarkı, büyüleyici bir yorum.

Sezen Aksu farkı kolayca anlaşılıyor: Doymadım, doyamadım sevmelere seni ben; Kimseyi koyamadım yerine. Birden hüzün basıyor gözlerime. Yaşamı sorguluyorum. Zamanın alışılmış hoyratlığıyla geceyi koynuna aldığı saatlere teslim oluyorum. Sevgili, sana ah etmem, tanırsın beni; ama Allah’ın gücüne gidecek, korkum bu. Bilinmedik zamanlarda apansız daldığında beni anımsayacaksın. En son gördüğünde nasılsam, öyle anımsayacaksın. Tanımsız korkular bölecek uykunu. Sarsılacaksın! 8 Mart Bir gün daha doğuyor gözüme; Yine bir şeyler eksik içimde. Çayı demleyip anneme küçük bir sürpriz yapmak geliyor içimden. Çaydanlığı ocağa koyduktan sonra, giyinip gazete ve ekmek almak için çıkıyorum. Yağmur havası var. Birçok insan ivedi adımlarla işe gidiyor: Bir kadın esmerliğini aynalarda unutmuş Gidiyor, kendisi olmak için Zümrüt yeşili gözleri Ceylan sekişi adımları. Annem sürprizime seviniyor. Son bir ayda epey kilo verdiğimi düşünüp kahvaltıya eşlik ediyorum.

Canım bir şey istemiyor aslında. Radyoda içli bir halk türküsü. Masadan usulca kalkıyorum. Canımdan çok sevdiğim insanla bu kadar yabancılaşmak zoruma gidiyor. Onun neden aramadığını düşünmek bile istemiyorum. Yine eskisi gibi olsa. <> demenin öyle çok yolu vardır ki oysa. Dokunmak sözgelimi. Aşkın en güzel ifadesi yani. Bazan, çözülmedik anlamlar yüklediğimiz bakışlarla dalıp gitmeler. Tatlı sürprizler, heyecan yaratmalar. Onu görmek istiyorum. Elini tutmak istiyorum. Yaşamak istiyorum.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir