Sevgi Soysal – Yurumek

Yürümek ne anlatıyor? Az sonra ilk satırlarını okumaya başlayacağınız Yürümek romanının hikayesi uzerinde uzun uzadıya durmayacağım. Zaten alışılageldik turde bir hikaye de anlatmıyor; Ela ve Memet’i cocukluklarından alıp yetişkinliğe taşısa, onların hayatlarının akışını sezdirse ve anlatı zamanı doğrusal bir cizgide gelişse de, butun bunları onların hayatlarının farklı zamanlarından secilmiş kareler halinde yansıtıyor Sevgi Soysal. Koylulerin, Cingenelerin sokaklarda pek gorunmediği, Ankara’nın henuz goc almadığı, koylulerin bulvardan gecmelerinin yasak olduğu yıllardayız… Ela, bir ilkokul oğrencisi, el yordamıyla tanımaya calışıyor hayatı. Aynı anda Tirebolu’da bir başka cocuk daha buyuyor; Memet… İlk bolumlerde, cocukların egemen ahlaki kalıplara sıkı sıkıya bağlı -orta sınıftanailelerinden aldıkları “terbiyeye” tanık oluyor, cinselliklerinin, ahlaki tercihlerinin, değer yargılarının nasıl kurulduğunu izliyoruz■ Adı konulmamış sınıfsal farklılıklar basit ama etkileyici cumlelerle vurgulanmış. Mesela, “Oğretmen, elinde iki kalem hep aynı cocukların başlarını karıştırdı, hep aynı cocuklar sıfır numara tıraş olmaya gonderildi. Ayıklandı bitler; sınıfın yaşca buyuk, akılca kucuk cocukları ayıklandı. Ayıklananlar arka sıralara oturdular” kadar basit bir ifade, ilkokul sıralarındaki kayırmacaları butun huznu ve canlılığıyla resmedebiliyor. Arada boşluklar bırakarak ilerliyor anlatı; birbirinin cok uzağında, birbirinden habersiz buyuyen, cocukluktan ilk genclik gunlerine adım atan Memet ve Ela, cinselliği keşfe cıkıyorlar; kulaktan dolma bilgilerle, film kareleriyle, donemin magazin dergileri ve arkadaş fısıltılarıyla elbette… Orta sınıf ahlakcılığı ile iğdiş edilen genc kız cinselliği Ela’nın bakış acısından aktarılırken, Memet icin de korku ve meraktır cinsellik; coğu genc gibi ilk deneyimini bir genelevde yaşayacak ve boynu bukuk donecektir yatakhaneye. O sahneyi butun duygu yukuyle tasvir eder Sevgi Soysal. “Kadın her şeyi anlıyor gibi, her şeyi hoşgoruyor gibi; keşke oyle olmasaydı, sovseydi, aşağılasaydı onu, kovsaydı. Memet bu hikayeyi, sonradan kadının bayağılığıyla tamamlasaydı. Ama kadın om okşadı, cocuk sever gibi sevdi, hain bir anlayışla: -Sen iyisi mi yarın gel. Sabah ondan once. Daha cok vaktim olur. Şimdi bekleyen muşterilerim var”… Ve Memet; “Giyindi.


Noktasız ve virgulsuz, soluk almadan, yutkunmadan, gozunu kırpmadan. Merdivenleri indi; cocukluğundan beri edindiği butun giysileri giyinerek kapıya yurudu. Noktasız ve virgulsuz, soluk almadan, yutkunmadan, iki yutkunma arası bir sure icinde”… Ela ve Memet arasındaki gecişleri doğaya dair anlatımlarla kesiyor Soysal, doğanın farklı canlı turleriyle yinelenen bu kısa simgesel pasajlar, hikayenin gidişatı uzerine acıklayıcı nitelikteler. Canlı bir tur olarak insanın gelişimiyle diğer canlılar arasında doğma, buyume, beslenme, ureme ve olum uzerinden kurulan simetri ve asimetrilerden soz edebiliriz belki de; ancak simgelere yuklenen anlamların -simgenin bizzat simge olmaklık ozelliği nedeniyle- tek bir acıklamasına saplanıp kalmak doğru olmaz. Bu pasajlarda okuyucu icin ucu acık metinler kurmuş Sevgi Soysal. İlerleyen sayfalarda doğanın cevrimi icerisinde ama doğalarına yabancılaşarak buyuyen, toplumla catışan, kimliklerini arayan ve hayatı sorgulayan bir kadın ve bir erkeğin hikayesine donuyor Yürümek. Ama Ela’nm arayışı daha yakıcı; kendine ve kendisini cevreleyen dış dunyaya bakarken kocası Hakkı’dan, Bulent’ten ya da Memet’ten daha ilerde, varoluşsal meselelerle daha ic ice o. Cunku o bir kadın; her ne kadar Memet ozelinde bir erkeğin buyume sıkıntılarını da goz ardı etmese de, Sevgi Soysal Mehmet icin konulan yasakların Ela’ya konulanlar kadar acımasız ve dışlayıcı olmadığının altını ciziyor. Mehmet icin işi kitabına uydurmak bir cozumdur kimi zaman, ancak Ela’nın cinselliğini uyduracağı hicbir kitap medeni hukuktan daha geniş ozgurlukler vaat etmiyor. Metinde ic monologların en carpıcı olduğu yerler de Ela’nın kadınlık durumunu sorguladığı anlarda cıkıyor karşımıza. Orta sınıfın ortodoks ahlakının katı oğretisini kucuk yaşta birinci elden, annesinden oğrenip icselleştiren Ela, butun cocuklar gibi, anasınca konan yasakların dunyanın yasaklan olduğuna, tanrı yasaklan olduğuna inanmış; “aynaya, goğuslerinin nice buyuduğunu anlamak icin bakarken yakalanmak, doktorculuk oynarken yakalanmak butun cocuklar icin aynı onemde suclardır” sanmıştır. Ela, roman sonuna kadar hatalannı hep bu sucluluk duygularıyla yapacak ve bir turlu banşamayacaktır cinselliğiyle; erkeklerle ilişkisi hep bu suc kavramı uzerinde şekillenecek, yaz tatillerinde gittikleri Ada’da babasını yitirdiğinde, olumun, Aleko ile opuşmesinin bir cezası olduğunu duşunecektir… Bu oylesine bitmez tukenmez bir duygudur ki, Memet ile doyumlu bir cinselliğe kavuştuktan 8 sonra bile kurtulamaz zihnini meşgul eden sorulardan… Memet icin tatmin edici olan Ela icin bir eksiklik yaratacaktır; aradığı salt cinsellik değil sevgidir, dostluktur aslında. Kendisini tamamlayacak parcanın bir başkası olmadığını anladığında, yuruyecektir Ela… “Biz unutmak icin, kacmak icin soyunanlardandık, kacmak icin. Oysa hatırlamak icin soyunulur, hatırlamak icin, yuzyıllardan beri unutulanları hatırlamak icin, yeniden başlamaya gucu olmak icin, secim yapmak icin, secim yapabilecek acıklığa kavuşabilmek icin. Hayır demek icin, evet demek icin, başkaldırmak icin, yakıp yıkmak icin, barış icin soyunulur, soyunulur.

Tante Rosa daha bir kez olsun bunlar icin soyunmadı, bunlar icin soyunulabildiğini duşunmedi, gormedi, bilmedi. Tante Rosa butun kadınca bilmeyişlerin tek adıdır” demişti Sevgi Soysal Tante Rosa ’nın sonlarında… Henuz bir cevap bulamasa da, Yürümek romanının kahramanı Ela, işte bu kadınca bilmeyişleri aşmak icin soyunur. Sevgi’nin kadınlarının yuruyuşu, Yenişehirde Bir Öğle Vaktinde ve Şafak’ta da devam edecektir… Şimdi yeniden başa donelim ve “ne anlatıyor” sorusunu bir kez daha yanıtlamaya calışalım. En genel ozet; iki genc insanın -aynı zaman diliminde, ama ayn mekanlarda- cocukluktan yetişkinliğe gecişleri ve rastlantıyla karşılaşmalarından doğan aşkları olabilirdi herhalde… Ancak bu ozetin cok farklı niyetlerle yazılan romanları da işaret ettiğini biliyoruz. Mesela populer aşk romanlarında cok yaygındır bu turden hikayeler; sonucta iyilerin mutluluğa kavuşmalarına bağlanan nice Kerime Nadir, Muazzez Tahsin romanları okumadık mı? Ya da gelenekler, ahlaki değerler uzerine kurulu Tanzimat romanında farklı mıdır bu akış? Turk romanındaki kadın-erkek ilişkilerini yonlendiren teamuller gereği, toplumun orf ve adetlerine uygun duşmeyen “iffeti” nedeniyle sonda ilahi bir cezaya da carptırılabilirdi Ela… Sevgi Soysal ise bambaşka bir yere goturur 9 hikayesini; bireylerin ic dunyasının derinliklerine, ozgurlukleri sınırlayan zihniyet kafeslerine, cinsine/cinsiyetine/cinselliğine yabancılaşma haline, ve boyun eğmeyip yurumekte ısrarlı insanların duşunce dunyasına, yani hikayesizliğe davet eder bizi yazar; yani hayatın ta kendisine! Asıl mesele; nasıl anlatıyor? Kadın ve erkek cinselliğinin onunu tıkayan zihniyetleri teşhir edişiyle onemlidir Yürümek. Ancak romanın edebiyat acısından asıl değeri, Sevgi Soysal’ın bicimsel arayışlarında aranmalıdır… Tante Rosa ’daki parcalanmış kurgusunu Yürümek’te de sürdüren Soysal, klasik roman geleneğinin uzağındaki bir konuma yerleşmiştir. A. Robbe Grillet’in ifadesiyle “klasik romanda yazar doğru bir dil, tatlı, renkli, coşkulu bir anlatım kullanmışsa ovulur. Nasıl anlattığıysa bir arac, basit bir tercihtir sadece. Romanın ozu, varoluş sebebi, icindeki şeyler hep anlatılan hikayeye indirgenir… İyi anlatmak demek, yazılan şeyi insanların alıştığı -onceden kurulmuş- şemalara benzetmek, yani hayattan edindikleri genelgecer duşuncelere uydurmak demektir”… Sevgi Soysal’ın yazdığı yıllarda edebiyatımızda rağbet goren anlatım tarzı tam da boyledir… 19 7 0 ’lere kadar genelde sanat ve edebiyata, ozelde romana yansıyan aydınlanmacı, kalkınmacı ve sosyalist duşuncelerin odaklandığı kavram yoksulluktu. Donem, cıplak gerceklerin -romanlarla- yine cırılcıplak ortaya serildiği bir donemdi. Boyle gercekler de -gercekten- boldu Turkiye’de. Pek cok yazar siyaseten yazdı romanlarım; romanlar toplumun kalkınması icin -tıpkı elektrik gibi, su gibi, yol gibi, traktor ve okul gibi- birer aractılar. Kişileri, catışmaları ve cozumleri belirleyen yazarın dunya goruşu olduğunda, yaşamı ete kemiğe burundurecek insan yerine “koşulların betimlenmesinde arac” sayılan kişilerle yurutuldu roman. Elbette Sabahattin Ali, Orhan Kemal, 10 Sait Faik, Yaşar Kemal gibi onemli isimler de katılmıştı edebiyat dunyamıza, ne yazık ki bu buyuk seferberlik cok sayıda buyuk roman doğurmadı, ama kuzeyden esen “Toplumcu Gercekci” ruzgarların da etkisiyle bu turden hikayeler tek bir anlatım tarzıyla butunleşti ve fetişleştirildi.

Sosyalist veya muhalif hareketlerin siyasal alanda kitleselleştiği ve toplumda prestij kazandığı 6 0 ’ların ikinci yarısından başlayarak, genclikle birlikte edebiyat ve en cok da edebiyat eleştirisi siyasallaştı. Siyasi duzeyin bilgisi sanatsal alana tahvil edilirken edebi alanı, dışarıdan gelen ve yazarlarla, yayıncılara “yol gosteren” yeni otoriteler istila etti. Siyasi kimlik taşıyan herkesin bir metni, yazan, dergiyi değerlendirme, hatta yargılama dahası mahkum etme hakkının olduğu bu gibi konjonkturlerde, edebi alanın diğer bileşenlerinin de giderek siyasallaştığını ve birbirleri uzerinde siyasallık olcutlerine gore hegemonya oluşturduğunu soyleyebiliriz. Sevgi Soysalın Tante Rosa ve Yürümek romanları da bir yandan kadın sorunlarını one cıkarmaları, diğer yandan bicimsel ozellikleri nedeniyle soz konusu eleştirilerden nasiplerini almışlardı. Elbette kotu bir niyet aramıyorum, o donemin edebi değer yargılarının urunuydu bu tespitler. Bugun daha farklı bakabiliyoruz edebiyata; belki de bu nedenle usluptaki dağınıklığın nasıl bir duzene karşılık geldiğini, kadın meselesinin nasıl bir toplumsallığa, yabancı denilenin nasıl bir yerliliğe donuştuğunu ve Sevgi Soysalın nasıl bir arayışın ardına duştuğunu

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir