İŞte Mülakat’ın Öyküsü İçinde öykü saklayan her kitabın da aslında bir öyküsü vardır. Bizim kitabımızın öyküsü ise bundan yaklaşık bir buçuk yıl önce başladı. Mehmet Erkan, Mülakat Anıları adı altında, Türkiye’de bir ilki denemiş ve iki yıllık iş hayatındaki anılarını kitaplaştırmıştı. Aslında pek çok İnsan Kaynakları çalışanının şakayla da olsa yazmayı düşündüğü bir şeydi mülakat anıları. Oğuz Erdoğan ise uzun yıllara dayanan tecrübeleriyle biriktirdiği bilgileri, yaşadığı olayları ve daha pek çok şeyi uzun süredir not ediyordu. Ve kader, bir gün bu iki ismi bir araya getirdi. İçeriği yalnızca mülakat anıları olmayan, mülakatların öncesini, sonrasını, İnsan Kaynakları çalışanlarının, adayların ve işverenlerin yaşadıklarını da yansıtan bir kitap yazmaya karar verdiler. Böylece, alanında bir ilk sayılabilecek İŞte Mülakat ortaya çıktı. İŞte Mülakat, Türkiye’de özel sektörün bilinmeyen yönlerini ortaya koyan, adayların ve çalışanların dünyasına ışık tutmaya çalışan ve İnsan Kaynakları çalışanlarının neler yaşadığını gösteren bir kitap. Ancak kitap, sırf bu nedenle didaktik bir dille yazılmadı. Başta kitabın yazarları olmak üzere, pek çok İnsan Kaynakları çalışanının gerçek iş dünyası anıları öyküleştirildi. Parça parça olan anılar, ortak bir konu çerçevesinde bir araya getirildi. Dolayısıyla her öyküde anlatılan olaylar, o öyküdeki karakterin başından geçiyor gibi gözükse de farklı zamanlarda, farklı İnsan Kaynakları çalışanlarının yaşadığı deneyim ve anılardan oluşuyor. Bu noktada, anıları ve yazıları ile kitaba destek veren tüm İnsan Kaynakları çalışanlarına ve yazar Toprak Işık’a sonsuz teşekkürler. Kitapta gerçek şirket ve aday isimleri kullanılmamasına özellikle dikkat edilmiştir. Öykülerde gerçek olaylar anlatılsa da, öykülerdeki isimler gerçek kişiler olmayıp hayal ürünü karakterlerdir. Son olarak, yabancı kaynaklı olmayıp Türkiye’deki iş dünyasının gerçeklerini gözler önüne seren ve allayıp pullamadan gerçek yaşamı yansıtan bir iş dünyası kitabı yazmanın sevinci içerisindeyiz. İnanıyoruz ki sizler de ister aday olun ister İnsan Kaynakları çalışanı, bu kitapta kendinizden anılar bulacaksınız. Bu işe ilk başladığımda, İnsan Kaynakları’nın ne olduğunu tam olarak bilmiyordum. İşe alım sürecini ve onun aktörlerini ise hiç tanımıyordum. Fakat zaman geçti, neyin ne olduğunu az çok öğrendim. Tecrübe denen musluktan bilgi suyunu kana kana içtim. Bugün, büyük bir şirketin İnsan Kaynakları yöneticisiyim. Hadi sizinle biraz teknik, biraz da artistik konuşalım. Tüm süreçlere hâkimim; “hiring”1 zaten benim işim, performans değerlendirmede fena sayılmam, “coaching”de2 iyiyimdir, “reorganizasyon”da3 üstüme tanımam. Vallahi İngilizce bilmeyene takır takır İngilizce konuşturur şu İnsan Kaynakları. Uyarlayabildiğimizi uyarlamışız, uyarlayamadığımızı olduğu gibi almışız işte. Bu kavramların içerikleri ve uygulanışları için de aynılarını söylemek mümkün. Ama böylesi derin konulara girmek için daha çok erken. Ne diyordum? Ha evet, bugün büyük bir şirketin İnsan Kaynakları yöneticisiyim, pek çok şeyi biliyorum ya da bildiğimi sanıyorum. İş tecrübesi ile karışık gerçek yaşam tecrübesi, bana öyle şeyler öğretti ki… Mesela üniversitedeyken ve mesleğe başladığım ilk yıllarda işe alım sürecini az çok bildiğimi sanırdım. İnsan Kaynakları çalışanı olmaya gerek yok. Ne de olsa, zamanında hepimiz iş aramışızdır ve hepimiz tahmin edebiliriz işe alım sürecindeki aktörlerin kimler olduğunu. Başta İnsan Kaynakları Bölümü vardır, sonra iş arayan aday. Bir tarafta personeli talep eden bölüm, diğer tarafta parayı verecek olan üst yönetim… Toplayıp çıkarsan üç-beş oyuncu vardır. Öyle değil mi? Öyle. Ben de öyle sanırdım. Ama gelin görün ki öyle değilmiş. Siz hiç, herhangi bir belde başkanının, fen işleri müdürünün, büyükşehir belediye başkanı özel kaleminin, mafyanın, muhtarın ve daha nicelerinin taraf olduğu bir işe alım süreci duydunuz mu? Duymadıysanız ilginizi çekecektir, şimdi sizlere anlatacaklarım. Her şey fi tarihinde başlamıştı. – Orhan Bey oğlum gel, gel! Otur şöyle. İşte rüyamız gerçek oluyor. Bölgenin en büyük alışveriş merkezini açıyoruz. Çok mutluyum, çok. Patronum Haldun Bey, bir yandan oturmam için koltuğu gösteriyor, diğer yandan da kolumu tutuyordu. Çok mutluydu yaşlı adam, çok. Ne yaptığını bilmiyordu. Sanırdınız ki üniversiteden yeni mezun bir genç, ilk işini kurmuş. Öylesi çocukça bir sevinçti onunki. Tanımayan birisi, onu bu hâlde görse yadırgardı muhtemelen. Ama ben, onu çok iyi tanıyordum. Böylesi büyük bir şirket, başka türlü bir aşkla (belki de hırsla demeliyim) kurulamazdı. Her işinde, ilk işin sevincini duymak… İşte buydu saygıdeğer patronumun ilkesi. Bu sayede, bugünlere gelmiş ve yanındaki insanları da getirmişti. – Hayırlı olsun, deyip gülerek gösterdiği yere oturdum. O da biraz olsun sakinleşip masasına geçti. Kahverengi gözleri ışıl ışıldı. Alnı rugan gibi parlıyordu. Dolgun yanakları kızarmıştı. Biz onunla çoğu kez bakışarak anlaşırdık. Gülümsememe gülümseme ile karşılık verdi ve içimiz sevinçle doldu. İş dünyasında, hele ki patronlarda samimiyet görmek oldukça zordur. Çünkü sermaye sahibi sürekli hesaptadır, ölçüp biçme hâlindedir, hadi onu da artistik söyleyelim stratejik düşünmededir. Stratejinin olduğu yerde de samimiyet olmaz. Fakat Haldun Bey, en azından bana karşı farklıydı. Çünkü onunla kimselerin bilmediği ortak bir geçmişimiz vardı. Patron deyince tüm çalışanların gözünde benzer bir resim belirir. Maun bir masa, şık mobilyalarla çevrilmiş köşeler, pahalı tablolar, ithal yazı takımları, büyük bir oda ve bu odanın içinden onlara bakan bir yüz… Bu yüz, kimi zaman icra kurulu kalabalığı içindedir, kimi zaman da bir görünüp bir kaybolur yönetim katında. Fakat bir çalışan olarak benim penceremden patron manzarası biraz farklıydı. Ben, o yuvarlak yüzü kimi zaman fakir bir semtteki düğünde görmüştüm, kimi zaman bir hastane koridorunda, kimi zaman da asker yolcu ederken… Evet, patronum ve İnsan Kaynakları yöneticisi olarak ben Orhan kulunuz, hep çalışanların yanındaydık. Bazı akşamlar tam evime gidecekken Haldun Bey arardı ve “Hemen çıkma senle biraz işimiz var” derdi. Sonra, kendimi onun makam arabasında, kenar mahalle sokaklarında giderken bulurdum. Davul ve zurna sesleri dolardı kulağıma düğün evine yaklaştıkça. Araçtan indiğimizde, mahalleli bize yol gösterirdi. Yaşlı amcaların arasında yerimizi alırdık. Halayı ve misketi, kaynanasının yanındaki yeni gelin gibi dimdik oturup izlerdik. Parlak kumaştan takım elbiselerimizin içindeydik ve karışabildiğimiz kadar karışmaya çalışırdık insanlara. Bu sırada, damadın babası olan işçi Kemal’i de bulutların üstüne çıkardığımızı bilirdik. Sonra, takımızı takar ve izin isterdik. Biz işçi düğününde yarım saat dururduk ama üretimdeki işçilerin arasında yıllarca konuşulurduk. Böyleydi Haldun Bey’in iş anlayışı. Fakat niyeyse, bu akşam gezintileri yüzünden benim dinlenme zamanımdan ve ailemden bir şeylerin eksildiğini anlayamıyordu kendisi. “Eee, o kadar da olur” diyordum içimden, “Ne de olsa patron, ondan daha fazla ince düşünce beklememek lazım”. Haldun Bey’le o mutlu sohbetimizin üstünden birkaç ay geçti. Bu arada, biz de İnsan Kaynakları Bölümü olarak gerekli hazırlıklarımızı yapmıştık. Hesaplarımıza göre alışveriş merkezimizde dört yüz seksen altı kişi istihdam edecektik. Bana bağlı olarak çalışan İnsan Kaynakları ekibindeki üç genç, bu rakamı bulduklarında hem çok sevindiler hem de çok üzüldüler. Çok sevindiler çünkü dört yüz seksen altı kişiye ekmek kapısı olacaktı mağazamız. Ve bu üç genç, böyle güzel bir olayda rol almanın heyecanını duyuyorlardı şimdiden. Diğer taraftan, çok üzülüyorlardı; çünkü onları zorlu bir operasyon bekliyordu. Perakende sektörü zordur. Belki de sektörler içinde en zoru ve acımasızıdır. Hız her şeydir bu sektörde, iş bitiricilik en önde gelen yetkinliklerden biridir. Tabii ki sektörün genel durumuna uygun olarak İnsan Kaynakları da payına düşeni alır. Arsa, yapı, iç dekorasyon, her şey belirli bir tarihte hazır olacaktır. (Hemen hemen hiçbir projede, zamanında hazır olmaz ama yine de bu şekilde kesin plan yapılır.) Genelde de bu tarih çok yakındır. Dolayısı ile “dar alanda kısa paslaşmalar” ile dört yüz seksen altı insanı aynı anda işe başlatmak zorundasınızdır. En ufak bir gecikme, her şeyi mahvedebilir. Bu da İnsan Kaynakları çalışanı üzerinde müthiş bir baskı oluşturur. İşte bana bağlı gençler de muhtemelen bu dar zaman dilimini ve dört yüz seksen altı kişiyi düşünüyorlardı. Ne yalan söyleyeyim, daha önce üç mağaza açmış birisi olarak ben de aynılarını düşünüyordum. Ne var ki asıl sürprizi hesap etmediğimiz konularda yaşayacaktık. Genelde işyerindeki sıcak koltuktan bakınca işler hep yolundadır. İnsanlar mutludur, faaliyetler istenildiği gibi yürütülmektedir. Adeta kitap sayfalarındaki satırlar gibi gözükür makam odasından dışarısı; teoride işlediği gibi takır takır işlemektedir İnsan Kaynakları süreçleri. Fakat gün gelir, arabaya binip sahaya çıkmak gerekir. O zaman, Asyalı veya Amerikalı olan ünlü iş danışmanlarının kitaplarındaki satırlar, harfler birbirine karışmaya başlar. Sektörün okumuş ağabeylerinin söyledikleri bir anda birbirine geçer. Bu karışıklıktan garip bir resim çıkar ortaya. Sektörüne göre her İnsan Kaynakları çalışanının karşısına çıkan resim farklıdır. Benim gibi perakende sektöründeyseniz, çamurlu bir şantiyenin ortasında yeni yeni beliriveren mağaza çıkar karşınıza. İşte, karşımda o resim. Arabamız git gide yavaşladı. Hemen yanımda oturan Numan’ı heyecanlandırmak için: – İşte geldik! Şurası, dedim. Numan, gösterdiğim yere şaşırmış gibi baktı. Sanki şu mezbeleye benzeyen yerde dört yüz seksen altı kişinin çalışacağına, orayı günde binlerce kişinin ziyaret edeceğine inanmıyordu. Fakat sonra, yine o bildik tavrını takındı ve şöyle dedi: – Daha çok iş var gibi gözüküyor. Böyle büyük yatırımların güçlü ve zayıf yönlerini iyi analiz etmek gerekir.
Mehmet Erkan, Oğuz Erdoğan – İşte Mülakat
PDF Kitap İndir |